BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Ercan Dalkılıç

Bu Hafta Vizyona Giren Filmler (13 Nisan 2012)

Çok yoğun bir vizyon haftasındayız. Bu hafta tam yedi film sinemalarımıza konuk oluyor. Dün İstanbul Film Festivali’nde ilk gösterimi yapılan Demirkubuz’un son filmi Yeraltı kuşkusuz bu haftanın en önemli filmi. Yazarımız Ali Rıza Özkan, Yeraltı filmiyle ve deyim yerindeyse filmin pr’ını yapan (?) eleştirmenlerle ilgili dikkate alınası bir yazı kaleme aldı! Haftanın diğer yerli yapımı Kerem Topuz imzalı Film; hayli deneysel ve özgün bir çalışma olarak dikkat çekiyor. Soderbergh’in Çapraz Ateş’i, ajan filmlerini sevenler için biçilmiş kaftan iken; gerilim izleyicileri Yeniden Doğuş‘a gönül rahatlığıyla gidebilirler. Doğaüstü, süper kahraman motifine yeni bir yorum katmaya çalışan bir deneme; Aşk Yemini’yse romantik film severlerin dikkatini cezp etmeye çalışan tipik bir Hollywood draması. Ve son olarak ABD’de gişeyi patlatan animasyon Dr. Seuss Loraks, tam çocuklu ailelere göre! Tersninja vizyon kolektifi iftiharla sunar…

Yeraltı

[xrr rating=1/5]

Yönetmen ve Senaryo: Zeki Demirkubuz

Oyuncular: Engin Günaydın, Nihal Yalçın, Serhat Tutumluer

Türkiye, 2012, 107 dakika

 

 

Yeraltı filmi, Ankara’da geçen bir hikaye. Çevresi ile uyumsuz bir ilişkisi olan Muharrem karakterinin varlığı/yokluğu ekseninde bir film. Dostoyevski’ye atıf yapılmasaydı, kendi halinde, vasat bir film diyebilirdik. Ne karakterlerin geçmiş ve/veya geleceğine dair bir açılım, ne sinema estetiğine dair heyecan uyandıracak bir çalışma ve ne de izleyiciyi koltuğunda rahatsız edecek herhangi bir artistik kışkırtma sözkonusu, filmde.

Bu durumda veya doğal olarak Dostoyevski bağlantısının peşine düşmek gerekir. Ancak, filmi izlediğimde ‘bu şaka olmalı’ diye düşündüm. Çünkü, 17 yaşımda devrimci bir metin olduğunu düşünerek okumuş olsam da, Yeraltından Notlar ilk okuduğum Dostoyevski olarak hafızamda duruyordu ve izlediğim filmle herhangi bir alakası yoktu.

Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı romanına rakip olarak gösterilen, modernleşme adına ne varsa herşeye muhalefet eden, bilimsel akıl karşıtı, Nietzsche’nin tanımıyla ‘İsa’nın haçlanmasını kendi suçu olarak kabul edip kendisini cezalandıracak kadar iyi hristiyan’, yani aşağılanmayı arsız bir zevk nesnesine dönüştüren pasif ‘o’ karakteri yerine, Engin Günaydın’ın harika oyunculuğunda hayat bulan, okul arkadaşlarına cezalar vermeyi kurgulayan, yüzlerine karşı küfürler savuran, evin hizmetçisine sevdalısına nasıl davranacağına dair akıl veren, saldırgan ve aktif Ankaralı Muharrem’i nasıl ve hangi „çerçeve“de serbest uyarlama olarak kabul edecektik? ‘Ben yaptım’ deyince, oluyor muydu?

Film hakkında yazanların pek çoğunun Dostoyevski’nin eserini tanımadığı yazılarından anlaşılıyor. Yönetmenin ‘serbest uyarlama’ ifadesi onlar için de, olayın savsaklanmasına vesile oluyor. Ancak, bu durum Zeki Demirkubuz’un filminin Dostoyevski’nin eseriyle herhangi bir bağının olmadığı gerçeğini değiştirmiyor. Araya konmuş, aşağılanma durumunu belirten iki replik de olayı kurtarmaya yetmiyor.

