BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Bildiğiniz üzere 10. !f İstanbul AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali bugün itibariyle başladı. Uzakdoğu'nun ülkemizdeki sesi ve sitemizin yazarı Tuğba Keleş, sizin için festival programını inceledi ve seyre değer filmlerden bir derleme yaptı.

Festival

Ters Ninja Yazarı Tuğba Keleş’in !f seçkisi

Bildiğiniz üzere 10. !f İstanbul AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali bugün itibariyle başladı. Uzakdoğu’nun ülkemizdeki sesi ve sitemizin yazarı Tuğba Keleş, sizin için festival programını inceledi ve seyre değer filmlerden bir derleme yaptı.

Bildiğiniz üzere 10. !f İstanbul AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali bugün itibariyle başladı. Uzakdoğu’nun ülkemizdeki sesi ve sitemizin yazarı Tuğba Keleş, sizin için festival programını inceledi ve seyre değer filmlerden bir derleme yaptı.

Not: Film açıklamaları festivalin resmi internet sitesinden alınmıştır.

Soğuk Balık
Tsumetai Nettaigyo

Yönetmen: Sion Sono

Murata ve Shamoto. İkisi de aile babası. İkisinin de, tropikal balık sattıkları, birer dükkânı var. İkisi de, ailelerini mutlu etme konusunda inanılmaz bir sorumluluk hissediyor. Biri, Shamoto, kendine düşen bu görevi yerine getirmekten aciz. Yeni genç karısını kızına kabul ettiremeyince ezilmiş, çabalamayı bırakmış. Gözlerini kapıyor ve en sevdiği meşgaleye bırakıyor kendini: yıldız seyri. Murata ise hayatın – ve ölümün – içinden bir adam. Aile reisliğini Allah’ın Emri gibi ciddiye alıyor. Zayıflık asla kabul edilemez, ama cinayet edilebilir. Bu iki adamın yolları kesiştiğinde Murata anında pençelerini Shamoto’ya geçiriyor. Onu kendine getirmek için, sonuna kadar sömürmek için, suratına tokat atıp hayatının kontrolünü ellerine almasını sağlamak için. Bir kere olsun problemlerini çözmesi için. Shamoto sonunda o noktaya gelecek ama oraya varana kadar kovalarca kan, kilolarca çiğ et, delirtici histerik kahkahalar ve aşırı derecede bir öz-nefret onu bekliyor olacak. Sono’nun son filmi gerçek bir seri katilin hikâyesinden esinlenmiş. Bu bilgi, filmi daha da kan dondurucu hale getiriyor.

Aşırıcılar
Kari-gurashi no Arietti

Yönetmen: Hiromasa Yonebayashi

Mary Norton’ın çok sevilen fantastik romanı The Borrowers’dan adapte edilen bu anime film, 2010 yılında, Tokyo’nun batısındaki Koganei’de geçiyor. Hikâye, Borrower adı verilen, sadece 10 cm boyunda olan ve normal boyutlardaki sıradan insan evlerinin yer döşemelerinin altında yaşayan bir grup ufak insan etrafında şekilleniyor. Olaylar, 12 yaşındaki Sho’nun, annesinin çocukluğunu geçirdiği eve gelmesiyle başlıyor. Sho arabadan inerken bir kedinin çalıların arasındaki bir şeye saldırmaya çalıştığını fark ediyor. Kısa bir süre sonra, kendisi de bir karga tarafından saldırıya uğrayan kedi kaçıyor. Merak içindeki Sho çalılığa gidip kedinin neyin peşinde olduğuna bakarken 14 yaşında bir Borrower olan Arrietty’i görüyor. Aynı gece, Arrietty’nin babası Pod, kızına nasıl şeker aldıklarını öğretmek için onu döşemenin üstüne çıkarıyor. Bu sırada Arrietty, Sho’nun uyanık olduğunu fark edip elindeki küp şekeri düşürüyor. Sho her ne kadar korkmalarına gerek olmadığını söylese de, Pod yine de taşınmaları gerektiğine karar veriyor. Aşırıcılar, Prenses Mononoke (Mononoke-hime, 1997) ve !f İstanbul’da da izleyici karşısına çıkan Ruhların Kaçışı (Sen to Chihiro no kamikakushi, 2001) gibi dünya çapında büyük beğeni toplayan animasyonların yapımcısı Studio Ghibli’nin yeni filmi.

