BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Medyanın sinemadan, sinema yazarlığından anladığı şeyde bir sorun olduğu için; yani başta sinema olmak üzere kültür-sanata yaklaşımında aşırı bir yüzeysellik ve magazinleştirme tavrı sergilediği için ne medyadaki sinema yazarlarının, ne de sinema yayınlarının artık pek bir itibar sahibi olduğunu düşünmüyorum.

Ege Görgün

“Toplum sinema konusunda hafif meşrep yazılar yazan köşe yazarlarına daha çok itibar ediyor artık.”

Medyanın sinemadan, sinema yazarlığından anladığı şeyde bir sorun olduğu için; yani başta sinema olmak üzere kültür-sanata yaklaşımında aşırı bir yüzeysellik ve magazinleştirme tavrı sergilediği için ne medyadaki sinema yazarlarının, ne de sinema yayınlarının artık pek bir itibar sahibi olduğunu düşünmüyorum.

sisko-ninja

Bu kez Ters Ninja’nın misafiri benim. Filmarası dergisinden Gökşen Aydemir dergi için hazırladığı ve çeşitli isimlere yer vereceği dosya için benimle de bir röportaj yapmıştı. Sinema yazarlığı, blog yazarlığı ve medya konusundaki sorularına şu yanıtları vermiştim o tarihte.

GoksenAydemirIBelli bir yayın organına bağlı olarak yazan sinema yazarlarının, sinemaya bakışını, yönlendirici gücünü, izleyiciyle olan bağlantısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok genel bir soru. Onun için genel bir yanıt vermeye çalışacağım ama istisnai kimi durumları ihmal etmiş gibi görünmeme yol açacak bu. Medyanın sinemadan, sinema yazarlığından anladığı şeyde bir sorun olduğu için; yani başta sinema olmak üzere kültür-sanata yaklaşımında aşırı bir yüzeysellik ve magazinleştirme tavrı sergilediği için ne medyadaki sinema yazarlarının, ne de sinema yayınlarının artık pek bir itibar sahibi olduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla bir iki isim dışında toplumu sinema konusunda yönlendirebilme gücüne sahip bir sinema yazarı yok medyada. Toplum sinema konusunda hafif meşrep yazılar yazan günlük köşe yazarlarının dediklerine daha çok itibar ediyor artık. Bu duruma nasıl gelindiği ise buraya taşınamayacak kadar uzun bir konu. Medyanın, toplumun kültürel yapısının ve sinemacılarımızın teker teker ele alınıp değerlendirildiği bir panel ortamı gerekir bunun için.

Blog yazarları için “daha bağımsız” gibi bir algı var. Bir yayın kuruluşuna bağlı olan sinema yazarlarıyla aranızda nasıl farklar var? Sinemayı ele alışı nasıl etkiler bağımsız olmak?

sisko-ninjaHer anlamda bir bağımsızlık konusu. Hangi filmi, ne kadar uzunlukta, nasıl yazacağınıza siz karar verirsiniz. Yayın grubunuzun teyamüllerine uymak zorunda değilsşinizdir. (Bana bir yayın yönetmeninin “Şu filme çok geçirmeyelim” tarzında bir “tavsiyesi” olmuştur mesela. Çünkü filmin sponsorları arsında benim yazdığım gazete de vardı.) Blog yazarının filmin ekibiyle bir ortamda (festival, gala) karşılaşma ya da karşılaşılırsa tanınma olasılığı yoktur mesela. Onun için büyük gazetelerde yazanlar gibi “şimdi yüzyüze bakacağız” ya da “kötü film ama yönetmeni kafa çocuktur” diye kalemini korkak alıştırmasına gerek yoktur. Blog yazarının bağımsızlığına halel getirecek en büyük tehlike kendi egosundan ve hırsından kaynaklanır. “Ortamların yazarı” olabilmek, şöhret kazanabilmek için bağımsızlığından vazgeçebilir. Ya da bir anda gelen o “okunuyor olma” hissiyle “en iyisini ben bilirim şuursuzluğuna” kayabilir. İşin komiği bu şuursuzluğun ona medyada bir yer sağlayabilmesinin mümkün olmasıdır. Evet, medya şuursuz yazar sever. Zaten medyamızın düzenli alındığında şuursuzlaştırma etkisi vardır.

