BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Ters Ninja Pazar Öyküleri:Sadık Yemni'den Rüya Foyacısı Ayağımdaki kurşundan çizmeler yüzünden paçayı canavara kaptırmadan kapının koluna erişmem mümkün değildi.

Sadık Yemni'nin Tuhaf Hikayesi

Ters Ninja Pazar Öyküleri:Sadık Yemni’den Rüya Foyacısı

Ters Ninja Pazar Öyküleri:Sadık Yemni’den Rüya Foyacısı
Ayağımdaki kurşundan çizmeler yüzünden paçayı canavara kaptırmadan kapının koluna erişmem mümkün değildi.

 

This kiss upon the brow!
And, in parting from you now,
Thus much let me avow—
You are not wrong, who deem
That my days have been a dream;
Yet if hope has flown away
In a night, or in a day,
In a vision, or in none,
Is it therefore the less gone?
All that we see or seem
Is but a dream within a dream.
E. A. Poe – A dream within a dream – 1849

 

Ayağımdaki kurşundan çizmeler yüzünden paçayı canavara kaptırmadan kapının koluna erişmem mümkün değildi. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaktaydı. Ağzım kurumuştu. Midem bel bölgesinden dışarı çıkabilmek için uygun bir delik aramaktaydı adeta. Sağ elim beyhudelikle ileriye doğru uzanmıştı. Gözümle görmediğim bir dehşetten kaçmakta olduğumun bilincindeydim ama. İrademi topladım.

Panik motorumun aşırı hızlı turuna rağmen durdum ve paslanmış bir aksam gibi zorluk çıkartan boynumu çevirerek arkama baktım. Tahta ayaklı mermer levhalı bir masa, sandalye, tahta döşemede el yapımı bir kilim, perdeleri çekik bir pencere, pamuk yüklü beyaz yorgandan kabuğuyla bir yatak, yatakta bir çocuk. Sağına kıvrılmış. Gözleri kapalı. Uyuyor. Gecenin ilerlemiş saati. Perdenin arkasından süzülen sokak lambalarının ışığıyla görüyorum her şeyi. Canavar burada değil artık. Çocuğun zihnindeki bir rüyada. Rüya ait olduğu uzamda seyrediyor. Bu oda yıkılıp bir moloz yığınına katılalı neredeyse otuz yıl geçti. Ben neredeyim peki?

“Rüyanızda, çocukluğundan kalma bir rüyayla ikili yarar köprüsü kurmuş durumdasınız.”

Yumuşak tonlu, tehdit edicilikten uzak yetişkin bir erkek sesiydi. Masanın üzerinde siyah ciltli bir defter ve ona bitişik bir su bardağı durmaktaydı. Bardağın içinde üçü de kahverengi olan faber marka olan kurşun kalemler vardı.O taraftan geliyor gibiydi.

“İyi bildiniz. O kalemlerden biri gibi kabul edin beni. Size sahip olduğum suretimde görünseydim, alışana kadar uzun bir kâbus filmi daha çekecektiniz.”
“Nasıl yani?”
“Gelin önce aşağıya inelim. Çocuğun korku ateşini yellemeyelim. Kapıyı vaktinde açma çabasında zaten.”

Bunu derken ses yerini değiştirmiş, yanımdan geçmiş ve uzaklaşmaya başlamıştı. Arkama dönünce ayak uçlarımın alt kata inen merdivene on santim mesafede durduğunu gördüm. Sesi takip ederek aşağıya indim. Merdivenin açıldığı mutfak bomboştu. Büyük su yalağı kupkuruydu. Raflar tozlanmıştı.

“Bu evden taşındığımızda 15 yaşındaydım,” dedim. Çocukluğumun geçtiği evi kırk beş yıl sonra görmenin duygusallığıyla sarmalanmıştım.

“Bir düştesiniz şu anda,” dedi ses. Bu defa boş duran üst raflardan gelmekteydi. “Çocukla aynı mekânı kalıplıyorsunuz. Zaman farklı tabii, ama ileri mertebelerde bu tür sıçramalara raslanır sık sık.”

Kafamda bir yığın soru oluşmuştu. En son geleni seslendirdim.

