BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Sinema dünyasının Oscar mesaisi nihayet sona erdi. Fakat Oscar yapımları ardı ardına gelmeye devam ediyor sinemalarımıza. Bu hafta sinemalarımıza konuk olan iki Amerikan yapımından öne çıkanı J. Edgar, Eastwood’un Amerikan siyasi tarihinin önemli figürlerinden John Edgar Hoover’u anlattığı tarihi bir drama. Daha çok aksiyon filmleri yöneten McG’in yönetmenlik koltuğunda oturduğu ajan komedisi İyi Olan Kazansın, haftanın diğer bir Amerikan yapımı olarak dikkat çekiyor. Haftanın tek yerli yapımı, Tolga Çevik’in hem yazdığı hem de başrolünü üstlendiği Sen Kimsin? ise tahmin edilebileceği üzere bir komedi denemesi... Herkese iyi seyiler…

Ercan Dalkılıç

Bu Hafta Vizyona Giren Filmler (2 Mart 2012)

Sinema dünyasının Oscar mesaisi nihayet sona erdi. Fakat Oscar yapımları ardı ardına gelmeye devam ediyor sinemalarımıza. Bu hafta sinemalarımıza konuk olan iki Amerikan yapımından öne çıkanı J. Edgar, Eastwood’un Amerikan siyasi tarihinin önemli figürlerinden John Edgar Hoover’u anlattığı tarihi bir drama. Daha çok aksiyon filmleri yöneten McG’in yönetmenlik koltuğunda oturduğu ajan komedisi İyi Olan Kazansın, haftanın diğer bir Amerikan yapımı olarak dikkat çekiyor. Haftanın tek yerli yapımı, Tolga Çevik’in hem yazdığı hem de başrolünü üstlendiği Sen Kimsin? ise tahmin edilebileceği üzere bir komedi denemesi… Herkese iyi seyiler…

Sinema dünyasının Oscar mesaisi nihayet sona erdi. Fakat Oscar yapımları ardı ardına gelmeye devam ediyor sinemalarımıza. Bu hafta sinemalarımıza konuk olan iki Amerikan yapımından öne çıkanı J. Edgar, Eastwood’un Amerikan siyasi tarihinin önemli figürlerinden John Edgar Hoover’u anlattığı tarihi bir drama. Daha çok aksiyon filmleri yöneten McG’in yönetmenlik koltuğunda oturduğu ajan komedisi  İyi Olan Kazansın, haftanın diğer bir Amerikan yapımı olarak dikkat çekiyor. Haftanın tek yerli yapımı, Tolga Çevik’in hem yazdığı hem de başrolünü üstlendiği Sen Kimsin? ise tahmin edilebileceği üzere bir komedi denemesi… Herkese iyi seyiler…

J. Edgar

[xrr rating=2/5]

Yönetmen: Clint Eastwood

Senaryo: Dustin Lance Black

Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Naomi Watts, Armie Hammer

Yapım: 2012 / ABD / 137 dakika

 

1924’ten ölümüne değin FBI başkanlığını yapmış olan John Edgar Hoover, 30’lar boyunca John Dillinger, Bebek Yüzlü Nelson gibi ‘halk düşmanlarıyla’ mücadele etmiş, komünist avında Cumhuriyetçi Joseph McCarthy’nin en önemli omuzdaşlarından biri olmuş, iddialara göre JFK suikastına dahi bulaşmıştı. Clint Eastwood’un yönetmen koltuğunda oturduğu J. Edgar, yakın dönem Amerikan tarihinin öne çıkan ve çokça tartışılan işte bu figürünü mercek altına alıyor.

J. Edgar, aşağı yukarı elli yıl gibi çok uzun bir zaman aralığını kapsayan bir hikâyeyi anlatıyor. Dolayısıyla Hoover’ın Roosevelt’e yaptığı baskı, Martin Luther King’e karşı yürüttüğü karalama kampanyası vb. önemli siyasi olaylar bir çırpıda geçip gidiyor gözlerinizin önünden. Milk’in de senaryosunu kaleme alan, Oscar’lı senarist Dustin Lance Black, dramatik olarak bir bağlam etrafında örmemiş hikâyesini. Hal böyle olunca da, ortaya deyim yerindeyse tam bir ‘keşmekeş’ çıkmış. Her şeye değinip geçen bir metinden ziyade, sözgelimi komünist avı sürecinden yola çıkılarak çizilecek bir Hoover portresi çok daha başarılı olurdu bana kalırsa.

