BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Steven Soderbergh’in yönetmenliği bırakacağını açıkladıktan sonra üst üste çektiği filmlerin en yenisi Acı Reçete (Side Effects) bu hafta ülkemizde gösterime giriyor. Acı Reçete (Side Effects) en başta atmosfer kurma becerisiyle dikkat çeken bir yapım. Açılış sahnesi Hitchcock’u anımsatıyor.

Ercan Dalkılıç

Bu Hafta Vizyona Giren Filmler (26 Nisan 2013)

Steven Soderbergh’in yönetmenliği bırakacağını açıkladıktan sonra üst üste çektiği filmlerin en yenisi Acı Reçete (Side Effects) bu hafta ülkemizde gösterime giriyor. Acı Reçete (Side Effects) en başta atmosfer kurma becerisiyle dikkat çeken bir yapım. Açılış sahnesi Hitchcock’u anımsatıyor.

Lanetli Kan: Masumiyetin Sonu

Bu hafta dokuz film vizyona giriyor. Serkan Çellik sizin için içlerinden ikisini mercek altına aldı. Bunlardan ilki, 2000 yılında Traffic filmiyle En İyi Yönetmen Oscar’ını kucaklamış olan ünlü yönetmen Steven Soderbergh‘in yönettiği Acı Reçete (Side Effects). İkincisi ise dünya prömiyerini 62. Berlin Uluslararası Film Festivali’nde yapan Kuma. İstanbul Film Festivali’nde de izleyiciyle buluşmuş olan, Güney Koreli Park Chan-wook yönetmenliğindeki Lanetli Kan filminin değerlendirmesi Ali Abaday‘ın kaleminden sizlerle. Son olarak; Ercan Dalkılıç, 19. Altın Koza Film Festivali’nde FİLM YÖN Jürisi ‘En İyi Yönetmen’ ödülüne layık görülen, Erden Kıral‘ın son filmi Yük‘ü yazdı… Herkese iyi seyirler.

Acı Reçeteaci_recete_afis

Side Effects

Yönetmen: Steven Soderbergh

Senaryo: Scott Z. Burns

Oyuncular: Rooney Mara, Channing Tatum, Jude Law, Catherine Zeta Jones

Yapım: 2013/ ABD/ 106 dk.

Steven Soderbergh’in yönetmenliği bırakacağını açıkladıktan sonra üst üste çektiği filmlerin en yenisi Acı Reçete (Side Effects) bu hafta ülkemizde gösterime giriyor. Acı Reçete (Side Effects) en başta atmosfer kurma becerisiyle dikkat çeken bir yapım. Açılış sahnesi Hitchcock’u anımsatıyor. Görülen hediye ve yerdeki kanın kime ait olduğu sorusu ile tırmanmaya başlayan gerilim, müziğin de yardımıyla ilk yarı boyunca seyirciyi diken üstünde tutmayı başarıyor. Soderbergh gözlemci kamera hareketleriyle olayları yöneten değil izleyen konumunda. Bazen usul usul, bazen hararetle takip etmiş karakterlerini. Öykü gelişimine odaklanmış senaryonun da yardımıyla; yan yollara sapmadan, orada burada vakit kaybetmeden, heyecanlı gelişmeleri bir bir aktarmış. Üstün olmasa da, iş görür bir yönetmenlik tutturmuş.

aci_recete1

Seveni kadar nefret edeni de bulunan Soderbergh’in hakkının teslim edilmesi gereken ilk husus; yılda iki-üç kalburüstü ve birbirinden farklı film gösterime sokabilecek kadar üretken bir sinemacı oluşu. 2001 yılında iki filmiyle aynı anda (Trafik ve Erin Brockovich) En İyi Yönetmen Oscar’ına aday gösterilerek kariyerinin zirvesini gören isim, çeyrek asırdır film çekmesine rağmen ilk uzun metrajı Sex, Lies, and Videotape’i geçebilmiş değil. Yine de ürettikleri her daim eli yüzü düzgün kaldı. Bu yazının konusu Acı Reçete için son beş yılda yaptığı en iyi film denebilir.