“Benden ne istiyorsunuz?”
“Sizle birlikte rüya arındırması yapacağız. Bunun ne olduğunu hemen söyleyeyim. Rüyalarınızda yapısına sonradan katılmış olan kirler, görsel çapaklar, art niyet pulları diyebileceğimiz şeyler var. Bunları yoketmemde bana yardım edeceksiniz. Bunun karşılığında size bir hediye vereceğim.”

Bu sesin kendi zihnimin uydurması olduğuna bir an inansaydım deliriyorum galiba diye şu anda endişeden içim içimi yiyor olurdu. Ses dışarlıklıydı. Çocukluğumdan beri tanıdığım için içselleştirdiğim bir diğer alem varlığıydı.

“Nedir bu görsel çapak, ard niyet pulları dediğiniz şeyler?”
“Bitki polenleri nasıl havada kıpır kıpırsa, düşleri kirleten, bulandıran, hatta zamanla hatırlanması mümkün olmayan hale getiren art niyet pulları da öyledir. Onları yapıştıkları yerden sökebilmek için rüya sahibinin rızası ve gayreti gerekiyor.”
“Art niyet pulları ha?”
“Onlar rüyaları manipüle etmek isteyen güçlerin işidir. Zamanınızda sadece elektronik ortamın yardımıyla yapılmıyor. Kökü eskilere kadar uzanır. Sümerli, Mısırlı ve Aghartalı kahinler bunu biliyorlardı. Zihin gücüyle de etkili olabiliyor. Bir de çok az da olsa dünya dışı kaynaklardan gelen kirlenmeler vardır. Bana yardım edecek misiniz?”
“Siz kimsiniz peki?”
“Rüyaları her çeşit kirden arındırma zanaatkârı diyebilirsiniz bana.”
“Bunu niçin yapıyorsunuz?”
“İdealist yanımı bir kenara bırakırsak, mali nedenler diyebiliriz.”
“Bizim rüyalarımızı satışa mı çıkartıyorsunuz yani?”
“Hayır. Ben değil. Rüyaların kendi dinamiği vardır ayrıca. Tıpkı televizyon dalgaları gibi evrene yayılmaktadır. Sizin elinizden bir şey gelmez. Son buzul çağının hemen sonrasında imal edilmiş rüyalarınız nerelere ulaştı bir bilseniz. Evren zeki yaratıkların rüyalarıyla dolup taşmaktadır. Birileri bunları yakalar. Biriktirir. Arşivler ve satışa çıkartır. Alıcılar titizdir. Bu çapakları, kirleri istemezler. Tıpkı bazı kimselerin organik gıdaları tercih etmesi gibi. Bunların bazılarının ayıklanması ancak rüya sahibinin rızasıyla olabildiğinden, benim gibi rüyanın geçtiği mekânlara ulaşabilecek kimselere gereksinim vardır. Türkçe kelime dağarcığı içinde kendim için bulduğum meslek ismi ‘Rüya Foyacısı’dır.”
“Rüyaları parlatıyor, cazip hale getiriyorsunuz yani.”
“Pek iyi ifade ettiniz. Başlayalım mı? Zaman sınırlı çünkü.”

Korkunun ağdalı nefesini ensemde hissetmeye başlamıştım yeniden. Foyacı’nın samimiyetine güvenmekteydim, ama benden istediği şeyin kolay olmayacağı beklentim çok güçlüydü. Bana vermeyi vaat ettiği hediyenin ambalajını görmüş ve heyecanlanmıştım. Çok kurnazdı. Niyetimi nasıl etkileyeceğini çok iyi biliyordu.

