BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Ercan Dalkılıç

Bir Festivalin Anatomisi Vol. 2

Yarın start alacak olan 35. İstanbul Film Festivali 17 Nisan tarihine kadar devam edecek… Festivalde görülmesi gereken birkaç filmi geçen haftaki yazımda kaleme almıştım. Bu haftaki yazımızda festivalde görebildiğim filmlerden birkaçını sizler için mercek altın almaya çalışacağım.

Yarın start alacak olan 35. İstanbul Film Festivali 17 Nisan tarihine kadar devam edecek… Festivalde görülmesi gereken birkaç filmi geçen yazımızda kaleme almıştım. Bu yazımızda festivalde görebildiğim filmlerden birkaçını sizler için mercek altın almaya çalışacağım.

Çete

Arjantin sineması kendi tarihiyle yüzleşmeye devam ediyor. Çete (El Clan), 1982 yılında darbe hükümeti dağılınca işsiz kalan Arquimedes Puccio adlı bir istihbarat çalışanının, ailesini de ortak ederek kalkıştığı kaçırma eylemlerini konu ediniyor esasen. Deneyimli yönetmen Pablo Trapero’ya 2015 Venedik Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü getiren film, gerçek olaylardan yola çıkılarak perdeye aktarılmış. Tam anlamıyla bir ‘kurgu sineması’ diyebileceğimiz Çete, genel seyirci kitlesi için biçilmiş kaftan.

Gökdelen

İngiliz yönetmen Ben Wheatley’in yapım anlamında ‘üst sınıf’a atladığı Gökdelen (High-Rise),  J.G. Ballard’ın aynı adlı eserinin uyarlaması. 70’lerde geçen bir distopya olarak tasarlanan film, ‘sinema’dan öte bir enstalasyon kolajı gibi duruyor. Bütünlüklü olmayan dramaturjisi ve ayrıksı humoru ile de oldukça farkı bir deneme Gökdelen.  Yurtdışında övgülere boğulan bu filmi, pek de ‘önemli’ bulmadığımı belirtmeliyim kendi adıma.

BELGICA_22_m

Belgica

Çölde Kutup Ayısı (De helaasheid der dingen) ve Kırık Çember (The Broken Circle Breakdown) ile sinefillerin gönlünde taht kuran Belçikalı Felix van Groeningen yeni filmi Belgica ile de bir o kadar iddialı! İki kardeşin birlikte açıp Brüksel’in en ünlü barı haline getirdikleri Belgica’nın etrafında şekillen bu hikâye, hiç düşmeyen temposu ve deyiş yerindeyse coşturan müzikleriyle tam bir cümbüş! Groeningen’e 2016 Sundance Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü kazandıran Belgica, özellikle gençlerin kaçırmaması gereken türden bir yapım…

Saraybosna’da Ölüm

2001 yılında çektiği Tarafsız Bölge (No Man’s Land) ile adını duyuran Danis Tanovic’in yönetmenliği üstlendiği Saraybosna’da Ölüm (Death in Sarajevo), Bernard-Henri Lévy’nin Hotel Europe adlı oyunundan sinemaya aktarılmış. Saraybosna Suikasti’nin 100. Yıl dönümünde bir otelde yaşananları konu alan film; savaş, ırkçılık, sınıf sorunu vb. sorunlar üzerine söylemler içeriyor bolca. Saraybosna’da Ölüm‘de şahsına münhasır sinema dilini geri plana atarak ‘Balkan Gerçekçiliği’ni denemiş Tanovic. 2016 Berlin Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü alan film, röportaj bölümünde kullanılan didaktik üslup ile ivme kaybediyor bana kalırsa. Ayrıca bu bölümün oldukça eklektik olduğunu da söylemek gerek.

 

 

ROLLO_03_00010

Bin Başlı Canavar

İlk filmi Yasak Bölge (La zona) ile dünyaca tanınır hale gelen Rodrigo Pla’nın son filmi Bin Başlı Canavar (A monster with a thousand heads), bürokrasiyi oldukça sert bir biçimde eleştiren bir taşlama. Kocası ölümcül hastalığın pençesinde yaşam savaşı veren bir kadının sigorta şirketine karşı giriştiği amansız ve silahlı mücadeleyi konu alan film, soğukkanlı anlatımı ve denemeci biçimiyle gerçekten dikkat çekici. Her filmiyle sistemin karşısına dikilen, onu sorgulayan, ondan hesap soran Rodrigo Pla’yı takip etmeye devam edin.

 

İlginizi çekebilir...

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et