BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Ercan Dalkılıç

Bu Hafta Vizyona Giren Filmler (1 Haziran 2012)

Dağıtımcılarımız bir haftalık es verdiler sanırım; bu hafta sadece dört film sinemalarımıza konuk oluyor. Ridley Scott’ın Bıçak Sırtı’ndan (Blade Runner) sonra çektiği ilk bilim-kurgu olan Prometheus ve Rémi Bezançon’ın ‘bebek büyütme sanatı’nı bir türlü öğrenemeyen bir çifti konu aldığı Aramızda Bebek Var haftanın başı çeken filmleri. Hani bazı filmleri bir türlü sevemezsiniz ya, işte o benim bir türlü sevemediğim filmlerden biri olan Arıza Aşk da bu haftanın seçenekleri arasında: Video-klipvari bir estetikle kotarılan bu film bana kalırsa yeni nesil sinefiller için biçilmiş kaftan. Haftanın son izleyici yolu gözleyecek filmiyse Pamuk Prenses masalını gotik-fantastik bir yorumla sunan Prenses ve Avcı… Herkese iyi seyirler…

Aramızda Bebek Var (Un heureux événement)

[xrr rating=4/5]

Yönetmen: Rémi Bezançon

Senaryo: Eliette Abecassis (roman), Rémi Bezançon, Vanessa Portal

Oyunculuk: Louise Bourgoin, Pio Marmaï, Josiane Balasko

Yapım: 2011 / Fra-Bel. / 107 dk.

31. İstanbul Film Festivali’nin antidepresan bölümünde de gösterilen Aramızda Bebek Var (Un heureux événement), geçtiğimiz hafta sinemalarımıza konuk olan Dikkat Bebek Var (What to Expect When You’re Expecting) filmiyle hemen hemen eksende ilerliyor. Her iki film de, isimlerinden anlaşılacağı üzere bebek yetiştirmenin ne tür bir dert olduğunu etraflıca ele almaya çalışmış.

Bebek büyütmek hep mi bu kadar zordu? Yoksa modern insanın ruh karmaşasında ve kapitalizmin boyunduruğunda bu daha bir zor hale mi geldi, bilemiyorum. Fakat şu açık: Artık bir bebek büyütmek herkesin gözünde daha da önemli, hayati bir vaka…

Rémi Bezançon’un, Eliette Abecassis’in romanından beyazperdeye aktardığı filmi Aramızda Bebek Var da, işte modern iki bireyin çocuk sahibi oluşu, ve sonrasında çatırdayan aile bağları üzerine eğiliyor aslen: Barbara (Louise Bourgooin) ve Nicolas’ın (Pio Marmai) bir video-clup’te tanışarak başlayan ilişkileri, zamanla ciddi bir beraberliğe evriliyor. Her şey tastamamken, bir gün çocuk sahibi olmak istiyorlar. Çok istedikleri çocuğun hayatlarına girişinin mutluluğu arttırması beklenirken; günden güne işler ters gitmeye başlıyor.

Öncelikle filmin çok samimi bir dil tutturduğunu söylemek gerek. Şerait müsaitken melodrama meyil vermiyor film; komedi-dram dengesini çok iyi ayarlayabiliyor. Sadece filmin başlarında seyreden gelişmelerin, – Barbara ve Nicolas’ın ilişkisinin çok ani bir kırılmayla ciddi bir tona bürünmesinden söz ediyorum.- Aristoteles’in ‘olasının ikna ediciliği’ kuralını biraz çiğnediğini düşünüyorum kendi adıma.

İki ana karakter başta olmak üzere filmdeki bütün karakterler çok iyi boyutlandırılmış. Bilhassa Nicolas karakteri harika! Bu karakter bana Kebab Connection’ın İbo’sunu anımsattı ziyadesiyle: O da sinemayla hayli içli dışlıydı. Hatta anımsayacak olursanız; ilk Alman kung-fu filmini çekmek istiyordu! (Nicolas da, bir ara Barbara’ya, ‘bir sinema mitosu’na dönüşmeden önce tıpkı kendisi gibi bir video-clup’ta çalışan Tarantino’yu örnek aldığını, onun gibi filmler çekmek istediğini dile getiriyor.) Üstelik İbo’nun da ilişkisi, çocuk sahibi oluşuyla birlikte şirazesinden çıkıyordu. Her iki filmin izleğinin hemen hemen aynı olduğunu iddia edebiliriz sanıyorum.