“Ne yapacağım?”
“Sadece burada duracaksınız. Arızalı yer size açılacak.”
“Bir dakika… Bir sorum daha olacak. Geçen yıl Başlangıç adlı bir film gördüm. Orada insanların rüyalarına girip fikirlerini çalıyor ya da alacağı kararları etkiliyorlardı. Üç katlı bir rüya sisteminden söz ediliyordu. Derinlere indikçe zaman telakkisi değişiyordu. Ben kendi deneyimlerimden de rüyaların katmanlı olduğunu biliyorum. Siz ne diyorsunuz?”
“İnsan beyninin ürettiği rüyalar 7 katlıdır. Görülen rüyaların yüzde 80’i birinci mertebede gerçekleşir. 2. ve 3. katlara inişler nadirdir. 4. kat kanatlanma yeridir. Astral seyahat ya da zihinsel teleportasyon dediğiniz geçişlenmeler o mertebede gerçekleşir. Kütlesiz devinme olduğu için hızı sınır tanımaz. Siz bu katı çocukluğunuzdan beri çok iyi tanıyorsunuz. Öykülerinizde, romanlarınızda sıkça kullandınız. Ben de size bu kattan ulaştım. 5. katı keşfetmenize az kaldı. Oradan itibaren tümden farklı bir yaşama evrileceksiniz. Neyse şimdi sadede gelelim ve başka bir sorunuz yoksa sizi yalnız bırakayım.”

Sözlerinin inandırıcılık dozu çok yüksekti. Rüya Foyacısı’nın niyetinde bir pislik sezmiyordum. Endişelerim yapacağım işin doğrultusundaydı. Ağzım kurumuştu yine. Başımla onayladım.

“İşinizi başarsanız da, başarmasanız da hediyenizi alacaksınız. Yalnız eğer başaramazsanız burada durmayı sürdürecek ruh halinden çıkacaksınız. Bilmem anlatabildim mi?”

Çok iyi anlamıştım kastettiği şeyi. Kupayı sadece derece yapanlar alıyordu.
“Anladım” dedim.

Saniyeler aktı gitti. Boş mutfakta ayakta duruyordum. İçimden mutfak kapısını açarak bahçeye çıkmak geliyordu. Senaryoda bu sahne olmadığı hemen belli oldu. Kendimi uzun bir koridorda buldum. Yerde kalın yünlü, üzerinde renkli desenler olan sarımsı bir halı vardı. Otel koridoruna benziyordu. Çünkü hole açılan kapıların sayısı bayağı fazlaydı ve üzerinde sayılar vardı.

Ayaklarım irademin dışında hareket geçti. Tabanlarımın altında ana ışıklandırmaya bağlı bir reosta vardı sanki. Tavandaki ışıklar titremeye, yanıp sönmeye başladı. Hemen solumdaki kapı açıldı. Işıklar normale dönmüştü yeniden. Çok tanıdık bir otel odasıydı. King-Kubrick yapımı The Shining adlı filmindeki 217 nolu odaydı. Tam karşıda bir küvet vardı. İçinde biri vardı. Naylon perdeler çekili olduğu için net görünmüyordu. Filmde Jack Torence bu sahnede intihar etmiş ve çürümüş vücutlu bir cesetle öpüşüyordu. Naylon perdenin ardındaki şey yerinden doğrulduğunda odaya girdiğimi ve küvete iki metre yakınlıkta durduğumu farkettim. Arkama baktım kapı aralık duruyordu. Kaçarsam kaybedecektim. Derin nefesler alarak sağ elimle midemi ovuşturmaya başladım.

Aynı filmde olduğu gibi ayakta duran şey çırılçıplak bir kadındı. Ama bir fark vardı. O kadın başlangıçta adamın gözüne çok genç ve yahşi görünüyordu. Bu hali ise çok berbattı. Eti suda uzun kalmaktan şişmiş ve çürümüştü. Yüzü yeºilin binbir tonunda çürükler ve rengarenk cılk yaralarla bezeliydi. Göz yuvaları içlerinde kıpırdaşan krem rengi kurtçuklar dışında boştu. Kokusu da inanılmaz derecede berbattı.

“Tam vaktinde geldin çocuk.”

Korkunun buz gibi eli ve öğürme hissi mideme stero etki yapmaktaydı. Yürüyen çürükçüle hanım ile aramızdaki mesafe elli santime inmişti. Yakından bakınca görünümü ve kokusu daha dayanılmazdı.

“Tut elimi de seni gezdireyim.”

Kaslarım tutuk değildi. Zihnim bunların derece derece hayal olduğunu biliyordu. İstencim açıktı. Kapıdan kaçabilir, koridordaki çıkış noktasını arayabilirdim, ama yerimden kıpırdamadım. Mosmor tırnaklı, kaygan yağımsı bir sıvıyla kaplı, soğuk eli kavradım.