İtiraflar
Kokuhaku

Yönetmen: Tetsuya Nakashima

İtiraflar’ın güçlü bir açılışı var. Şaşırtıcı derecede gürültülü ve kontrolsüz öğrencilerle dolu bir lise sınıfındayız. Öğretmenleri Bayan Moriguchi’nin onlara ders yerine dört yaşındaki kızının sınıftaki iki öğrenci tarafından nasıl öldürüldüğünü anlattığını anladıklarında, ortalık sessizleşiyor. Bu iki öğrencinin yaşları küçük. Bu nedenle de kanun tarafından cezalandırılamayacaklar. Ancak, Bayan Moriguchi, içmekte oldukları süte HIV pozitif kan enjekte ettiğini açıklıyor soğukkanlılıkla. Bu iki öğrencinin bu açıklama karşısındaki tavırları çok farklı oluyor. Ama bu hikâyeyi duyan herkes için ortak olan tek şey var artık, o da dozu gittikçe artan şiddet. !f 2005’te Kamikaze Kızlar (Kamikaze Girls, 2004) filmiyle tanıştığımız Nakashima, bu filmde de yine inanılmaz bir görüntü yönetimi ile karşımızda. Ayrıca, Radiohead’den XXs’e kadar uzanan müzikleriyle de yoğunluğu gittikçe artan filmin mükemmel temposunu oluşturmuş. Filmin estetize ve canlı görüntüsüyle ritmik akışı, uyuşturulmuş gibi duran karakterlerinin gaddarlıklarıyla gergin bir tezat oluşturuyor. Ancak bu gerilim, filmin Japonya’da hemen bir hit haline gelmesinin tek nedeni değil. İtiraflar, bir yandan bencilliği ve acımasızlığı irdeleyen, bir yandan da gençlerin arasında hızla yayılabilen bulaşıcı deliliği açığa çıkaran, çarpıcı bir film.

Müzik Zaten Umurumuzda Değil
We Don’t Care About Music Anyway

Yönetmen: Cédric Dupire & Gaspard Kuentz

Hiçbir şehrin yeraltı kültürü Tokyo’daki kadar canlı ve tuhaf değil. O dünyanın içinde de kimse bu müzisyenler gibisini yapmıyor. Radikal turntablizm yapan Otomo Yoshihide, deneysel elektronikçi Numb ve klasik enstrümanları kendince dönüştüren Sakamoto Hiromichi gibi isimler sayesinde Tokyo avant-garde müzik dünyasının yenilikçiliği dünyaca takdir ediliyor. Müzik Zaten Umurumuzda Değil,müzik ile gürültü arasındaki çizgide cambazlık yapan, Japonya’nın en yenilikçi altı müzisyeniyle tanıştırıyor bizi. Performanslarının büyüleyici tarafı, yarattıkları müziğin hem ses hem şekil itibariyle içinde yaşadıkları şehirle olan entegrasyonu. Terk edilmiş depolarda, hurda yığınlarının arasında ya da işlek kavşaklarda, o mekânlarla bütünleşen sesler yaratıyorlar. Filmin baş döndürücü montajı zihni sersemletirken kalbi fethediyor. Müzik Zaten Umurumuzda Değil sadece müzik ya da anti-müzik hakkında bir film değil, aynı zamanda bir şehir, bir toplum ve gelecek hakkında bir tür çok boyutlu şiir.

Amer

Yönetmen: Hélène Cattet & Bruno Forzani

Belçikalı yönetmenler Hélène Cattetve Bruno Forzani’nin gerçeküstü filmi, farklı türleri karıştırıyor ve düz bir öykü anlatmak yerine duyulara hitap etmeyi tercih ediyor. Amer, görüntüleriyle, kullandığı imgelerle ve sarsıcı kurgusuyla rahatsız edici bir gerilim filmi. Aynı zamanda olgunlaşma, yaşam döngüleri ve kadınlık üzerine bir melodram. Hatta, cinselliğin, yetişkinliğin ve fantezilerin karmaşıklığı üzerine erotik bir masal. Ve de sıradışı bir kara komedi. Amer bir kadının farklı dönemlerine odaklanan üç bölümden oluşuyor: Çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik. Küçük bir kız olan Ana, yaşadığı ürkütücü malikânenin gizli bir odasında, büyük bir olasılıkla büyükbabası olan, yaşlı bir adamın cesediyle karşılaşıyor. Daha sonra anne ve babasının sevişmelerine tanık oluyor. Ergenliğe geldiğinde, annesiyle çıktıkları bir öğleden sonra gezintisinde kasabanın erkekleri üzerindeki cinsel gücünün farkına varıyor. Yetişkin Ana ise, bir kez daha çocukluğunun malikânesine dönüyor ve maskeli bir yabancıyla yüzleşiyor. Bir usturanın parçaladığı ten imgeleri, bu sahnelere hakim oluyor. Bu karanlık ve bedensel yolculukta, hayaller, gerçekler, anılar ve cinsel fanteziler iç içe geçiyor.