aci_recete2

Acı Reçete’nin senaryosunun baştan üçte ikisi, Brian De Palma gibi bir ustanın eline geçse başyapıt olabilecek kadar iyi yazılmış. Amerika’daki özel kliniklerin işleyişi, ilaç firmalarının yalanlar üzerine kurulu politikaları, hekimlerin maddiyat uğruna yapabilecekleri, ilaçların hastaları kobay olmaya itecek kadar pahalı oluşu ve mümessil yemekleri gibi gerçek detaylarla çevrelenmiş tüm metin. Ve bunları aktarırken asıl entrikayı dağıtmak bir yana, zenginleştirmeyi becermiş senarist Scott Z. Burns. Tehlikenin nereden geleceğini kestirmemize fırsat vermeyen, ürkütücü bir gerilim kurmuş. İkinci perdede bunun ekmeğini yeme kolaycılığına kaçmak yerine, rotasını değiştirip paranoya filmlerine selam çakmış. Bu sayede hem öyküye yeni bir yön verebilmiş hem de dinamizmi korumuş. Ancak daha da fazlasını yapabilirim diye düşünerek üçüncü perdeyi sürprizlerle doldurmayı denemiş. Bu karmaşa belki kâğıt üzerinde, belki de son kurguda çözülemediğinden; film dağılmış. Uygar Şirin’in tanımıyla “pespaye bir gerilim olmuş”.

aci_recete3

Oyunculara da değinmek gerekirse; Jude Law’ı kendisine çok yakışan rollerden birinde görmenin güzelliğinden bahsedebiliriz: Eğitimli, modern, orta yaşlı İngiliz beyefendisi. Fincher imzalı Ejderha Dövmeli Kız (The Girl with the Dragon Tattoo) ile tanınan Rooney Mara’nın da şimdilik en iyi performansı bu filmdeki. Catherine Zeta-Jones aynı mimiklerle kim bilir kaçıncı kez “işini” yapmış. Channing Tatum ise soyunmadığı için varlığını hissettirememiş.

aci_recete5

Acı Reçete koltuğuna gömülüp sağlam bir entrika izlemek isteyenleri memnun edecek, eve gidip Hitchcock ve De Palma arşivinize göz atma isteği doğurtacak, eğer benim gibi sevmiyorsanız; Soderbergh ile barışmanıza vesile olacak başarılı bir film.

Serkan Çellik

* * *

Kuma kuma_afis

Yönetmen: Umut Dağ, Petra Ladinigg

Oyuncular: Nihal Koldaş, Begüm Akkaya,

Vedat Erincin, Dilara Karabayır

Yapım: 2012/ Avusturya/ 93 dk.

Kuma; Avrupa’da yaşayan bir Kürt yönetmenin, son yıllarda en çok Fatih Akın‘dan tanıdığımız hassasiyetlerini içeren bir ilk film. Ustalıkla gerçekleştirilmiş bir sanat eseri olmadığından, konusundan bağımsız ele almak pek akıl işi değil. O yüzden bu yazı bolca sürpriz bozan içermektedir. İzlemeden okumayın.

kuma1

Umut Dağ‘ın “işlevsiz” ailesi ölüm döşeğinde bir kadın, geleneklerine uygun hareket eden bir baba, eşcinsel bir erkek evlat ve annesiyle iletişim kuramayan asi bir kız çocuktan oluşuyor. Avusturya’da iyi kötü geçinip giden, Türkiye’deki akrabalarıyla da bağı koparmayan bu aile, annenin ölümünün ardından baba yalnız kalmasın diye köyden bir kız almaya karar veriyor. İnandırıcılık problemi burada başlıyor. Küçük geline evin oğluyla davullu zurnalı düğün çalınıyor. Köylüden gelinin ailedeki hangi erkekle evlendiği gizleniyor. Ülkemizde böyle bir paravana ihtiyaç duymadan çocuk yaşta kızların ailelerinin istediği kişiyle evlendiğini bilmek için sosyolojik araştırmalara gömülmeye lüzum yok. Senarist Petra Ladinigg herhangi bir Türk gazetesini eline alsa, bu bilgiye vakıf olabilirdi. Belki de biliyordu ancak filmin ilk on beş dakikasını renklendirmek için böyle bir şaşırtmaca koydu senaryosuna. Ne yazık ki dramatik yapıyı çatmadan numara çekmeye meylederek 1-0 mağlup başlamış oyuna.

