BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Dosya

“Arrival: Geliş” Hakkında Muhtelif Görüşler – 3

Karşılaştığımız her yeni esere tarihin tozlu sayfalarına gömüleceği ya da geleceğe kalacağı kesinmiş gibi davranır, asıl kararı verecek olan sonraki kuşaklar üzerinde tahakküm kurmaya çalışırız. Tıpkı Denis Villeneuve‘ün son filmi Arrival: Geliş gibi. Tartışmalara kayıtsız kalmayarak sinemaseverlere sorduk, film hakkındaki fikirlerini belirtmelerini istedik. Nihai kararı veren “gelecek” olsa da bugünkü sonuçların bir kısmı burada, dosyamızda.

Dosyamızın birinci bölümüne ulaşmak için tıklayın.

Dosyamızın ikinci bölümüne ulaşmak için tıklayın.

5

İbrahim Tosyalı

Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim, Arrival izlediğim en iyi bilim-kurgu filmlerinden biri. “Uzaylı” temasının gölgesinde derin anlamlar barındıran bu film her geçen gün daha da değerlenecek. Dil bilimi ve doğa – insan ilişkisi adına vermek istediği mesajlar çok açık.

Benzer türdeki filmlerde sıklıkla başvurulan geçmişe giderek geleceği manipüle etme olayı Arrival‘da tam tersine işliyor. Zaman kavramını yok eden kurgu ve anlatım ise filmi izledikten sonra düşündükçe sahnelerin anlam kazanmasını sağlıyor.

Arrival hem teknik hem de felsefesi bakımından 2000’li yılların en özel bilim-kurgu filmleri arasında.

Kerem Sanatel

Öğrendiğin dil düşünce biçimini değiştirmeye başlar gibi bir replik var filmde, aşağı yukarı bu anlamda. Louise uzaylılar tarafından bahşedilmiş insanüstü bir güce kavuştuğu için geleceği görmüyor aslında. Onların dilini öğrendikçe düşünce kanalları açılıyor, düşünce yapısı değişiyor. Müneccimlik gibi görünen şeyin aslında üst sürüme yükseltilmiş bir uzgörü ya da sağduyu olduğunu düşünüyorum. Her şeyin bir sebebi olabileceğini görebilmek, bağlantıları kurmak ve geçmişten ders almak da bu aydınlanmanın bir sonucu olabilir ancak. Edindiğimiz bilgiyi kullanmayı unuttuğumuz, geçmişten ders alamadığımız, yabancı olan her şey gibi dilden de korkup iletişimden vazgeçtiğimiz için karanlığı bu kadar zifiri bir cehalet çağına girmedik mi zaten? Her şeyi tehdit olarak algılayan zihniyetten kurtulamadığımız müddetçe depoladığımız bilgiyle varlığımızı sürdürmemiz mümkün değil diyor film. Pırıl pırıl, aydınlık ve umut verici. Yani artık gerçek hayatta tanık olamadığımız her şey var. Bir de meselesini anlatırken nasıl da zarif.

