BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

80’li yıllarda geçen çocukluğum boyunca çizgi romanların bolca olduğu, hatta herkesin bizdeki çizgi romanları okumak için kapımızı aşındırdığı bir evde yaşadım. En azından yazları… Hem babam, hem abim birer çizgi roman müptelasıydı.

Ege Görgün

Bir küçücük Landlordcuk varmış: Çizgi roman yayıncılığı tarihim (Başlangıç)

80’li yıllarda geçen çocukluğum boyunca çizgi romanların bolca olduğu, hatta herkesin bizdeki çizgi romanları okumak için kapımızı aşındırdığı bir evde yaşadım. En azından yazları… Hem babam, hem abim birer çizgi roman müptelasıydı.

90’ların ikinci yarısının başında start alan yayıncılık kariyerimin daha ilk aylarında yolum en yakın çocukluk arkadaşlarımdan biriyle kesişti. Bu arkadaşımın adı “çizgi roman” idi.

 Ege Görgün (Landlord)

80’li yıllarda geçen çocukluğum boyunca çizgi romanların bolca olduğu, hatta herkesin bizdeki çizgi romanları okumak için kapımızı aşındırdığı bir evde yaşadım. En azından yazları… Hem babam, hem  abim birer çizgi roman müptelasıydı. Annem ise  en büyük hamlesini yapıp bana çizgi romanların çoğunluğunu sattırana kadar, kesin ve açık bir muhalefet içersinde değildi çizgi romanlara karşı. 10 yaşlarında sattığım o çizgi romanlara hala yanarım. Yalnızca şimdi çok değerli olduklarından değil, esas olarak abime ait oldukları için. Bu konuda ona karşı vicdanım her zaman biraz yaralı kalacak. Daha da acısı geriye kalan çizgi romanlar da eve giren hırsızların gazabına uğramıştı.

Teksas, Tommiks ile başlasa da tanışıklığımız, arkadaşlığımızın pekişmesi bu yıllarda Zagor, Conan, Martin Mystere, Alaska, Jeriko, Judas gibi kitaplar sayesinde oldu daha çok. Ama bunun dışında ne çıkıyorsa bizim eve girerdi: Örümcek Adam, Süpermen, artık aklınıza ne gelirse işte.

Milliyet Yayınevi/AD Yayıncılık’ta editör yardımcısı olarak işe başladığımda görevim bir çizgi romanı çevirmekti aslında. 100 binlere ulaşan bir satış yakalayan bu çizgi roman Casper adlı çocuk dergisinin içinde yer alıyordu. Derginin içinde bulmacalar, oyun sayfaları ve diğer editoryellerin dışında 12 sayfa ya da daha fazla bir çizgi macera oluyordu. O sırada yayınevinin gündeminde yetişkinler için bir çizgi roman çıkarmak diye bir şey yoktu. Gündem derken kastettiğim elbette Yalvaç Ural’ın düşünceleri, kararları ve paşa keyfiydi. Yalvaç Ural’ın yönettiği bir yerde kurumsal bir ajanda diye bir şey olamaz çünkü. Bu alaturka tipi yayıncılıkta periyodik yayınlar haricinde ertesi hafta ya da ertesi gün hangi kitabın çalışılacağı editörler ve sayfa sekreterleri için bir muamma olurdu genelde.

Sinema filmi sayesinde patlama yaşamış Casper karakterinin maceralarıyla uğraştığım böyle günlerden birinde ofiste orayı burayı karıştırırken elime bir tomar siyah beyaz A3 çıkış geçti. Bir çizgi romanın çıkışlarıydı bunlar. Türkçeleştirilmiş ve yazıları balonlara yerleştirilmiş haldeydi. Dayanamadım ve hemen okumaya başladım. Cadılar, Kurtadamlar, kesilen kafalar… O güne kadar okumadığım tarzda, oldukça sıradışı görünen bu çizgi romanın kahramanının adı ise Dylan Dog’dı.

Oldukça etkilenmiştim ama dahası büyük bir merak içindeydim. Bu çizgi roman çeviriye gitmiş, çeviriden gelmiş, sonra da sayfa sekreterleri (onlar kendilerine grafiker diyorlardı) balonları yerleştirmişti. Peki niye kimse böyle bir şeyin yayınlanacağını bilmiyordu? Neden hiç konusu geçmiyordu? Aslında hemen yukarıda “kurumsal anlayışla” ilgili söylediğim şeyler bir anlamda bu soruların yanıtıydı. Yalvaç Ural bir gün çizgi roman yayımlamaya karar vermiş, hazırlıkları yaptırmış, sonra araya onu daha heyecanlandıran bir iş girince Dylan Dog’u Yalvaç’ın Unutulmuşluklar Diyarı’na sürgüne yollamış olmalıydı. Dylan’ın bu diyardan kaçışını mümkün kılmak için birinin ona bu projeyi hatırlatması gerekiyordu. Şu durumda da o kişi ben oluyordum…