kuma2

Filmin harikalar diyarında geçen gelişme bölümü şaşkınlık içinde izlenen cinsten. Kuma geldiği evde, evin hanımı tarafından kanatları altına alınan Fatma’nın bitmek bilmez güler yüzü, zorla kendini sevdirme çabası ve her kötülüğü anlayışla karşılayışı inandırıcılığı yerle bir ediyor. Kızın yaşının küçüklüğüyle, gurbette iyi olmaktan başka çaresi olmayışıyla ya da evin hanımı Fatma’nın iyiliklerine karşılık vermek istemesiyle açıklanamayacak bir naiflik bu. Kâğıt üzerinde çözülemeden sete taşınmış bu ve benzeri ikilemlerde belli ki oyunculara güvenilmiş ancak Begüm Akkaya’nın bu denli ip üstünde bir karaktere hayat verecek yeteneğe sahip olmadığı gerçeği ıskalanmış. Kuma‘nın en çok konuşan karakteri kanser hastası anne. Tiyatro yönetmeni Nihal Koldaş‘ın canlandırdığı Fatma, Umut Dağ‘ın yarattığı Melekler Şehri’nin yerel yöneticisi. Koldaş‘ın bedeninde can bulan üzüntü de, sevinç de, haykırma da, ölüme gidiş de abartılı ve rahatsız edici düzeyde yapay. Filmin ayaklarından birini kıran bizzat kendisi. Gerçi bütün oyunculukların kötü olduğu bir filmde aktör ve aktrislerden çok onları yönetene bakmak lazım.

kuma3

Kadrodan sınıfı geçmeye yaklaşan tek isim Murathan Muslu. Canlandırdığı Avrupa’ya uyum sağlamış bıçkın göçmen genci Hasan’a, en azından vücut diliyle karşılık bulmayı başarmış. Birkaç sahnede gördüğümüz ve neden orada olduğu belli olmayan karikatür gay arkadaşına inat, doğru oynamış. Kuma’da zıvanadan çıkan o kadar çok durum var ki, hangi birine değinsem bilemedim. Mesela babası yaşında adama hizmetçi ve seks işçisi olarak gelen Fatma’nın hayatından memnun hali, evin oğluna meyletmesi ve ondan yüz bulamayınca marketteki çocukla yatmaya başlaması şok edici. Yaratıcılarının bunları izleyiciyi sarsmak için yaptığı ortada tabi ama onlar etkilenmemizi amaçlarken biz ‘yok artık’ diyerek izliyoruz filmi. Aklına gelen her şeyi ama her şeyi daktilosuna boca etmiş Ladinigg. Bir solukta, ülkemizle ilgili bildiği tüm çarpıklıkları aktarmak istemiş. Şişirmiş senaryosunu, inandırıcılığı öldürmüş, ciddiye alınması imkânsız bir işe imza atmış.

kuma4Hiç mi iyi yanı yok derseniz; annenin, kumanın kendisini ve kocasını aldattığını öğrendikten sonra yaptıklarını örnek gösterebilirim. İnsanların işlerine geldikçe iyi kaldıklarını, çıkarlarına zarar geldiği anda canavara dönüşmelerini iyi yansıtmış Dağ. “Bardak yıkatmaya kıyamadığınız birini ertesi gün tekme tokat dövebiliyorsanız, sizin her şeyiniz yalandır” demeyi başarmış.

kuma5Haneke’nin öğrencisi etiketiyle pazarlanan Umut Dağ için söyleyebileceğim şu: Başarılı bir öğretmenin sınıfında oturmuş herkes onun yarısı kadar iyi olsaydı, dünya bambaşka bir yer olurdu. Ama işler öyle yürümüyor. Kendi başına eline bir kamera alıp izleyenlerin hayatını değiştirebilen yönetmenler, kimseden öğrenmeden keşfeden, icat yapan bilim insanları varken; ne okulunuzun ne de hocalarınızın önemi var artık: Sonuca bakılır.

