BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Honkasalo, Ito filmiyle kamerasını Japonya'ya taşıyor. Yashinobu Fujioka, Tokyo'da yaşayan Budist bir keşiş. Profesyonel boksör olma hayalleri kurarken gözünden sakatlanıyor ve boksu bırakmak zorunda kalıyor.

DVD

Ölümle Karşılaşmalar: Seitti – Kilvoittelijan Päiväkirja (Ito- Bir Şehir Rahibinin Günlüğü)

Honkasalo, Ito filmiyle kamerasını Japonya’ya taşıyor. Yashinobu Fujioka, Tokyo’da yaşayan Budist bir keşiş. Profesyonel boksör olma hayalleri kurarken gözünden sakatlanıyor ve boksu bırakmak zorunda kalıyor.

İki yıl* önce !f İstanbul’da Finlandiyalı yönetmen Pirjo Honkasalo’nun Seitti – Kilvoittelijan Päiväkirja (2009, Ito – Bir Şehir Rahibinin Günlüğü) adlı belgeselini izlemiştim. Öylesine etkilendim ki, uzunca bir zaman eşimin, dostumun başının etini yedim. Filmi övüp duruyordum ama onların da fikir sahibi olmasını sağlayacak bir kayda ulaşamıyordum. -Eksiği yok- iki yıl, fırsat buldukça filmden söz etmeye devam ettim. Filmle ilgili hatırladıklarım ve izlenimlerim giderek silikleşiyordu beri yandan. Zamanın araya koyduğu mesafenin ötesinde görebildiklerim, hayal gücümün boşlukları doldurduğu / fazladan üstüne koyduğu yanıltıcı bir manzaraya mı dönüşüyordu? Umudumu yitirmeme ramak kalmıştı.

 Murat Ocakcan

Yakın zaman önce film DVD formatında yayınlandı. Geçmişte söylediğim onca sözün muhasebesi olarak algılanmasında sakınca görmediğim bu yazı, benim için kaçınılmaz oldu.  Pirjo Honkasalo ile tanışıklığımız 2005 yılındaki İstanbul Film Festivali’nde gösterilen Melancholian 3 Huonetta’ya (2004, Melankolinin 3 Odası) dayanıyor. Bu belgeselle Honkasalo, Rusya – Çeçenya savaşının çocuklar üzerinde yaşattığı travmayı, yorumsuz biçimde üç yakıcı hikayeyle anlatıyordu. Honkasalo‘nun belgesel sinemasını anlamak için kendi sözlerine kulak vermek yerinde olabilir:

“Doğrular umurumda değil; fikirleri hiçbir şeye bağlı olmayan, hiçbir yere tutunmayan deniz köpükleri gibi görüyorum. Ama uyumadığım ya da rüya görmediğim zamanlarda, insanoğlunun yaşamını nasıl idame ettirdiğini, tarihini nasıl biçimlendirdiğini ve iradesini nasıl ortaya koyduğunu bilmek istiyorum. Kendi şartlarını her daim iyileştirmenin yollarını arayan ama şehirde yolunu şaşırıp mezarlığın dikenli parmaklıklarına takılan bir geyiğe benzeyen insan. Böyle olmamalı.”

Honkasalo, Ito filmiyle kamerasını Japonya’ya taşıyor. Yashinobu Fujioka, Tokyo’da yaşayan Budist bir keşiş. Profesyonel boksör olma hayalleri kurarken gözünden sakatlanıyor ve boksu bırakmak zorunda kalıyor. Gelecek umutlarının hiç beklenmedik bir şekilde suya düşmesi, yaşama iradesini tüketecek bir noktaya getiriyor Fujioka‘yı. Annesi gibi keşiş olmaya karar veriyor. Ama tapınağa değil, insana dönüyor yüzünü. Kaybettiği anlamı bulmak için geceleyin sokaklara vuruyor kendini. İnsanlarla yüz yüze konuşuyor, onları dinliyor. Keyfi olursa gitarıyla baş belası Buda’ya şarkılar düzüyor. Anlatılan, modern yaşamın baskısına maruz kalan kişinin yeni çağ öğretileriyle nasıl teskin edildiği değil. Aksine, yaşarken acıyla ve ölümle yüzleşmenin, yaşamla yok oluşu bir görmenin hikayesi Ito.

Honkasalo’nun belgeselinin ölümle yan yanalığı ilk dakikalarda, Heian Dönemi Japonya’sının en büyük şairlerinden Ono No Komachi’nin bedeninin çürümesini dokuz aşamada resmeden fazlasıyla ürkütücü tasvirlerle belli ediyor kendini. Ono No Komachi, güzel ancak bir o kadar da kibirlidir. Aşıklarının kalbini kırmaktan çekinmez. Rivayet o ki, Ono No Komachi’nin kötülüğü, uzun yıllar boyunca yaşamaya mahkum edilerek, yapayalnız bir halde yaşlı ve çirkin bedenini taşımak zorunda bırakılmasıyla sonuçlanır. Kusozu adı verilen bu tasvirler, Japon Budizm’inde yaşamın faniliğini, yok oluşun gerçek güzellik olduğunu anlatır.