Sonuç? Aramızda Bebek Var hafif kendini iyi hisset motifleriyle süslenen, üzerine kafa yorulmuş, gayet incelikli bir çalışma. Oyunculukları üst kertede, yönetimi de hakeza. Modern insanın ebeveyn olamayışının bu dokunaklı hikâyesini, kaçırmamakta yarar var.

Ercan Dalkılıç

***

 Arıza Aşk (Bellflower)

[xrr rating=1.5/5]

Yönetmen: Evan Glodell

Senaryo: Evan Glodell

Oyuncular: Evan Glodell, Tyler Dawson, Jessie Wiseman

Yapım: 2011 / ABD / 106 dk.

Sinemada video-klip estetiğinden pek haz etmiyorum. Ülkemizde daha önce !f 2012’nin Hit Filmler başlığı altında gösterilen Arıza Aşk (Bellflower) video-klip estetiğiyle kotarılan bir bağımsız sinema örneği. Aynı zamanda filmin eksen karakterlerinden Woodraw’ı da canlandıran Evan Glodell’in yazıp yönettiği film, aşk ve ihanet temaları çevresinde gelişen bir hikâyeyi anlatıyor esasen.

Sepyaya yakın tonla çalışılan bir görüntü yönetimi var filmin; açıkçası ben bu renge bir anlam veremedim film boyunca ve beni hayli rahatsız etti. Filmin dramatizasyonunun da çok güçlü olduğunu düşünmüyorum. Kesintili bir anlatım tutturmuş yönetmen. Bu avangard bir anlatım biçimi mi, ondan da pek emin değilim açıkçası. Yukarıda da belirttiğim gibi, video-klip estetiğine ben bir türlü ısınamadığım sinemada. Belki de Arıza Aşk’ın sırrına vakıf olamamışımdır bu yüzden, bilemiyorum. Ama Glodell’in filminin benim meşrebim olmadığı çok açık.

Ercan Dalkılıç

 ***

Prenses ve Avcı (Snow White and the Huntsman)

[xrr rating=2/5]

Yönetmen: Rupert Sanders

Senaryo: Evan Daugherty, John Lee Hancock, Hossein Amini

Oyuncular: Kristen Stewart, Chris Hemsworth, Charlize Theron

Yapım: 2012 / ABD / 127 dk.

Şimdiye kadar pek çok kez sinemaya uyarlanan Grimm Masalları, son yıllarda serbest uyarlama mantığıyla daha çok gotik ve fantastik türe ait örneklerle önümüze geliyor. İlk filmini çeken Rupert Sanders‘in ‘masalı’, bilinen Pamuk Prenses’ten biraz farklı. En başta, adı bile ‘Yedi Cüce’siz! Kötü kalpli kraliçenin yanında ‘tetikçi’ bir erkek kardeşi var.

Filmin adından anlaşılabileceği gibi, bu masalda avcıya da ‘ulvi’ görevler düşüyor. Prens ise oldukça silik. Ve sonunda mesele dönüp dolaşıp Jean D’Arc efsanesine geliyor. Kötü kalpli kraliçe, hain bir pusuyla giriyor kaleye. Henüz küçük bir kız olan Pamuk Prenses, babasını öldürüp onun yerine geçen kraliçeden kaçamıyor. Çocukluk aşkı William ve onun babası, son da kendilerini kurtarıp kalan kale ahalisiyle birlikte yeni bir hayata başlar. Kaleye hapsedilen prenses zamanla büyür, güzelliği ortaya çıkar. Güzelliğini sonsuza kadar sürdürmek isteyen kraliçe, sihirli aynasının sözüne uyarak Pamuk Prenses’i yok etmek ister, ama elinden kaçırır. Peşinden bir avcı gönderilir; karısını kaybetmiş, hayattan bezmiş bir avcı. Vaktiyle Kara Orman’dan bir tek o sağ çıkabilmiştir. Yedi Cüceler ise hayli sonra, üstelik özgürlük savaşçıları olarak ortaya çıkar. Öte yandan William, çocukluk aşkının yaşadığını duyunca peşine düşer. Prenses, kötü kalpli kraliçeye karşı ahaliyi ayaklandırıp ordunun başına geçer ve kaleye saldırır. İşin ‘mutlu son’ cephesinde yeni bir şey yok. Sadece, hayli zayıf ve gereksiz bir soru işareti: Pamuk Prenses avcıyla mı evlenecek, prensle mi? Senaryonun en önemli buluşu da bu soru işaretinde zaten!