Serkan Çellik

* * *

lanetli_kan_afisLanetli Kan

Stoker

Yönetmen: Park Chan-wook

Senaryo: Wentworth Miller, Erin Cressida Wilson

Oyuncular: Mia Wasikowska, Matthew Goode, Nicole Kidman, David Alford

Yapım: 2013/ ABD – BK/ 99 dk.

* * *

Genç bir kızın 18. yaşgününde babasının ölümünden sonra yaşadıklarını anlatan Lanetli Kan (Stoker) Hitchcockvari anlatımıyla son dönemin en iyi gerilim filmlerinden biri. İntikam üçlemesiyle adını geniş kesimlere duyuran Park Chan-wook kimi sahnelerde Hitchcock’a atıflar yaptığı oldukça belli olan filmi Lanetli Kan’da izleyiciyi şaşırtmayı oldukça iyi beceriyor.

lanetli_kan2

Gerilim sineması denince çoğu sinemaseverin aklına gelen ilk isim Alfred Hitchcock’tur. Adı gerilim sinemasıyla özdeşleşmiş olan büyük ustanın etkilerini de kimi filmlerde görmek hâlâ mümkün. Bu duruma son örnek ise gösterime yeni gire Lanetli Kan (Stoker). Güney Koreli yönetmen Park Chan-wook’un İngilizce çektiği ilk film olan Lanetli Kan her ne kadar Drakula’nın yazarı Bram Stoker’ı çağrıştırsa ve senarist Wentworth Miller ilk başta Stoker’dan esinlendiğini söylese de bir vampir filmi değil. Bir aile draması tadında olan yapım, son dönemde sinemalara gelen belki de en iyi gerilim filmi.

lanetli_kan1

India Stoker (Mia Waskisowska) 18. doğum gününde oldukça kötü bir haber alır ve dünyası altüst olur. Birlikte ava çıktıkları, herkesten çok sevdiği babası Richard (Dermot Mulroney) bir trafik kazasında can vermiştir. Ani iniş ve çıkışları olan annesi Evelyn (Nicole Kidman) ile katıldığı cenaze töreninde hiç tanımadığı, sürekli seyahatte olduğu söylenen gizemli ve karizmatik amcası Charlie (Matthew Goode) ile tanışır. Charlie bir süre India ve Evelyn ile kalacağını söyler. İlk başta Charlie’nin varlığı India’ya biraz garip gelir. Annesiyse bu etkileyici adamın çekimine kapılmış gibidir. India bir sabah evin kahyası Bayan McGarrick (Phyllis Somerville) ile Charlie’nin tartıştığını görür. Ancak bu tartışmadan sonra McGarrick bir daha ortalarda gözükmez. Charlie onun şehirden ayrıldığını söyler. Bu arada cenaze için şehre gelmiş olan büyük hala Gwendolyn (Jacki Weaver) Evelyn’e Charlie hakkında bir şeyler söylemek istemektedir fakat Evelyn buna izin vermez. Çoğu insanın duyamayacağı kadar kısık sesleri duyan, çok küçük ayrıntıları bile gören India bir yandan amcasının varlığına alışmaya, bir yandan da okulda yaşadığı sorunlarla baş etmeye çalışmaktadır.

lanetli_kan3

Yazıya devam etmeden bir uyarıda bulunmakta yarar var. Yazının bu noktasından sonrası kimi sinemaseverler ve Hitchcock hayranları için spoiler olabilir. Wentworth Miller senaryoyu yazarken özellikle Hitchcock’un kendisinin en sevdiği filmi olarak nitelendirdiği Şüphenin Gölgesi’nin (Shadow of a Doubt) etkisinde kaldığı açık. Zaten senarist de bunu saklamıyor. Hatta iki filmde de amcanın adının Charlie olması tesadüf değil. Alice Harikalar Diyarında’dan (Alice in Wonderland) tanıdığımız Mia Waskisowska ile Matthew Goode’nin uyumu sayesinde, ikilinin arasında yaşanan hafif gerilimli ilişki perdeye oldukça iyi yansıyor. Özellikle India ile Charlie’nin birlikte piyano başına oturdukları sahne filmin en hoş bölümlerinden biri.