Ayrıntıları çok hatırlamıyorum. Aşağı yukarı şöyle oldu. Elimde çıktılarla Yalvaç Ural’a gittim ve ona böyle bir şey bulduğumu, niye basmadığımızı sordum. “Güzel mi?” dedi. “Ben beğendim,” dedim. “Hazırla da basalım,” dedi. Ve Dylan Dog’u bastık. Dylan Dog’la da kalmadık üstelik. Arkasından Zagor, Teks, Martin Mystere ve Nathan Never  geldi.

Çöküş dönemini yaşayan çizgi roman yayıncılığı için çok önemli bir hamleydi bu. Mizah ve çocuk dergilerini saymazsak o kadar uzun zamandır çizgi roman yayımlanmıyordu ki, insanlar unutmak üzereydiler kahramanlarını. Satış rakamları çok aşağıda kalsa da bir hareket getirdi bu çizgi romanlar piyasaya.

Ahmet Kocaoğlu’nun elinde süper kahraman çizgi romanlarıyla Milliyet yayınevi / AD Yayıncılık’a geldiği günü hatırlıyorum. O zaman Yalvaç Ural’ın yardımcısı olan Gülgün Çarkoğlu’nu ikna etmeye çalıştı ama Çarkoğlu yeni bir çizgi roman macerasına daha yanaşmaya niyetli değildi. “İş” olarak bakıldığında bu gayet rasyonel bir karardı. Çizgi roman yıl sonu yönetime gelir-gider raporları veren bir şirketi tatmin edecek bir para kazandırmıyordu çünkü. Yine de Kocaoğlu o gün Yalvaç Ural ile görüşme imkanı bulsaydı, o çizgi romanlar büyük bir ihtimalle Sabah’ta değil bizde basılırlardı gibime geliyor şimdi. Tahminim Kocaoğlu sonradan gidip 1 Numara Yayıncılık’ın başındaki Ercan Arıklı’yı ikna etti ve süper kahraman çizgi romanlarını 1 Numara’dan çıkarttı. Her halükarda bizim de çizgi roman çıkarıyor olmamızın payı vardır herhalde Arıklı’nın ikna olmasında.

Yalvaç Ural 1997’nin sonunda, Aksoy Yayınları’nı kurmak üzere Erol Aksoy’dan teklif alıp Milliyet’ten ayrıldı. Ben de askere gittim. Döndüğümde artık Doğan Egmont ismiyle yola devam eden ve Gülgün Çarkoğlu tarafından yönetilen eski şirketimde çalışmaya kaldığım yerden devam ettim. Çizgi romanlardan bazıları hala çıkıyordu. Nick Raider, Julia, Dylan Dog daha önce kapanmıştı. Sonra Nathan Never’ı kaybettik ki ben bu kapanışın ardından çizgi roman okurlarının tutuculuğunu eleştiren oldukça sert bir yazı yazmıştım. Haksız değildim, kapananlar hep yeni şeylerdi, devam edenler ise eskileri. Kimse bizim yanlış çizgi romanlar seçtiğimizi de söyleyemez çünkü Nick Raider haricinde o çizgi romanların hepsi yayımlanıyor bugün.

Aksoy Yayınları’na bir iki çizgi roman çevirisi dışında katkım olmadı ama bu ülkede o güne dek yayımlanan en kaliteli işleri barındıran Egoist Dizisi’yle ilgili bir not düşmek isterim. Bu dizinin kitaplarını Frankfurt Kitap Fuarı’nda bulup Yalvaç Ural’a öneren bendim. O sırada çalıştığım Milliyet Yayınevi’nin bu seriye pek ilgi göstermeyeceğini bildiğimden Aksoy’un patronu Ural’a göstermeyi tercih etmiştim bu kitapları. (O diziden çıkan Paul Auster’in Cam Kent’i bu yakınlarında Turkuvaz Kitap tarafından yeniden yayımlandı.) Bu kitaplar da satmadı elbette.

Bunlar o dönemle ilgi aklımda kalan bazı ayrıntılar. Aklımda kaldığı haliyle paylaştığım için özellikle tarihler bir kesinlik arz etmemektedir. Çizgi roman severleri ne kadar ilgilendirir bunlar bilemiyorum. Umarım, paylaşarak zamanınızı almamışımdır.

Bu yazı geçtiğimiz aylarda Gölge E-dergi için kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir...

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et