BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Son olarak Tim Burton tarafından beyazperdeye aktarılan Lewis Caroll imzalı “Alice Harikalar Diyarında” kitabı popüler kültüre gelecekte birçok kimse tarafından kullanılacak bir hikaye kalıbı getirmiştir. “Kız çocuklarının gerçeküstü bir öte yere geçmesi” şeklinde tarif edilebilecek bu kalıptan pek çok film türetildi bugüne kadar…

DVD

Maziye bir bakıver, Alice’den bol ne var: Chihiro, Doris, Ofeila, Ayşecik, Sarah,Coraline ve diğerleri…

Son olarak Tim Burton tarafından beyazperdeye aktarılan Lewis Caroll imzalı “Alice Harikalar Diyarında” kitabı popüler kültüre gelecekte birçok kimse tarafından kullanılacak bir hikaye kalıbı getirmiştir. “Kız çocuklarının gerçeküstü bir öte yere geçmesi” şeklinde tarif edilebilecek bu kalıptan pek çok film türetildi bugüne kadar…

Son olarak Tim Burton tarafından beyazperdeye aktarılan Lewis Caroll imzalı “Alice Harikalar Diyarında” kitabı popüler kültüre gelecekte birçok kimse tarafından kullanılacak bir hikaye kalıbı getirmiştir. “Kız çocuklarının gerçeküstü bir öte yere geçmesi” şeklinde tarif edilebilecek bu kalıptan pek çok film türetildi bugüne kadar…

“Çabuk samimi olan bir insanım, hatta tam bir İstanbul hanımefendisi olan annem, bu samimiyetin laubalilik sınırlarında gezindiğini söylerdi hep.”

Burada ele alacağım filmlerin hemen hepsinde ana kahramanın dudaklarından dökülerek, açılış cümlesi olabilecek bu satırı iki nedenle seçip buraya taşıdım.
Birincisi; yaşadıkları gerçek dünyadan bir tür fantastik aleme geçiş yapan dişi kahramanların en büyük problemine işaret ediyor bu cümle: Kuşak çatışması. Babalar ve oğullar arasındakinden çok daha güçlü oluyor anneyle kızı arasında yaşanan. Babayla oğul arasındaki kuşak çatışması değil de, daha çok bir iktidar mücadelesi, hatta bir horoz dövüşü çünkü. Diğer yanda ise anne kendi sosyal şartlarının ve içgüdülerinin ona öğrettiği en güvenli, en doğru “yolu” kızına aktarmaya çalışıyor inatla. E tabi kızın daha farklı düşünceleri var hep.

İkincisi; söz konusu satır Sevin Okyay’a ait. Bu konudaki bir yazıya onunla başlamak en uygunu. Çünkü Sevin Okyay bana hep o filmlerdeki küçük kızların büyümüş hali gibi gelmiştir. Hatta zaman zaman hala o tür bir dünyaya yolculuk yaptığından kuşkulanmışımdır. Tanıyanlar bilir, sanki bu dünyaya ait değilmiş gibidir Sevin Okyay.

Sinema tarihinden envai çeşit Alice var!

Charles Lutwidge Dodgson gelecek vadeden ama kariyerinden çok keyfine düşkün bir akademisyendi. Şiirler, öyküler yazarak kendini avutan Dodgson’un hayatı, 9 çocuklu Hery Liddell ile ahbap olmasıyla değişti. Yazdığı bir şiirinin altına gerçeğini değil de, ilk iki isminden türettiği Lewis Carroll mahlasını koyması da aynı döneme denk gelir.

Henry Liddell’in kızlarından biri de 10 yaşındaki Alice’dir. Onlarla çok iyi anlaşan Carroll’ın kendisi ve kardeşleri için ayaküstü uydurduğu bir hikayeyi kitap haline getirmesi için ısrar eden de odur. Kız çocuklarıyla olan bu samimi ilişkisi, üstüne bir de çocukların fotoğraflarını çekmek – çoğunlukla çıplak – gibi bir hobiye sahip olması ünlü yazarın pedofiliden muzdarip olduğu söylentisinin çıkmasına sebep olmuştur.