6

Umur Çağın Taş

Keşke Arrival üzerine bu kadar tatava yapacak bir film olsa… Ama madem sordunuz söyleyeyim. Laboratuvar ortamında ortalama seyirciyi okyanusun diğer tarafı için zeki sayılabilecek bir twistle avlamaya and içmiş, iyi fikirleri bir üst aşamaya geçirmekten aciz bir yönetmenin son debelenmesi var karşımızda. Esasında ne iyi ne de kötü diye damgalanabilecek niteliklere sahip. Her parlak fikre inanılmaz Hollywood kokan bir mantık ve ortalama zekayla yaklaşıyor. İnsan – uzaylı buluşmasında ay dur öpeyim ne bu soğukluk diye uzay elbisesini çıkaran astronotlar (Aman pardon linguist, asla bilim insanı değil.), Remember Me ve Hancock gibi yapımların malzeme eksikliğinden başvurduğu bayağı sürprizlere benzer bir şaşırtmaca ve en ama en kötüsü, dilbilimci ana karakterin olduğu filmde kabul edilemeyecek kadar kötü diyaloglar var. Çin generalin ağzından dökülen “Yıllardır ekibimin asla yapamadığı bir şeyi yaptınız, beni ikna ettiniz.” repliğini burnunuz tıkalı okursanız çok da ciddiye alınmaması gereken bir film izlediğinizi daha iyi kavrayacaksınız. O yüzden gönül, yıllanmış hayalimiz minimalist bilimkurgu taklidi yapan bu ticari kaygısı bol Villeneuve filmiyle çarçur edilmeseydi diyor. Atmosfer yaratma uzmanlığına şapka çıkarmak boynumuzun borcu. Ama geri kalanı Javier Bardem‘in The Sea Inside‘da daldığı su birikintisi kadar sığ. İnsan bir noktada ötenazi hakkını istiyor.

Utku Ögetürk

2010 yılında çektiği Incendies’dan itibaren dünya sinemasında kabul ve takdir etmemiz gereken bir Denis Villeneuve gerçeği var. Sırasıyla Prisoners, Enemy, Sicario ve son olarak Arrival ile farklı türleri harmanladığı muazzam bir filmografi inşa eden Kanadalı yönetmen bu son filminde üçüncü tür ile yakınlaşmayı merkezine alarak son derece titiz şekilde yazılmış, çekilmiş ve kurgulanmış bir bilimkurguyla karşımıza çıkıyor.

“Arrival’ı neden sevdik/sevmedik?” sorusunun cevabına geçmeden önce yaptığım laf kalabalığının amacı da bu noktada ortaya çıkıyor aslında; karşımızda sıradan bir Hollywood ürünü değil, sinefiller için zor bulunur bir filmografi inşa eden bir yönetmenin ellerinden çıkan bir başyapıt duruyor. Son yıllarda benzer temaların içine sıkışan bilimkurgu sinemasına –District 9’ı ayrı tutabiliriz- yeni bir soluk getiren Villeneuve, Arrival ile zor olanı başarıyor; gerilimi bir dakika bile düşürmeyen yönetmen, filmin atmosferine katkı sağlayan gri renk skalası içerisinde zaman algısının kaybolmasını sağlıyor, süresi boyunca finalinde yapacağı ters köşeye hazırlayabilmek adına ufak parçalar serptiği dramatik hikayesi ile sarsıyor ve tüm bunların yanı sıra -milliyetçilik eleştirileri gelse de- dünya barışı için çuvaldızı kendimize batırmamız gerektiğini hatırlatıyor. Lafı fazla uzatmayayım, Arrival üzerine bolca yazılması, çokça konuşulması gereken bir film. Bundan seneler sonra bu filmi beyazperdede izleme şansına sahip olan insanlar olmanın haklı gururunu yaşayacağız; çocuklarımıza, torunlarımıza “biz bu filmi beyazperdede izlemiştik” diye anlatacağız.

Tanju Baran

Bin yıllardır insanoğlunu meraka sürükleyen dünya dışı yaşam olgusunu klasik bilimkurgu kalıplarını yıkarak ele alan Denis Villeneuve, hem kariyerinin hem de bilimkurgu türünün yakın döneminin zirvesini inşa ediyor Arrival‘le. “İnsan kozmosta bir mikrokozmostur” önermesinin en özel hali ve biçimle içerik arasındaki uyumun yüce bir örneği olan Arrival‘in yaşama, dünyaya, insanoğluna, kadere dair söyledikleri üzerine saatlerce düşünüp konuşmak mümkün. Sinemasal kuraklıkla imtihan edilen ve içi sağlam bir ceviz bulmak için koca bir çuvalı kırmak zorunda kalan nesle mensup olanlar için böylesine derin ve etkileyici bir eserle karşılaşmak ise büyük şans.

İlginizi çekebilir...

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et