“Aferin sana çocuk.”

Çürümüş bedenli cesetle birlikte hole çıktık. Koridor sağda ve solda bitimsizcesine uzanmaktaydı. Yürümeye başladık. Ölü kadının ayakları ardında ıslak ve yıvışık izler bırakmaktaydı.

“Burada sayısız oda var. Herbirinde seni etkilemiş bir korku filmi sahnesi ya da gerçek hayattan esinlenmiş mizansen mevcut. Bin yıl burada bir dehşetten diğer dehşetin kucağına oturacaksın.”

Cevap vermedim. Koridorda bir işaret, bir simge aramaktaydım. Foyacı’ya art niyet pulunu nasıl tanıyacağımı sormayı unutmuştum. O unutmuş olabilir miydi? Bence olamazdı. Tanım gerekmiyordu. Farkındalık katsayıma uygun bir şeydi. Yerine ve zamanına göre bir formu vardı.

“Bak mesela 307 numaralı şu odada ne var.”

Kapı açılınca benzer şekilde döşenmiş odanın tam ortasındaki bir sandalyede oturan bir adam gördüm. Üzerinde beyaz bir atlet ve beyaz boksör şortu vardı. Her tarafı kan içersindeydi. Ayakları çıplaktı. Elleri arkadan bağlı adamın yaşı belirsizdi, çünkü başı yoktu.


“Bütün odalar böyle. Kahır ve cefa küpleri. Eğer kendi isteğinle çekip gitmezsen burada sonsuza kadar kapalı kalacaksın. İyi dinle. Sen bu tür şeyleri hayal eden ve yazan bir kimsesin. Seni burada bekleyen bitimsiz bir korku kürü değil. Kanıksayacaksın çünkü. Sürekli bu şeyleri görmekten ötürü hissettiğin bıkkınlık depresyona yol açacak. Bu zamanla kemikleşecek. Bir gün buradan sıyrılsan bile artık normal denilen hayattan zevk alacak halin kalmayacak. O da sıyrılabilirsen tabii. O yüzden kendi isteğinle çek git. Şimdi seni bırakıyorum. Düşün taşın.”

Yaşı belirsiz kadının eli elimden çözüldü. O ayaklarını sürüyerek odasına doğru yürürken benim de ayaklarım harekete geçti. Oda numaraları arasında bir ilinti saptayamamıştım. Belli bir sıra ya da seriye göre konumlanmamışa benziyordu. Solumdaki 202 numaralı kapıyı açtım. Boştu. Tam karşısındaki 309 numaralı odayı açtım. O da boştu.

Boş odalarda tuhaf bir çekim gücü mevcuttu. İkincisini açınca ayırdına varmıştım. Bir yanım onlardan birine yerleşmek, hırgürden uzak, keyif çatmak istiyordu. Bu his çok baskın değildi, ama mevcudiyeti çok açıktı.

309’un yanındaki 701’i denedim. Uzun boylu, ablak yüzlü, şişman bir adam kapının hemen önünde ayakta durmaktaydı. Ayağındaki kırmızı çorapları hariç çıplaktı. Sol elinde kocaman bir makas tutmaktaydı. Karnından yere sarkmış kanlı barsaklarına bakıyordu.

“Tam zamanında geldin biraderim. Bu barsaklardan kokoreç yaptıracağım da. Sence şöyle okkalı bir porsiyon için kaç santim kesmeli?”

Midemde bir öğürtü yükselirken kapıyı kapattım. Midemde ne varsa kapıya ve yerdeki halının üstüne çıkardım. Öğürtüler bitince durup geriye baktım. Başka kapı açmayacaktım. İşi çakmıştım. Kapının üzerindeki 701’in pirinçten yapılma 7’sini parmağımla yokladım. Biraz oynadı. Tahtaya tutkalla yapıştıralı bayağı zaman geçmiş olmalıydı.