Dört Defa
Le Quattro Volte

Yönetmen: Michelangelo Frammartino

Yaşlı bir çoban, İtalya’nın en güney noktasındaki Calabria tepelerinde, ortaçağdan kalma bir köyde yaşamının son günlerini geçirmekte, bir çok köylünün çoktan terk ettiği bu diyarlarda sürülerini gütmektedir. Çoban hastadır ve kilisenin zemininden topladığı tozun onu iyileştireceğine inanır. Bu tozu her gün suyuna karışıtırır ve içer. Yeni bir keçi yavrusu doğar. Yalpalayarak ilk adımlarını atışını, ilk oyunlarını izleriz. Sonra büyüyüp güçlenince o da otlaklara gider. Yakın bir yerlerde büyük bir köknar ağacı dağ rüzgârında salınmakta ve mevsimden mevsime yavaşça değişmektedir. Ve şimdi ağaç ölmüş, yerde yatmaktadır; kömürcüler yüzyıllardır yaptıkları gibi onu kömüre çevireceklerdir. Dört Defa, yaşamın ve doğanın bitmeyen döngülerine ve zamansız mekânların kesintisiz geleneklerine şiirsel bir bakış. Pisagor’un, ruhun insandan hayvana, hayvandan bitkiye, bitkiden minerale geçtiğine inandığı dört kademeli seyahatten esinlenen bu harikulade belge-anlatı, dört farklı hayattan geçen bir ruhun hikayesini anlatıyor.

Dört Aslan
Four Lions

Yönetmen: Chris Morris

Chris Morris’in çok konuşulan filmi Dört Aslan aynı anda bir çok şey olabilen ender yapımlardan: hızlı akan, zeki bir komedi, İslam adına yapılan terör üzerine hicivli bir inceleme ve insan davranışlarının temellerini araştıran güçlü bir dram. Terörist dediklerimizi insanlaştırıyor. İnsanları ise özünde gülünç buluyor. Karşınızda Spinal Tap (This is Spinal Tap, 1984)’in Heavy Metal’e, Dr. Garipaşk (Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb, 1964)’ın ise Soğuk Savaş’a yaptığını İslam adına gerçekleştirilen teröre yapıyor. İngiltere’nin bir şehrinde toplanan dört erkeğin gizli bir planı vardır. Her birinin motivasyonu bambaşkadır. Amaçları şehirde büyük bir eylem gerçekleştirmektir, ancak henüz bir kibriti bile sorunsuz yakabilecekleri kesin değildir. Dört Aslan,bu dört adamı kendimizden aşırı farklı yabancılar olarak görmemize izin vermiyor. Onları görmemezlikten gelmenin, veya, daha da kötüsü, içinden geldikleri kültürü toptan yabancılaştırma eğiliminin ardındaki aptallığı açık ediyor. Taraf da tutmuyor. Gerilimle espiri arasında ince bir dengede durarak, içinde yaşadığımız zamanların gerçekliğine cesur ve yepyeni bir bakış açısı getiriyor. Kaçırmayın.

Hayaletler
Skeletons

Yönetmen: Nick Whitfield

Stand-up komedinin tanıdık isimlerinden Ed Gaughan ve Andrew Buckley, Nick Whitfield’in ilk uzun metrajlı filminde, tuhaf bir çift varoluşçu şeytan çıkarıcıyı canlandırıyorlar: Davis ve Bennett. İkilinin, Rasputin’le Kennedy kardeşleri karşılaştırdıkları saçma bir sohbete daldığı açılış sahnesi, filmin tonunu, ikilinin garip ilişkisini ve filme hakim olan zamansızlık duygusunu belirliyor. Davis’le Bennett, ziyaret ettikleri evlerde, ilkel aletleriyle insanların ‘kirli çamaşırlarını’ ortaya çıkarıp, müşterilerine içlerindeki şeytanların neler olduğunu bildiriyor, sonra da “asla geri dönmemek üzere orayı terk ediyorlar.” Ancak, kayıp bir adamı bulma amacıyla yardıma gittikleri egzantrik aile çalışma şekillerini altüst edince, ikili kendi şeytanlarıyla yüzleşmek zorunda kalıyor. Davis ve Bennett, tuhaf davranışlı Jane ve konuşmayı reddeden kızı Rebecca’yla sıradışı bir bağ kuruyor. Whitfield, Hollywood’un bildik hayalet avcısı ve şeytan çıkarma klişelerini alıp, kendine özgü İngiliz mizah anlayışıyla harmanlıyor, buna bir de garip ve etkileyici karakterleri ekleyerek tamamen özgün, gerçeküstü bir komedi yaratıyor.

İlginizi çekebilir...

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et