Hoover’ın özel kimliğini de yeterince ele almamış film; özellikle ‘hayat ve iş arkadaşı’ ajan Clyde Tolson ile arasındaki ilişki epey yüzeysel bırakılmış. Hâlbuki Tolson, Hoover için en az annesi kadar önemli bir kişi anladığımız kadarıyla. Filmin elle tutulur tek yanıysa Hoover karakterinin annesiyle olan Psycho’vari ilişkisini derinlemesine işleyebilmesi olmuş. Hoover, neredeyse Norman Bates kadar hastalıklı biri, elinde gelse annesinin cesediyle bile yaşayabilecek raddede bağlı annesine. Hoover’ın cross-dresser olduğu da unutulmamış filmde, bu ince detay karakterin ödipal boyutuna da katkıda bulunmuş aynı zamanda.

Amerikan derin devletini inşa eden John Edgar Hoover’a dair objektif bir biyografi denemesi olarak nitelenebilecek J. Edgar, Eastwood filmografisindeki en zayıf halkalardan biri sonuç olarak.

Ercan Dalkılıç

****************************************

Sen Kimsin?

[xrr rating=2.5/5]

Yönetmen: Ozan Açıktan

Senaryo: Levent Pala, Tolga Çevik, Ozan Açıktan

Oyuncular: Tolga Çevik, Köksal Engür, Toprak Sergen

Yapım: 2012 / Türkiye

 

Tolga Çevik’in hikayesini yazıp baş rolünde oynadığı Sen Kimsin? filmini izlerken, “Komedi Dükkanı 333. Bölüm” seyrediyor hissine kapılmamak imkansız. Tek sahnede, absürd soyutlamalar yerini, daha ‘gerçekçi’ mekanlara bırakmış. Üstelik Salih Abi’nin yerine, onun kadar marifetli Köksal Engür geçmiş. Komedi Dükkanı’ında eksikliği hissedilen “eküri sorunu” böylece, bu film için çözülmüş.

 Tuluat tiyatrosu ile durum komedisi (sit-com) arasında gidip gelen Sen Kimsin?, gülmece filmleri arasında kendisine anılmayı hak edecek bir yer bulacak mı, göreceğiz. Ancak, hikayeyi de yazan oyuncu olduğuna göre, Tolga Çevik’in kendisini ispatlama stresinin filmin her karesinde hissedildiğini söylemeden geçemeyiz. Robert de Niro taklitinden, “Guantanamera esprisi”ne, Hacivat-Karagöz tuluatlarından Ayna esprisine kadar tüm “sahneler” Tolga Çevik’i öne çıkaracak şekilde “yazılmış”. Bu haliyle, ne yazık ki, Komedi Dükkanı’nın herhangi bir versiyonu olmaktan öteye gidemeyen Sen Kimsin?, filmin özünün oyuncu değil hikaye olduğu temel gerçeğini ıskalamış görünüyor.

Elbette ki, pek çok gülmece iddiasıyla yapılan melodram yüklü filme bakarak, hikayesi sadece gülmek üzerine kurulu Sen Kimsin?‘i, seyircisini ajitasyonla uyutmadığı için kutlayabiliriz. Zengin ailenin güzel kızının kaçırılmış olması, “salak kahramanlara” gülmemiz için uzatılan anahtardan başka bir şey değildir. Ancak, Komedi Dükkanı örneği üzerine filmin hikaye kurgusunun ve oyuculuğun kurulması, sanırım bu “kolaycılık” nedeniyle, başarı şansını olumsuz etkileyecek gibi görünüyor. Tolga Çevik’in aslında, ispatlamak zorunda olmadığı bir oyunculuk kapasitesine sahip olduğunu bildiğimizi ve ekip çalışmasını esas alarak daha başarılı çalışmaların ortaya çıkacağına inandığımızı da ekleyelim.

Ali Rıza Özkan

*****************************************

İyi Olan Kazansın (This Means War)

[xrr rating=0.5/5]

Yönetmen: McG

Senaryo: Timothy Dowling, Simon Kinberg, Marcus Gautesen

Oyuncular: Reese Witherspoon, Tom Hardy , Chris Pine

Yapım: 2012 /ABD / 97 dk.

