BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Seyirşinas Landlord Çelebi’nin 47. Altın Portakal Film Festivali süresince izlediklerinin, yediklerinin, içtiklerinin, gezip gördüklerinin; haddizatında topyekün başından geçenlerin 32 kısım tekmili birden hikâyatıdır.

Ege Görgün

Seyirşinas Landlord Çelebi’nin Altın Portakalnamesi (Kısım 1: Atlıkarınca ve Kelle Paça)

Seyirşinas Landlord Çelebi’nin 47. Altın Portakal Film Festivali süresince izlediklerinin, yediklerinin, içtiklerinin, gezip gördüklerinin; haddizatında topyekün başından geçenlerin 32 kısım tekmili birden hikâyatıdır.

Seyirşinas Landlord Çelebi’nin 47. Altın Portakal Film Festivali süresince izlediklerinin, yediklerinin, içtiklerinin, gezip gördüklerinin; haddizatında topyekün başından geçenlerin 32 kısım tekmili birden hikâyatıdır.

Bildiğiniz üzre, kısa bir süre önce memleketin çok saygın ve de hatırlı sinema yazarlarıyla birlikte Landlord’unuzu da Altın Portakal’a koydular. Ama inanın benim ağzımdan şu kadir kıymet bilmez malum güvercin gibi ‘ah vatanımdı, vah evimdi’ gibisinden lakırdılar hiç çıkmadı. Aksine Antalya’nın tadını çıkarmak için elimden geleni yaptım ve filmin yanı sıra börekli, piyazlı, gelin bohçalı, yanık sütten dondurmalı, kelle paçalı, kabak tatlılı, Zafer gazozlu bir hafta geçirdim.

İtiraf etmek gerekirse, geçen sene Altın Portakal’a SİYAD jürisi olarak katıldığımda, yukarıda adı geçen nankör güvercinin hissiyatlarına gark olmuştum. Ama o zaman jüriyim, mühimim ya, Beyaz Türklerin rağbet ettiği beş yıldızlı beşbeyaz bir otele yerleştirmişlerdi bizi. Normalde karşılayamayacağım bir otele hasbelkader check-in yaptırmış açık kara bir Türk’tüm neticede.

Dışdan nasıl görünüyordum bilmem (Kantarlar gibi değildik Allah için) ama ruh dünyamda ana karnındaki cenin pozisyonuydum. Su ve internet gibi temel ihtiyaçların yüro üzerinden faturalandırıldığı bu tekinsiz mekanda karı koca her daim tedirgindik. Her an her şey fatura edilebilirdi çünkü. Büyük abdest yapamak bedava ama sifonu çekmek ücrete tabi durumu mevcuttu nerdeyse.

“Sen çok derin nefes aldın. 10 Yüro!”
“Nefes almadım, efendim. İç çektim.”
“Düzeltme için teşekkürler. 12 Yüro. Odanızda çekerseniz 20 Yüro! Sizin için bizim iç çekmemizi isterseniz 25 Yüro!”

Ya da dışarıdan aldığımız suyla otele girerken bütün alarmların çalacağı ve bütün seçkinlerin gözlerinin bize dikileceği korkusu. Düşüncelerinin kafamızın içinde yankılandığını hayal ediyorduk:

“Fakir insanlar varmış otelde. Dışarıdan su sokmaya kalkmışlar!”
“Soğan da vardır bu köylülerin çantasında kesin!”
“Bunlar odalarındaki minibarın kapağını bile açmamışlardır daha canım. Ben bir şey içmesem de, sosyetem bozulmasın diye viskileri felen lavaboya boşaltıyorum, şekerim!”
“Tobleronları napıyorsun peki, şekerim?”

Jüri olmayan diğer şanslı sinema yazarları ise daha alçakgönüllü bir otelde kalıyorlardı. Gün için de bilabedel çay, neskafe ve kek servisinin yapıldığı; internete girişin beleş olduğu bir otel…

Anlayacağınız külliyen şanssızdım geçen sene. Otobüs garından beni alan aracın park ücretini ödemek zorunda bırakılarak başladığım festivali, film çıkışlarında saatlerce araba bekleyerek sürdürüp, karışıklıktan dolayı Atatürk havalanında bagajımı herkesden bir saat daha fazla bekleyerek bitirmiştim.