Hayranı olduğunu her fırsatta belirten Demirkubuz’un geç romantik dönem yazarı olarak Dostoyevski’nin yazın kurgusunu, hikaye anlatma tarzını ve karakterlerinin yapısını bilmesi gerekir. Ana karakter ve yardımcı karakterler ayrımı yapmadığını, büyük felsefi sorunları karakterlerine yaşattığını ve ‘insanlığın hikayesi’ni anlattığını neredeyse her Dostoyevski seven okur bilir.

Ancak, bu unsurları Yeraltı filminde göremiyoruz. Demirkubuz’un neredeyse anti-kahraman diyeceğimiz baş karakterinin yanındaki diğer rollerin hiçbirisi çalışılmamış, hatta öne çıkmaları yönetmen tarafından bilinçli olarak engellenmiş diyebiliriz. Aynı şekilde, kişisel bar tarih olmaktan öteye gidemeyen hikayenin önümüze koyduğu herhangi felsefi bir sorun da yok. Tersine, Demirkubuz’un postmodernizmin ‘mesaj yok’ kaygısından muzdarip olduğunu söylemek, daha doğru bir tanımlama olacaktır.

Fyodor Dostoyevski modern yazın sanatının yolunu açmış, sanat üretimini biçimlendirmiş bir büyük ozan. İki cümle ile sanatçıyı anlatmay iddiasını taşımak yüzbinlerce sayfalık Dostoyevski incelemelerine emek verenlere hakaret olurdu. Ancak, dünyanın en önemli Dostoyevski araştırmacılarından birisi olarak kabul edilen Michail Bakhtin’in yaklaşık yüz yıl önce yaptığı tespitleri kaynak olarak kullanabiliriz. Buna göre, Dostoyevski yazın sanatına ‘polifonik’ yapıyı getiren kişidir. Bakhtin ‘çoksesli’ tanımı ile, karakterlerin hikayede eşit ağırlığa yakın yer almalarını, yazarın bunlardan herhangi birisini ‘sevmemesi’ni kasteder. Romanda çokseslilik, ‘hikaye’nin kendisine odaklanmayı olanaklı kılar.

Dostoyevski’nin sanatını öncelikle ideolojik duruş belirler. Yazar, büyük sosyal ve kültürel çalkantıların beşiği haline gelmiş Avrupa’ya Rus karakterleri ve hikayeleriyle cevap verir, adeta. Sadece Yeraltından Notlar değil, Dostoyevski’nin tüm eserlerinde ‘dünya görüşü’ olmayan karakteri yoktur, neredeyse. Karakterlerini güçlü ve evrensel yapan da onların dünya, insanlık ve gelecek hakkında sahip oldukları fikirleridir.

Zeki Demirkubuz’un karakterlerinde ise, Dostoyevski’nin, ama özel olarak da Yeraltından Notlar öyküsünün karakterleriyle benzeşik bir yanı yok. Fikirsiz, hatta fikir hırsızı ‘arkadaşlar’, kiminle yatacağına nasıl karar vereceği dahi belli olmayan kadınlar ve en önemlisi, gerici, kaybolan eskiyen bir dünyanın değerlerine aşırı bağlı karakter yerine, doğruluğu aktif olarak savunmaktan çekinmeyen, dürüstlük/yalakalık ekseninde ahlaksal merkezi temsil eden Engin Günaydın. Sanırım, Dostoyevski Dostoyevski olalı böyle bir ‘yanlış okuma’ kurbanı olmamıştır.

Filmler ilgili sinema eleştirmenlerinin yazdıkları ise ayrı bir facia. Dostoyevski’den uyarlandığı belirtilen bir filmde ‘yerel referans’ arayan, filmin baş karakterinin adını bile bilmeden ‘sen ne şahane yönetmensin’ övgüleri düzen, yönetmen işin farkında olduğundan ‘serbest uyarlama’ olarak tanımladığı halde, ‘bugüne kadar gördüğüm Dostoyevski uyarlamaları içinde üst sıralarda’ diyerek methiye sınırlarını zorlayan sözümona eleştirilerin sinemaya bir katkısının olmasını beklemek ne yazık ki, mümkün değil.