lanetli_kan5

Lanetli Kan belli bir esrar perdesi etrafında yürüyor. Seyirci bir taraftan sürekli o esrarı çözmek için uğraşıp, kimi ipuçlarını birleştirse de Park Chan-wook’un ustalığı sayesinde filmin ne temposu düşüyor ne de merak edilen sorular filmin sonuna kadar cevap buluyor. Filmi en iyi anlatan sahne sanırım India’nın resim dersinde geçen bölüm. Bu sahne filmin genelini oldukça iyi özetliyor. Roman Polanski Rosemary’nin Bebeği (Rosemary’s Baby) filminde sürekli seyirciyi diken üstünde tuttuğu halde, filmin bir sahnesi hariç hiçbir korku öğesini kullanmamıştı. Bu tür bir yaklaşım Lanetli Kan’da da mevcut. Sürekli bir şey olacak hissiyatı ve beklentilerin kimi noktalarda boşa çıkması ya da yaratılan sürprizler sayesinde film izleyiciyi sürekli tetikte tutuyor. Tabii Rosemary’nin Bebeği’nden farklı olarak bazı kanlı sahneler mevcut ama onlar da son dönem filmleriyle kıyaslanınca oldukça az.

lanetli_kan6

İstanbul Film Festivali’nde kimi sinema severlerin izleme olanağı bulduğu Lanetli Kan son dönemin en iyi gerilim filmlerinden biri. Gerilim filmlerinden hoşlananlar, Park Chan-wook ve Alfred Hitchcock hayranları, bir de Çağatay Yaşmut’un yeni Başkomiser Galip kitabını bekleyenler Lanetli Kan’ı seveceklerdir.

Ali Abaday

* * *

Yük yuk_afis

Yönetmen: Erden Kıral

Senaryo: Erden Kıral

Oyuncular: Nadir Sarıbacak, Tülin Özen, Tansu Biçer

Yapım: 2012/ Türkiye/ 80 dk.

 

Bereketli Topraklar Üzerinde ve Hakkari’de Bir Mevsim gibi sinema tarihimizde önemli bir yeri bulunan filmlere imza atmış büyük yönetmen Erden Kıral, en son Vicdan ile karşımıza çıkmıştı. Vicdan‘da, Zeki Demirkubuz’vari saplantılı alt-sınıf ilişkilere dalan yönetmen, ne yazık ki pek üstünden gelememişti bu işin. Sonuçta da ortaya ‘olmamış’, özenti bir ‘film yarısı’ çıkmıştı. İlk gösterimi 19. Altın Koza Film Festivali’nde yapılan ve bu festivalde FİLM YÖN Jürisi ‘En İyi Yönetmen’ ödülüne layık görülen Kıral’ın yeni filmi Yük‘ün de, pek Vicdan‘dan aşağı kalır yanı olduğunu söyleyemeyiz.

Kıral’ın alt-sınıfların ilişkilerine dair saplantısı Yük ile devam ediyor gördüğümüz kadarıyla. Cemal (Nadir Sarıbacak), geçmişte bir adam öldürür ve hapisten çıktıktan sonra bir madende çalışmaya başlar. Biraz işlediği cinayetin verdiği suçluluk duygusuyla, biraz da maktulun intikamının alınacağından korktuğu için bu yolu seçmiştir. Nitekim Cumali (Tansu Biçer) de çok geçmeden peşine takılacaktır.

_2_dj5deym5kdmddpp6

Vicdan‘da iki kadın ve bir erkek arasındaki bir hikaye örmüştü Erden Kıral; buradaysa iki erkek ve bir kadın arasındaki geçen yapı mevcut. Farklı olarak, bu sefer biraz ‘kara film’e meyletmiş yönetmen, bu hikâye yapısına bir de cinayeti eklemiş. Fakat bu izlek o kadar karmaşık ki, anlatılmaz derece, bir noktadan sonra neyin ne olduğunu anlamanız imkânsız bir hal alıyor. Geriye de kafa karışıklığından başka bir şey kalmıyor maalesef.