Grimm Masalları, sinema için hayli bereketli bir hazine. Son yıllarda bu masalların Hollywood cephesindeki işlenişi, aslına sadık kalmaktan ziyade onları modernize etme eğiliminde. Esasında, çok isabetli bir tercih. Fakat bu modern ‘aşılama’ yöntemi, anomaliyle sonuçlanıyor; ortaya da sinema adına ‘ucubeler’ çıkıyor. Geçtiğimiz yıl, Amanda Seyfried‘ın başrolde oynadığı Kırmızı Başlıklı Kız uyarlaması, -yönetmeninden olsa gerek- bir Alacakaranlık hikâyesine soyunmuş, hatta bir parça Yeşilçam melodramına bile meyletmişti. İki ay önce gösterime giren, Julia Roberts‘lı Pamuk Prenses filmi, kendini feminist sinemaya adamıştı. Lilly Collins‘in oynadığı Pamuk Prenses de ‘zıpırlığıyla’ erkekleri perdeden silmişti.

Pamuk Prenses ve Avcı ise prensesi ‘aşırı’ masumiyetin sembolü olarak ele alıyor. Kristen Stewart‘ın da etkisiyle filmin ‘pamuk’u, Alacakaranlık serisinin kurtadamları arasında kalan ‘Bella’ya dönüşüyor. Bir ara (Kara Orman’daki sahnelerde), gerilim filmlerinin mağdur kızı olarak görüyoruz. Filmin sonuna doğru ise prenses, birden Jean D’Arc olup ordunun başına geçiyor ve erkeklere kumanda ediyor. Bu kadar inişli çıkışlı bir karakter ve onun ruh hâli fazlasıyla fantastik, oyunculuk için de çok zor. Nitekim, bunun altından kalkamayan Kristen Stewart da, ‘kötü oynadığı filmler’ listesine bir çentik daha atıyor. Charlize Theron ise, alabildiğine itici ve kötü performansıyla şimdiden Razzie’lerin en büyük favorisi. Ödülü alırsa bunun en büyük sorumlusu filmin senaristleri olur. Hiçbir karakteri derinlemesine ele alamayan senaryo, bir de kötü kalpli kraliçeye feminist dokunuşlar yapmaya çalışınca ortaya çıkan karakter hepten havada kalıyor. Thor‘un çekiçli uzaylısı Chris Hemsworth, garip bir şekilde, oyuncu kadrosunun en iyisi!

Bütün bu eksi yönlerinin yanında, işini iyi yapanlar da var film ekibinde. Filmin sanat ve görüntü yönetimi çok başarılı. Özellikle, Kara Orman’da geçen sahnelerdeki atmosfer ve ince işçilik takdiri hak ediyor. Aynı şekilde, periler ormanındaki bölümler de etkileyici. Kısa sürse de, ‘dev’ sekansı filmin fantastik tarafını güçlendiren bölümlerden. Sözün özü, Pamuk Prenses ve Avcı; klasik bir masalı, fantastik bir ‘intikam’ hikâyesi olarak yeniden kurgulamak gibi özgün bir fikrin, başta senaryo olmak üzere oyuncu ve yönetmen zaaflarıyla heba edildiği bir film.

 Ali Koca

VİZYONA GİREN DİĞER FİLM:

Prometheus

Yönetmen: Ridley Scott

Senaryo: Jon Spaihts, Damon Lindelof

Oyuncular: Noomi Rapace, Logan Marshall-Green, Michael Fassbender

Yapım: 2012 / ABD / 124 dk.

 

 

İlginizi çekebilir...

Vizyon

Alex Garland bize, çok da olası görünmeyen bir iç savaş filmi sunarken aslında zeminini sağlam bir temele oturtuyor.

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et