Ali Rıza Özkan

***

Yeniden Doğuş (The Howling: Reborn)

[xrr rating=0.5/5]

Yönetmen: Joe Nimziki

Senaryo: Joe Nimziki, James Robert Johnston

Oyuncular: Landon Liboiron, Lindsey Shaw, Ivana Milicevic

Yapım: 2011 / ABD / 92 dk.

 

Anımsayacağınız üzere Alacakaranlık (Twilght) serisi vampir türünü yapıbozuma uğratmış, ‘romantik-vampir filmi’ diyebileceğimiz yeni bir tür ortaya çıkarmıştı. Joe Nimziki’nin ilk filmi olan, The Howling’in devamı niteliğindeki Yeniden Doğuş’sa (The Howling Reborn) aynı metodu ‘kurt adam türü’ üzerinde uygulamayı deniyor. Ama ne deneme! Çoktandır ölü olan türe bir şey kazandırmayan, beyhude bir çaba bana kalırsa karşımızdaki.

Will Kidman (Landon Liboiron), annesini yıllar önce kendisine hamileyken uğradığı bir saldırı sonucu kaybetmiştir. Anne karnında mucize eseri hayatta kalan Will, artık büyümüş, liseden mezun olmak üzeredir. İlgi duyduğu Eliana’ya (Lindsey Shaw) yakınlaşmak amacıyla katıldığı partide gizemli bir yaratığın saldırısına uğrayan Will’in bedeninde ertesi gün bazı değişimler başlar…

Yeniden Doğuş, çok ama çok kötü bir film; ne metninin bir devamlılığı var, ne de doğru düzgün bir sinematografik dili. Zaten film esas olarak video piyasası için hazırlanmış. Fakat 80’lerde video piyasasına yapılan filmlerin kendine özgü bir samimi bir üslubu vardı. Bu filmde o samimiyet de yok maalesef. Oyuncular da ‘bitsin gidelim’ havasında oynamışlar sanki. Son tahlilde Yeniden Doğuş, 15-17 yaş aralığındaki ergen gençlere yönelik bir ‘romantik-kurt adam’ denemesi; Alacakaranlık gibi başarılı olacak ve seriye bağlayacak mı, hep birlikte göreceğiz.

Ercan Dalkılıç

***

Aşk Yemini (The Vow)

[xrr rating=1.5/5]

Yönetmen: Michael Sucsy

Senaryo: Jason Katims, Abby Kohn, Stuart Sender, Marc Silverstein

Oyuncular: Rachel McAdams, Channing Tatum, Sam Neill

Yapım: 2012 / ABD / 104 dk.

 

Çok sevdiğiniz, büyük bir aşkla bağlı olduğunuz eşiniz, bir gün geçirdiği kaza sebebiyle sizi anımsamaz bir hale gelirse ne yaparsınız? Aşk Yemini (The Vow) işte bu izlek üzerinden ilerleyen orta halli bir aşk draması esas olarak. Daha önce 2004 yapımı romantik-komedi 50 İlk Öpücük’te (50 First Dates) bu izleğin daha bir çapraşıklaştırılmış halinin kullanıldığını görmüştük. Aşk Yemini’yse öyle hiç metinsel numaralara başvurmadan, lafı dolandırmadan anlatıyor hikâyesini.

Birbirlerini çok seven bir çift olan Leo (Channing Tatum) ve Paige (Rachel McAdams) bir akşam arabayla sinemadan eve dönerken kaza geçirirler. Leo, kazadan ağır zarar görmez; fakat Paige, kaza sonucunda hafızasının yakın dönemine ait olan kısmını kaybeder. Leo, kendisini anımsamayan, yalnızca ailesi ve ayrılmış olduğu nişanlısını anımsayabilen Paige’i kendine tekrar âşık etmek zorundadır. Acaba bunu başarabilecek midir?

Dramatik olarak başarılı bir iş çıkarılmış filmde. Hollywood’u Hollywood yapan şeylerin başında bu geliyor zaten: alelade bir romantik filmin bile dramatik örgüsü çok incelikli bir şekilde ele alınıyor. Hal böyle olunca da başarı, en azından gişede kaçınılmaz oluyor. Gerçek bir olaydan, Michael Sucsy eliyle beyazperdeye aktarılan Aşk Yemini, her şeyden önce çok sıcak bir film, perdeden çıkıp içinize dokunabiliyor. Bunun için bile izlenmeye değer aslında.