GoksenAydemirIFilmlerin gişe kaderini eskiden çok etkilerdi sinema yazarları, hatta sırf bunun için özel pr çalışmaları yapılırdı ki halen yapılıyor. Lakin son zamanlarda sinema yazarlarının aksine kötü buldukları film izleyici tarafından gişede yüksek hâsılat yapıyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

İlk cevabımdaki “itibar” konusuna getiriyor bizi bu soru. Ama asıl sorun sinemanın bugün geldiğimiz noktada bir “tüketim maddesi” haline gelmiş olmasında. Kapitalist sistemde zorunlu bir kaderdir bu: İnsanların ihtiyaç Sinema Yazarıduyduğu her şey elbet bir tüketim maddesine dönüşecektir. Şimdi kanıksadık belki ama 4o sene önce sokakta biri ne bir gün küçücük pet bir şiseye doldurulan suyun ekmek parasına satılacağını söyleseydiniz ya dayak yerdiniz ya da deli yerine konurdunuz. Dolayısıyla… Nasıl ki halk kola, mısır cipsi, çikolata gibi ürünleri tüketirken bu ürünler üstüne eleştiriler yazan bir yazarın yönlendirmesine ihtiyaç duymuyor, bazı tür filmler için de benzer şey söz konusudur. Sinema eleştirmenliği sanırım artık daha çok az bir kesim tarafından seyredilen “sanat/festival filmleri” için sözkonusu. Popüler filmler içinse eleştirmenden çok “sinema yazarları”na ihtiyaç var. İkisinin arasındaki fark ne derseniz? Birisi filmleri ölçmek, kategorize etmek için bir ölçü birimi oluşturma gayretinde. Diğeri bir filmden yola çıkarak keyafli bir sinema yazısı ortaya çıkarmak. Kullandığı tek ölçü birimi de kendi hislleri, birikimleri ve alter-egosu. (Ben kendimi ikincisinden saydım hep.) Seyirciyi yönlendirmeye gelince… Ortada şöyle paradoks var. Bu yazılardan keyif almanız için zaten önceden bu filmi izlemiş olmanız gerekiyor. Bu yazıyı okuyup filme gitmeye karar vermeniz bana göre yazının doğasına ters. Biz reklam yazarı da, billboard da değiliz ki filme seyirci çekelim. Filme seyirciyi çekecek olan kadrosu, türü, konusu ve fısıltı gazetesidir.

Sinema yazarlarında neyi beğenmediniz ya da neyi eksik gördünüz ki, kendiniz bir sinema bloğu açmaya karar verdiniz? Anlatılanları yeterli bulmuyor muydunuz?

sisko-ninjaBlogumu bir sinema yazarı olarak değil de, bir yaıncı, bir dergici olarak açtım aslında. Amacım sinema yazamak değil, bir mecra oluşturmaktı. Hem kendim içim, hem de benim gibi mecra bulamayan sinema yazarlarına bir platform oluşturmaktı. Ama bu platformun yayıncılık prensiplerine
uyması konusunda çok hassastım. Ters Ninja’yı bence benzerlerinden ayıran en önemli özellik bu. Yayıncılık prensiplerine çoğu matbu yayından daha çok dikkat ediyorlar. Bu prensipler basit şeyler aslında, hatta uyuyorum diye hava
tersninja-banner-sariatılamayacak şeyler: doğru Türkçe, doğru imla, doğru başlık, doğru spot, doğru periyodik sıklık, doğru konu çeşitliliği vs. Blog kültüründen aldığımız şey ise bağımsız ruhumuz, lafımızı esirgememe özgürlüğü oldu. Böylece ortaya blog ruhlu, dergi içerikli ve disiplinli Ters Ninja çıktı.

Beğenmediğim şey sinema yazarları değildi. Bazılarının çeteleşme sürecine gidip kimilerini reddedebilecek cüreti kazanmalarından (yıllık soruşturmalara canlarının istediği sinema yazarların almaları gibi.); bazılarının bugüne kadar kurdukları ilişkiler sayesinde herkesin sahip olduğu haklardan daha fazla yararlanabilmesinden (yurtdışı/yurtiçi festival jürilikleri): bazılarının da çok ilerici, çok demokrat görünüşlerinin ardında açıkça faşist tavırlar sergilemelerinden ve bazılarının da sırf birinin yeğeni, karısı, kızı oldukları için hak etmedikleri yerlere gelmesinden ve bu haksız yükselişlerine rağmen medya ve toplum tarfından muhabbetle karşılanmalarından rahatsız oldum, ama en çok da kültür-sanatı topyekün magazinleştirme ülküsündeki medyanın uşaklığını yaptıkları için….

 

İlginizi çekebilir...

Vizyon

Alex Garland bize, çok da olası görünmeyen bir iç savaş filmi sunarken aslında zeminini sağlam bir temele oturtuyor.

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et