Işıklar söndüğünde 7’yi neredeyse sökmüştüm. Birden 7 rakamı olan bütün kapılar açıldı. İçlerinde saklı duran melanet dışarıya taştı ve iki yandan bana doğru gelmeye başladı. Bildiğim bütün duaları ard arda mırıldanırken parmaklarımı zorladım. Etrafıma hiç bakmıyordum. Bu arada kokoreçperver zat kapıyı içerden açmaya çabalamaktaydı. Sol elimle kapının topuzunu kavrayarak bunu yapmasını engellemiştim, ama parmak ve kol kaslarım zorlanmaktaydı. Diğer yandan ayak sürüme seslerinin sayısı artmıştı. Yaklaşıyorlardı. Omuzuma bir el değdiğinde 7 rakamını tahtadan sökmeyi başarmıştım. Eğer tılsım 7’de değilse işim bitmişti.

1965 baharında taşındığımız evin odasındaydım yine. Başlagıça dönmüştüm. Her şey bıraktığım gibiydi. Çocuk sağ yanına kıvrılmış uyumaya devam ediyordu. Teyelle üstünkörü tutturulmuş bir gerçeklikten kopmaktan korkarak yatağa doğru yürüdüm. Neyse ki, aksi bir şey olmadı. Eğilip çocuğun yüzüne baktım. On yaşlarında falandı. Kalbim dana kalbi gibi genişlemişti. Kim elli yıl önceki halinden etkilenmez?

İçimi çekerek etrafıma göz gezdirdim. ‘Zaman dar’ sinyali patlamıştı beynimde. Hediyeyi kazanmıştım, ama sınır vardı. Mermer levhalı masanın üzerinde duran siyah ciltli sarı yapraklı defter gözüme ilişince kararımı verdim. Çocuk halime gelecekten bir not yazacaktım. Defteri alıp baktım. Yeni alınmış ve daha hiç kullanılmamıştı. Ne yazmalıydım? Oturup burada olup biteni yazamazdım. Zaman çok dardı. 7 yazsam? Tılsım 7’de falan değildi. O art niyet pullarını söken güç benim iradem ve kararlılığımdı. 7 sadece bir aracıydı. Üzerinde 7 rakamı olmayan odaların üzerimde yaptığı etki benim art niyetlilerle işbirliği yapmak ya da sorumluluktan kaçmak isteyen yanımdan kaynaklanmaktaydı. Zayıf tarafımdı yani.

Ne yazabilirdim? Sonunda kararımı verdim ve kurşun kalemi alıp, ilk sayfaya ‘Rüyalar yegane hakikattir’ sözcüklerini karaladım. Elli yıl içinde el yazım bayağı değiştiği için çocuk tanımayacaktı. Kimbilir belki yazıyı silecek, belki de bu sayfayı yırtıp atacaktı. Ne yaparsa yapsın şu anda benim yaşadığıma benzer deneyimlerle hemhal olduğunda doğru kararları daha hızlı alacaktı.

Çocuk bir şeyler mırıldanarak sol tarafına dönünce görülmekten korkarak merdivenlere doğru yürüdüm. Tahta basamakları gıcırdatmamaya çalışarak basamakları indim. Ayağım mutfak zeminine değdiğinde oradan kopup binlerce kilometre uzaktaki yatağımda gözlerimi açtım. Gün ağarmaya başlamıştı ve 18 yaşındaki kedim Mimi karnımın üzerine yerleşmiş uyumaktaydı. Ben kıpırdayınca sarı gözleriyle uykulu uykulu bakıp ‘miyyakk’ dedi. Daha fazla kıpırdamayınca gözlerini yumarak uykusuna kaldığı yerden devam etti.

O koridorda yaşadığım berbat anlara rağmen Rüya Foyacı’sına teşekkür borçluydum. Dünyada hayatı katlanılmaz hale getiren hırgürün ne kadar suni ve hakikat dışı olduğunu bir kez daha kanıtlamıştı. 4. rüya katında lineer zamandan azade bir postalama şirketi vardı. O varken art niyetli sığlıklar bize dokunabilir, etkileyebilir, ama asla tümüyle baskın çıkamazdı.

İlginizi çekebilir...

Vizyon

Alex Garland bize, çok da olası görünmeyen bir iç savaş filmi sunarken aslında zeminini sağlam bir temele oturtuyor.

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et