Ercan Dalkılıç

***

Çapraz Ateş (Haywire)

[xrr rating=3/5]

Yönetmen: Steven Soderbergh

Senaryo: Lem Dobbs

Oyuncular: Gina Carano, Ewan McGregor, Michael Fassbender

Yapım: 2011 / ABD-İrlanda / 93 dk.

 

Nikita ile zirveye çıkan, en son Ajan Salt (Salt) ile yeniden popülerleşen kadın ajan filmlerine son halka Steven Soderbergh’in çektiği Çapraz Ateş (Haywire).

Mallory Kane (Gina Carano) New York’ta yol üstünde bir kafeye girer ve beklemeye başlar. Kısa süre sonra Aaron (Channing Tatum) adında bir adam gelir. İkili kısa bir konuşmanın ardından dövüşmeye başlarlar. Kafede bulunan gençlerin müdahalesiyle Mallory Aaron’u alt eder ve orada bulunan Scott (Michael Angarano) isimli bir genci de yanına alıp kaçar. Yolda Mallory Scott’a yaptığı işi anlatmaya başlar. Kendisi hükümetler ve gizli servisler için operasyonlar yapan özel bir şirketin üyesidir. Hükümet adına çalışan Coblenz (Michael Douglas) ve Rodrigo (Antonio Banderas) Mallory’nin çalıştığı şirketin yöneticisi ve eski sevgilisi Kenneth’a (Ewan McGregor) yeni bir iş verirler; Barselona’da rehin tutulan bir gazeteciyi kurtarmak. Bu işin hemen ardından Dublin’de bir iş daha çıkar. İlk başta Mallory istemese de bu işe de gider. Burada Paul (Michael Fassbender) adında İngiliz bir ajanla buluşur. Ancak kısa süre sonra Mallory hayatının tehlikede olduğunu anlar.

Soderbergh’in yönettiği filmde esasında tek bir başrol mevcut. O da Gina Carano’nun oynadığı Mallory. Ona Holywood’un ünlü erkekleri eşlik ediyor. Ne var ki eski dövüşçü yeni oyuncu Carano, dövüş sahneleri dışında hiç de başarılı değil. Carano’nun dövüşçü olması ve dövüş sahnelerinde oldukça başarılı olması filmi izlenir kılıyor.

Film Ucuz Roman’ı (Pulp Fiction) andıran bir başlangıcın ardından önce Görevimiz Tehlike (Mission Impossible) ardından da Nikita benzeri bir kurgu ile ilerliyor. Filmin büyük bir bölümünde Mallory’nin geçmişte yaşadıkları ve şu anını görüyoruz. Ancak filmin son 20 dakikasında esrar perdesi arlanıyor.

Bir kadın ajanın kendisine kurulan tuzaktan kurtulmaya çalışmasını anlatan film, özellikle aksiyon sevenlerin hoşuna gidecektir. Ama Salt gibi son dönemin en iyi kadın casus filmlerinin ardından sadece dövüş sahnelerine ve ünlü bir oyuncu listesine dayanan film, bu tarzı sevenler için bir hayalkırıklığı olabilir.

Ali Abaday

***

Doğaüstü (Chronicle)

[xrr rating=4/5]

Yönetmen: Josh Trank

Senaryo: Max Landis, Josh Trank

Oyuncular: Dane DeHaan, Alex Russell, Michael B. Jordan

Yapım: 2012 / ABD-BK / 84 dk.

İnsan olmanın özelliklerinden biri kimsede olmayan şeylere sahip olmayı istemektir, bu istek bazen çok derinde olur ama yine istenir. Bunun için süper güçler biçilmiş kaftandır. Ne var ki süper güçlere sahip olunmadığı için bu gücün yaratacağı psikolojide pek bilinmez. Çizgi romanlarda kahramanlar ya da kötüler bir şekilde tarafını seçer. Josh Trank’ın yönettiği Doğaüstü (Chronicle) ise süper güçlerin yarattığı psikolojik ağırlığa değiniyor.