Bu sene jüri değildim neyse ki. Zaten bi 5 sene daha jüri yapmazlar beni. SİYAD üyeleri üçe ayrılır çünkü: kadrolu jüriler, nöbetçi jüriler, hayali jüriler. Ben yine iyiyim nöbetçilerden olduğum için ara sıra hatırlanırım. Hayali jüriler ise hiç hatırlanmaz. Hayali SİYAD üyesi gibidir onlar.

Öyle film komasına girmeyi seven bir mizacım olmadığını biliyorsunuz. Yalnızca Ulusal Yarışma filmlerini seyretmeye, arta kalan zamanımı sahaf ve beslenme turlarıyla değerlendirmeye karar vermiştim. Filmler için rehbere ihtiyacım yoktu, sahaf konusunda ise rehber zaten bendim ama beslenme için araziyi iyi bilen güvenilir izciler şarttı. Bu noktada iki Antalyalı kardeşim Mevlüt Sarı ve Tuncay Gülcü girecekti devreye.

Atlıkarınca

Seyrettiğim ve beğendiğim filmlerden biriydi İlksen Başarır’ın yönettiği Atlıkarınca. Önceki filmleri Başka Dilde Aşk’ta olduğu gibi senaryoyu birlikte yazdıkları Mert Fırat yine başroldeydi. Ensest gibi bıçak sırtı bir konuya odaklanıyordu film. İki genç sinemacının bu kolayca ajite edilebilecek, popülistlik ya da gişe uğruna toplumun duygularının suitimal ve dahi provoke edilmesine vesile olabilecek konuyu, son derece sağduyulu, vicdanlı ve dürüst şekilde; yüzeysel didaktizm ya da ucuz ahlak dersi vermeden işlemeleri karşısında etkilendim öncelikle. “İster yönetmen ister oyuncu, kim, ne, neci olursan ol, önce insan ol” düsturuma çok yakıştırdığım bir ikili artık Fırat ve Başarır. Bu yaklaşımları sinemalarının da değer kazanmasına yol açıyor elbette. Filmdeki oyunculuk performanslarının da başarılı olduğunun altını çizmek isterim.

Amma ve lakin filmin kurgusal anlamda sıkıntıları var. Meksikalı yönetmen Alejandro González Iñárritu’nun izinden gidilerek hikayenin sonu zamanda ileri geri atlamalar yapılarak getirilmeye çalışılmış, ama bu kurgusal numara tam kotarılamamıştı. Hikaye akışının aksaması, seyircinin dikkatinin dağılması, dolayısıyla katarsis’in etkisinin nispeten azalmasına yol açıyordu bu durum. İkinci sıkıntı ise kullanılan kimi simgesel imajların filmin genel dokusu ve gerçekliği içersinde sırıtmasıydı. (Bunları film vizyona girdiğinde daha ayrıntılı konuşmak lazım.)

Kelle paça, işkembe; buları yememek işkence!

Bunca yıldır gidip gelirim Antalya’ya, bir Allah’ın kulu da dememiş, “Gel birader, seni Paçacı Şemsi’ye götüreyim!” diye. Efendim, burası bildiğiniz çorbacı ya da işkembeci, kelle paçacı artık ne deniyorsa işte…

Ramada Otel’de vuku bulan partinin ardından kendisinden bizi iyi bir çorbacıya götürmesini talep edince, Mevlüt tereddüt etmeden Paçacı Şemsi’nin yolunu tutmamızı önerdi. Serdar Akbıyık, Banu Bozdemir, Murat Tolga Şen, Alper Turgut, Serdar Kökçeoğlu gibi sinema yazarı dostlarla birlikte çıktığımız bu seferde gazamız bir mübarek oldu ki dostlar, sormayın gitsin… Kalburüstü bir çorba içmeye razıyken, iki kaşıktan sonra önümde duranın bir mutfak sanatı harikası olduğunu keşfettim. Öyle ki bana bıraksalar ben Altın Portakal’ı oracıkta o çorbayı yapan ustaya takdim ederdim.

Üzerine kızgın tereyağ döküldükten sonra içilen o paça çorbasının eşine benzerine daha rastlamadım ben aziz dostlarım. Antalya’ya düşerse yolunuz, Paçacı Şemsi’de paça ya da işkembe çorbası içmeden şehri terk ederseniz, gözümde Viyana kapılarına kadar gidip geri dönen, sonra da kelleyi kaybeden Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’dan farkınız kalmaz ona göre. Bu kelleye sahip çıkın!

Gelecek kısımda: Kabak tatlısı, Çoğunluk, Gölgeler ve Suretler, Antalya Piyazı

Ninja illüstrasyonu: Mehmet Sevinç

İlginizi çekebilir...

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et