 

Romantik komediler sinemanın altın çağından bu yana temcit pilavı kıvamında varlığını sürdüren bir tür. Aslında bir süre unutulması ve doksanlarda yeniden hayat bulması (Özel Bir KadınPretty Woman müsebbibidir bu gelişimin) ile yeniden kazandırıldı sinemaya. Ne romantik komediler gördük diyebiliriz. Gördük görmesine de sizi bilmiyorum ama bana hiçbiri Roma Tatili (Roman Holiday, 1953), Bir Gecede Oldu (It Happened One Night, 1934) veya Philadelphia Hikayesi (The Philadelphia Story, 1940) gibi filmlerin verdiği zevki vermedi.

İyi Olan Kazansın, romantizm, komedi ve aksiyonu bir araya getirmeye çalışmış bir film. Yönetmenin (McG) Charlie’nin Melekleri (ikisi birden) ve Terminatör: Kurtuluş (Terminator Salvation) gibi geçmişi olunca filmin aksiyon yönünün bulunması çok da tesadüf değil. Yalnız filmin aksiyonu sadece sos niyetine kullanılıyor, bir nevi romantik bir komediye erkek izleyici kazandırma / çekme yöntemi olarak da yorumlayabiliriz bu çabayı.

İki ajan var filmde, bunlar, Tom Hardy’nin canlandırdığı Tuck ve Chris Pine’nın canlandırdığı FDR Foster. Bu iki ajanın arzu nesnesi kıvamında bir rolle de Reese Witherspoon (Lauren) çıkıyor karşımıza. Witherspoon o kadar sempatik bir kadın ki seksilik üzerine sonradan eklenmiş gibi duruyor. Şimdiye kadar inişli çıkışlı performanslarını izledik, romantik komedilerde de oynadı ancak hiçbir filmde –en azından benim izlediklerim arasında- hiç bu kadar sırıttığını görmemiştim.

Bu tarz filmlerde oyunculara biçilen role inanmadığınız anda tüm zemin yıkılır. Olmayan bir zemin üzerine bir filmi inşa etmek zordur haliyle. Filmde erkekler de kadınlar da çok tipik çizilmiş. Tamam, iki erkek oyuncunun çekiciliğin zirvesinde olmaları kadının da aynı şekilde tam âşık olunacak kadın hali çizmesi bu tarz filmlerin seyirciye yutturulacak haplarından biri olabilir. Ama çizdiğiniz tipleri bu kadar klişe cümlelerle yaklaşır, jest ve mimiklerini bile bu kadar inandırıcılıktan yoksun kılarsanız elinizde işte İyi Olan Kazansın gibi bir film kalır.

Filmin serim bölümünde bize tanıtılan kahramanlarımızdan Tuck (Tom Hardy), başından bir evlilik geçmiş, oğlu olan, kadınlara nisbeten nazik ve şefkatli davranan bir erkek. Bu haliyle de daha çekilebilir biri. FDR Foster (Chris Pine) ise snob, ukala tavırlarıyla açıkça ehlileştirilmek istediğini bangır bangır bağıran bir tip. Tabiî ki bu iki erkek arasında kalan güzel kızımızın “erkek ihtiyacı” eski sevgiliye atılacak bir havadan ibaretken birden aşka evrilebiliyor. Klasik işleyişle kızla erkeğin (tabiî burda iki erkek) karşılaşması, hoşlanma, taktik, bocalama yine taktik ve doğru davranışı bulabilme… Tüm bu yollardan geçiyor film. Yalnız bu yollardan geçerken erkeklerin ajan olması sebebiyle kızın hiç özel hayatının kalmaması filmin zaten bozuk olan yapısına bir de ahlak yanlışlıklarını ekliyor. Bu açıdan da çok rahatsızlık veriyor izleyene. Uzun sözün kısası, İyi Olan Kazansın hem etik açıdan hem de film dinamikleri açısından zevk vermeyen bir seyirlik. Ancak Tom Hardy’nin varlığı filmi daha izlenebilir kılıyor diyebilirim.

Seçil Toprak

************************************

.

İlginizi çekebilir...

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et