Alice Harikalar Diyarı’na pek çok açıdan benzer bir hikaye olan Peter Pan’i kaleme alan diğer bir ünlü yazar J.M. Barrie’nin de aynı kaderi paylaştığını düşününce, çocuk kitabı yazmaktan ürküyor insan. (Konu hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olmak için Marc Forster’ın yönettiği Johnny Depp ve Kate Winslett’in başrollerini oynadığı Düşler Ülkesi /Finding Neverland filmini seyretmenizi öneririm.)

Lewis Carroll’un popüler kültürdeki “başka diyarlara geçen çocuk fikrinin” mucidi olduğunu kabul edebiliriz sanırım. Tabi sonraki yıllarda sinemada karşımıza çıkan benzer hikayelerin bir şekilde onun eserinden ilham aldığını da…

Judy Garland’ı meşhur eden 1939 tarihli Victor Fleming filmi Oz Büyücüsü /Wizard of Oz bu kalıptan üretilen en önemli örnek şüphesiz. 12 yaşındaki Kansaslı Dorothy Gale’in kasırganın sürüklediği bir evle harikalar diyarına yolculuk edip, beş arkadaşıyla Batı’nın Kötü Cadısı’na karşı verdiği mücadeleye tanık oluruz filmde. Bu noktada Oz Büyücüsü’nden fazlaca feyz alan 1971 tarihli Ayşecik Ve Sihirli Cüceler Rüyalar Ülkesinde’yi de anmak durumundayız. Tunç Başaran’ın yönettiği filmde Zeynep Değirmencioğlu, Metin Serezli, Süleyman Turan, Ali Şen, Suna Selen rol almıştı.

Jim Henson’un ölmeden önce çektiği son film olan ve George Lucas’ın yapımcılığını üstlendiği 1986 tarihli Labirent’in (Labyrinth) kahramanı ise kardeşini kaçıran Goblinler’in peşinden öte diyara geçip bir Labirent bilmecesini çözmek zorunda kalan 15 yaşındaki Sarah Williams idi. Sarah, gencecik Jennifer Connelly, Goblin Kralı Jareth ise David Bowie tarafından canlandırılmıştı filmde.

Daha yeni tarihli filmlere geçtiğimizde ise iki önemli başyapıt dikkati çekiyor. Hayao Miyazaki imzalı Ruhların Kaçışı / Spirited Away ve Guillermo Del Toro’nun bol ödüllü yapıtı Pan’ın Labirent’i.(El Laberinto del Fauno)


Ruhların Kaçışı’nda Miyazaki bir anlamda Alice’i Japon mistisizmine, geleneklerine, tarihine ve kültürüne uygun bir şekilde yeniden yaratmıştı. Ama öylesine bir ustalıkla yapmış ve kendi alameti farikalarıyla zenginleştirmişti ki hikayesini, ortaya bambaşka bir eser çıkmıştı. Bu animasyon filmin kahramanı babasının işi nedeniyle yeni bir şehre taşınmak zorunda kalan 10 yaşındaki Chihiro idi.

Yolculuk edilen “öte yer”in içerdiği harikalara rağmen belli oranda karanlık, yani kötülük de barındırması bu kalıbın geleneğinde olan bir özellik. Ama Toro filminde bu karanlığın dozunu oldukça artırmıştı. Sebep elbette yalnızca Toro’nun korku sinemasına bağlılığı değildi. Öykünün kahramanı olan 10 yaşındaki Ofeila’nın gerçek dünyada ergenlik problemlerinden çok daha fazlasıyla yüzleşmek zorunda kalıyor olmasıydı. Bir iç savaşla bölünmüş bir ülkenin ve aile içi psikolojik şiddetin acılarına katlanan mutsuz bir ruhtu Ofeila.

Neil Gaiman’ın kitabından uyarlanan diğer bir animasyon Coraline’de de korku filmlerini aratmayan bir karanlık hakimdi öyküye. Üstelik küçük Coraline’in tek derdi yeni bir yere taşınmak ve ailesiyle dilediği kadar zaman geçirememektir. Gaiman’ın hikayesi adeta hem yeterince vakit ayıramadığı kızına hem de biraz kendine bir nasihat niteliğindedir: elindekinin kıymetini bil! Gaiman’in bu kalıptan tarzdaki tek hikayesi değildir Coraline. 15 yaşında mutsuz bir genç kızı zor bir serüvene saldığı Mirror Mask 2005’te David McKean tarafından beyazperdeye taşınmıştı.