Fujioka’nın çizdiği yolda yanıtlar yok. Sorular ise her adımda çoğalıyor. Kendisinin ve çocuğunun gördüğü şiddet nedeniyle kocasını öldürmekten başka çaresi kalmayan kadınla konuşurken, ya da babası öldükten sonra inancını tamamen kaybetmiş bir adamı dinlerken büyük sözlerle, kesin reçetelerle çıkmıyor karşılarına. Uzun sessizlikler oluyor zaman zaman. Kimse konuşmuyor. Durup söylenenleri anlamak için birbirlerinden süre istiyorlar adeta. Bir insanı gerçekten dinlediğinize dair saygılı bir jest sayıyorum bunu. Ölümü ve dolayısıyla yaşamı anlamanın yollarından biri oluyor konuşulanlar. Ötekiyle yüzleşmek ve kendi bilincinin farkına varmak.

 

Batı felsefesinde söylenen benzer kelamlar düşüyor insanın aklına. Örneğin Alman filozof Hegel’e göre bilinç, kendi varlığını ancak başka bir varlığı deneyimleyerek kavrayabilir. Bu yüzden bilincin kendisi genel olarak bir hiçliktir (ölümden ayırt edilemez) ve doğrudan kavranması mümkün değildir. Hegel bu negatifliği, yaratıcı bir yıkım olarak düşünür ve bilincin özgürleşmesinin gereği sayar. 20. Yüzyılın önemli düşünürlerinden biri olan Heidegger ise insanı, ölümüne değin seçimleriyle özgürlüğünü gerçekleştirmesi gereken bir varlık olarak tanımlar. İnsan, geçici bir varlık olduğunu ve varlığı karakterize eden zamanın somut, geçici bir süre olduğunu bildiği sürece tekilliğini ortaya koyabilir. Ölüm, insanı nesnelerin öylesine gelip geçtiği bir illüzyonun içinden kurtararak olabilirliğin kaynağı olur Heidegger düşüncesinde. Belgeselin sonunda, keşiş olmak için küçük yaşta Fujioka’yı bırakıp giden anneyle yüzleşme de bu yok oluş düşüncesinin uzantısı bir anlamda. Evren adını verdiğimiz annede başlayan ve onun kollarında sona eren yaşam.

“Öldükten sonra beraber olacağımıza yemin etmiştik / Oysa bu sazdan kulübede kimseyi göremiyorum. / Çiçekler bile bahar sona erdiğinde ağacının dibine düşüyor. / Yaşamın sonunda, akşam çanları, / Bilseydim her şeyin ölümlü olduğunu, / Giymezdim bu ödünç renkleri. / İz bırakmadan kaybolan bir çiğ tanesi gibi / Pişman olsan da kaçış yok Karga Dağı’ndan / Makuzu Ovası’nda terk edilmiş bir ceset. / Hasretini çektiğim çürümüş yatıyor. / Çılgına dönen çimenlerle sarılı etrafı, toprak olmuş. / Adı silinecek yakında, / Kadim bir mezar kimsesiz olmuş.”

Fujioka’nın mutlu olduğunu düşünebilir miyiz? Bu soruyu Albert Camus, Sisyphos için sorduğunda olumlu yanıt vermişti. Camus’nün belirttiği gibi hikayenin trajikliği kahramanının bilincinden kaynaklanır. Fujioka’nın yazgısı kendinindir. Taşıdığı yükü bilir.

“Bundan böyle, efendisiz olan bu evren ona ne kısır görünür, ne de değersiz. Bu taşın ufacık parçalarının her biri, bu karanlık dağın her madensel parıltısı, tek başına bir dünya oluşturur. Tepelere doğru tek başına didinmek bile bir insan yüreğini doldurmaya yeter. Sisyphos’u mutlu olarak tasarlamak gerekir.”

.

Seitti – Kilvoittelijan Päiväkirja/

Ito- Diary of an Urban Priest

Yönetmen: Pirjo Honkasalo

Senaryo: Pirjo Honkasalo, Miika Pölkki

2009, Finlandiya 112 dk.

*İlk yayınlanış tarihi 21.03.2012.

İlginizi çekebilir...

Vizyon

Alex Garland bize, çok da olası görünmeyen bir iç savaş filmi sunarken aslında zeminini sağlam bir temele oturtuyor.

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et