Seattle’da hasta annesi ve alkolik babası ile yaşayan Andrew (Dane DeHaan) aldığı bir video kamera ile yaşamının her anını kaydetmeye başlar. Okulda popüler olmayan, herkesin horgördüğü Andrew’in yanında bir tek kuzeni Matt (Alex Russell) vardır. Alex kuzenine arada yardım etmekte ve insanlarla tanışmasını sağlamaktadır. Bir gece katıldıkları partide Matt ve okulun popüler gençlerinden Steve (Michael B. Jordan) ormanlık alanda mağraya benzeyen bir delik bulurlar. Andrew’in kamerası ile gelmesini istedikten sonra üç genç mağaraya girer ve ışıklar saçan bir duvarla karşılaşırlar. Sabah olduğunda üç gençte de doğaüstü bazı güçler vardır. Deliğin bulunduğu araziye gittiklerinde ise ordunun burayı kapattığını görürler. Kısa süre sonra yeni süper güçlerine alışan gençler, eğlenmek için bunları kullanmaya başlar. Ancak herkesin ezdiği Andrew sinirlendiği zaman gücünü kontrol edememektedir.

Filmin büyük çoğunluğu Andrew’in kamerasından anlatılıyor. Bazı sahneler ise ortamda bulunan diğer kameralardan ya da güvenlik kameralarından çekilmiş gibi. Bu açıdan Doğaüstü son dönemde moda olan, amatör kamera ile çekilmiş gibi aktarılmaya çalışılan filmlerden.

Max Landis ile Josh Trank’ın kaleme aldığı hikaye seyirciye süpergüçlere sahip olmanın getirdiği psikolojik baskıyı da anlatıyor. Süperman, Örümcek Adam gibi karakterlerde kimi gençlik hatalarına karşın karakterlerin sonunda iyiyi seçişini görürüz. Kötüler ise güçlerini kendileri için ya da intikam almak adına kullanırlar.

Fakat, aynı Günah Tohumu (Carrie) filminde olduğu gibi hor görülen ve aşağılanan gencin gücünü istemese de kötüye kullanması mümkündür. Bu bakımdan Andrew’in yaşadıkları ve nefretle birlikte gücünün de artması ilginç bir nokta. Ancak film boyunca onun esasında içinde kötülük bulunmayan bir genç olduğunu da anlıyoruz.

Ali Abaday

***

Film

[xrr rating=5/5]

 

Yönetmen: Kerem Topuz

Senaryo: Kerem Topuz

Oyuncular: Cumali Karakaya, Öznur Kula, İlker Savaşkurt

Yapım: 2011 / Türkiye / 82 dk.

Geçen yılki film festivalinin en beğenilen filmlerinden birisi olan Film gösterime giriyor. Film bu arada, 8. Atlanta Underground Film Festivali’nde ‘En İyi Yabancı Film’ ödülünü aldı. Film‘in uluslar arası sinema festivallerinden toplayacağı ödülleri duymaya devam edeceğiz.

Bir pisikopatla bir yönetmen adayının arzularının sınır tanımaması üzerinden yaşadıkları ve çevrelerine yaşattıkları şiddetin hikayesi olan Film finale kadar izleyiciyi koltuğa yapıştıran ender yerli sinema örneklerinden birisi. Yaratılan karakterlerin sıra dışılığı yanında kullanılan kamera vs. tekniklerin de Film‘i farklı kıldığını belirtmek gerekiyor. Özgünlüğü, dinamizmi ve heyecanı ile sinemaya dair inancı pekiştiren Film‘i özellikle tavsiye ettiğimi belirtmek isterim.

Ali Rıza Özkan

VİZYONA GİREN DİĞER FİLM:

Dr. Seuss Loraks (Dr. Seuss’ Lorax)

Yönetmen: Chris Renaud, Kyle Balda

Senaryo: Ken Daurio, Cinco Paul

Seslendirenler: Zac Efron, Taylor Swift, Danny DeVito

Yapım: 2012 / ABD / 86 dk.

İlginizi çekebilir...

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et