Son olarak, C.S. Lewis’in yazdığı ve yakın zamanda büyük bütçeli filmler olarak sinemalarda izlediğimiz Narnia Günlükleri’nin 4 kardeş çocuk kahramanından ikisini hatırlamakta yarar var: Susan ve Lucy Pevensie.

Alice yeniden Harikalar Diyarında


Alice’in Tim Burton tarafından 3D olarak yeniden sinemaya taşınması, filmde Johnny Depp ve Helena Bonham Carter’ın oynaması kimse için bir sürpriz olmamalı aslında. Asıl şaşırtıcı olan bu tür eserlere bayılan Tim Burton’un bugüne kadar bu işe girişmemiş olması. Belki de Alice’in 1903’ten başlayarak defalarca beyazperdede ve TV ekranlarında boy göstermesi onu duraklatmıştı. Bana kalırsa 3D teknolojisi olmasa yine de yanaşmayabilirdi bu projeye Burton. Zaten o takdirde stüdyo da böyle pahalı bir yapım için riske girmezdi herhalde. Bugünlerde 3D bir nevi gişe garantisi olmaya başladı filmler için çünkü.
DVD’den izleyenler Alice konusunda daha sağlıklı karar verecekler. Bilgisayar teknolojisiyle üretilmiş bir illüzyondan ibaret olsa da göz alıcı görselliği, her an karşınıza fantastik bir şeyin çıkacağı yönündeki beklentiniz, Helena Bonham Carter’ın kötü kraliçe rolündeki başarısı filmi keyifli bir seyirlik haline getiriyor. Depp neyse ki bu kez abartılı bir tiplemeyle çıkmıyor karşımıza ve dikkatimizi dağıtmıyor. Yalnızca öyküye hizmet ediyor. Olması gerektiği gibi. Geriye kalan ise, Jane Austen tüm romanlarında çevresinde dolandığı bildik anafikir. “Kadınsın diye kendini ezdirme, başkalarına göre yaşama, birey ol, kontrolü ele al!”

Kısacası; “içgüveysinden hallice” kıvamında bir film var karşınızda. Evde ailecek seyredebilirsiniz. Tim Burton filmografisine özel bir düşkünlüğünüz yoksa arşive koymaya gerek yok derim ben.

Sevin Okyay: “Tim Burton’ın Alice’ini biraz farklı hislerle izledim.”

“Alice Harikalar Diyarında”yı ilk olarak hayli küçük yaşta okuduğum için bir-iki fantastik karakterden biraz tırsmıştım. Bir de aşağı düşme fikri hiç hoşuma gitmemişti, demek yükseklik korkusu o zamandan varmış. Ama Alice deyince de gözüme hep o özgün çizimler gelir. Tavşan ile Deli Şapkacı’yı da o zamandan beri severim. Tim Burton’ın Alice’ini, “Jabberwocky”yi bilen biri olarak biraz farklı hislerle izledim. O zamanlardan esas kahramanım ise, kız olmasa da, “Su Bebekleri”nin küçük baca temizleyicisidir. Şimdilerde de, “Golden Compass/Altın Pusula” dizisinin Lyra’sı. Gerçi o üçlemenin erkek kahramanı Will’i de daha çok seviyorum. Neden bilmem, belki futbol seven kızlar, aynı zamanda erkek çocuk kahramanları daha çok seviyordur. Çocukluğumun en esaslı kahramanları arasında “İki Çocuğun Devriâlemi”nin maceradan maceraya atılan Jano ve Yanik’i vardır. “Oz Büyücüsü”nün kahramanlarına gelince, nedense zaafları daha çok aklımda kalmıştır. Ama Coraline, el üstünde tuttuğum bir kahraman, duygusal tuzakları bile aşmasını biliyor, yiğit bir kız.

İlginizi çekebilir...

Vizyon

Alex Garland bize, çok da olası görünmeyen bir iç savaş filmi sunarken aslında zeminini sağlam bir temele oturtuyor.

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et