Dramasının sorunlu olmasının yanında bir de dil sorunu var Yük‘ün; fonuna Zonguldak’ın, madenlerin iç bunaltan atmosferini almış, evet, oldukça güçlü bir görüntü görüntüler bunlar, ne var ki, drama yeterli çatışmayı barındırmayınca bu görüntü çalışması da boşa gitmiş… Görüntü ile dramanın birbiriyle kavuşup sinematografik bir dil yarattığını ifade etmek mümkün değil filmde.

Yer yer Zonguldak ve madencilik hakkında bir belgesel izliyormuş izlenimine kapılıyorsunuz Yük‘ü izlerken; işçilerle ilgili kısımlar çok incelikli bir şekilde yapılmış. Özellikle işçilerin yeraltına indikleri bölümlerdeki ses tasarımı gerçekten çok iyi! İyi hoş da, bu bir belgesel mi, yoksa film mi? Yoksa, kurmaca-belgesel mi? Şaka bir yana, Erden Kıral, ne yapmaya çalışmış Yük‘te anlayan varsa beri gelsin…

Yük

Neyse ki, filmin çok iyi bir kadrosu var; Nadir Sarıbacak ve Tansu Biçer, ellerindeki derme çatma metne rağmen muhteşem bir performans ortaya koyuyorlar. Madendeki karşılaşma sahnelerinde bu gerilim sınırları zorlamış resmen. Bu sahnelerde Nadir Sarıbacak’ın bir adım daha öne çıktığını belirtmeden geçmeyelim. Tülin Özen’se kendine çizilmiş dar alanı elinden geldiğince verimli kullanmış. Fakat o da Kıral’ın ne yaptığını anlamadığından olsa gerek bazı sahnelerde düşüş yaşamış.

Sonuç? Yük düpedüz kötü bir film… Ancak asıl sorgulanması gereken Yük‘ün kötü ya da iyi olup olmaması değil bana kalırsa. Asıl sorun, Şerif Gören’den (Ay Büyürken Uyuyamam) Ali Özgentürk’e (Yengeç Sepeti,Görünmeyen), Yavuz Özkan’dan (İlkbahar – Sonbahar), Tunç Başaran’a (Vesaire Vesaire) zamanında büyük filmlere imza atmış olan yönetmenlerimizin neden böyle kötü filmler ortaya koydukları…

Ercan Dalkılıç 

* * *

Hile Yolu hile_yolu_afis

Yönetmen: Ersin Kana

Senaryo: Ersin Kana

Oyuncular: Ozan Bilen, Serkan Yakan,
Halil İbrahim Aras, Özgül Koşar

Yapım: 2013/ Türkiye/ 90 dk.

 

Ercan Dalkılıç, Hile Yolu‘nu 49. Uluslararası Altın Portakal Film Festivali’nde izlemişti. Yazarın bu filmle ilgili yorumu için lütfen tıklayınız. 

* * *

qufur_afisQüfür

Yönetmen: Mustafa Delazy, Arafat Şavata

Senaryo: Gani Rüzgar Şavata

Oyuncular: Arafat Şavata, Cansu Taşkın, Ahmet Nesin, Ekrem Erkek

Yapım: 2013/ Türkiye

 

* * *

Büyük Umutlar buyuk_umutlar_afis

Great Expectations

Yönetmen: Mike Newell

Senaryo: David Nicholls

Oyuncular: Jeremy Irvine, Helena Bonham Carter, Ralph Fiennes, Holliday Grainge

Yapım: 2012/ ABD-BK/ 128 dk.

* * *

intikam_benim_afisİntikam Benim

Dead Man Down

Yönetmen: Niels Arden Oplev

Senaryo: J.H. Wyman

Oyuncular: Colin Farrell, Noomi Rapace, Terrence Howard

Yapım: 2013/ ABD/ 118 dk.

* * *

Çocuklar cocuklar_afis

Djeca

Yönetmen: Aida Begic

Senaryo: Aida Begic

Oyuncular: Marija Pikic, Ismir Gagula, Bojan Navojec

Yapım: 2012/ Bosna Hersek – Almanya – Fransa – Türkiye/ 90 dk.

İlginizi çekebilir...

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et