BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

1969 Ağustos’unda gerçekleşen Woodstock Festivali görünüşte pek çok ünlü sanatçının sahne alacağı bir konserler silsilesi, kalabalık bir kutlama, doyumsuz bir müzik şöleniydi. Evet, belki beklenenden çok daha fazla insan gelmiş, belki biraz aşırıya kaçanlar olmuştu ama, yine de Woodstock Festivali bir müzik etkinliğiydi neticede…

Müzik

Woodstock: Bir 68 ruhu efsanesi

1969 Ağustos’unda gerçekleşen Woodstock Festivali görünüşte pek çok ünlü sanatçının sahne alacağı bir konserler silsilesi, kalabalık bir kutlama, doyumsuz bir müzik şöleniydi. Evet, belki beklenenden çok daha fazla insan gelmiş, belki biraz aşırıya kaçanlar olmuştu ama, yine de Woodstock Festivali bir müzik etkinliğiydi neticede…

Woodstock_poster

1969 Ağustos’unda gerçekleşen Woodstock Festivali görünüşte pek çok ünlü sanatçının sahne alacağı bir konserler silsilesi, kalabalık bir kutlama, doyumsuz bir müzik şöleniydi. Evet, belki beklenenden çok daha fazla insan gelmiş, belki biraz aşırıya kaçanlar olmuştu ama, yine de Woodstock Festivali bir müzik etkinliğiydi neticede… Tabi sadece görünüşte. Ve görünüş bazen aldatıcı olabiliyor. Woodstock aslında mevcut düzene bir başkaldırıydı. Eskisini yıkıp yeni bir dünya yaratmak isteyenlerin Büyük Taaruzu’ydu. Bir özgürlük çığlığı, bir hoşnutsuzluk bildirisi, bir jenerasyonun yekten yeniden doğma, yeni bir dünyaya doğma arzususunun tezahürüydü. En önemlisi umuttu. Yeni Amerika eskisine “Hope dedik!” diyordu.

Amerika’nın 60’lı yıllarını şekillendirenler gençler olacakmış gibiydi. 1960’ta Amerikalılar’ın yaklaşık yarısı 18 yaşının altındaydı. Bu da ömürlerinin söz konusu döneme denk gelen bölümünü önce lise sıralarında ve üniversite anfilerinde geçirecekleri anlamına geliyordu (Hükümetin onlar için başka planları vardı tabi). Tüketimin çoğunu onlar yapacağı için sistem kendini gençlerin isteklerine, ilgilerine, meraklarına göre ayarlayacaktı. Yeni bir kültürün, yeni değerlerin eskilerin yerini almasıyla sonuçlanacak bir süreç olabilirdi bu.

John-Fitzgerald-Kennedy

60’lara umutlu bir başlangıç yaptı Amerika. Ülke tarihinin en genç başkanını seçip başa getirdi Amerikan halkı. 44 yaşındaki bu yakışıklı, karizmatik, enerjik ve zeki adamın adı John Fitzgerald Kennedy idi. Mücadeleden, meydan okumaktan kaçınmayacağını belli eden bir başka asi daha. Bu on yılın ABD için iyi geçeceğinin bir başka garantisiydi adeta yani başkan. (Tabi onun için de başka planlar vardı.)

Kennedy o güne kadar en çok sayıda Amerikalı’nın gördüğü başkan olma özelliğini de taşıyordu. Amerikalılar’ın sahip olduğu televizyon sayısı artık 100 bini buluyordu çünkü. Sınırlar aynı kalsa da, ülke iyiden iyiye küçülmüştü. İnsanlar ülkede ve dünyada olup bitenleri daha kolay öğrenebilir hale gelmişlerdi. (Bilgi bireyler için değerli, dilediği gibi at koştrumak isteyen yönetimler içinse tehlikeliydi.)

Gençlerin ağırlığı en çok müzikte hissedilmeye başlamıştı. 50’lilerin o yumuşak, dingin melodileri yerini daha dinamik, daha kışkırtıcı müziklere bırakıyordu. Önceki on yılı anımsatan şarkılar söyleyen Chubby Checker, Beach Boys, Frankie Valli gibi isimler son demlerini yaşıyorlar, feminist hareketin habercisi olarak kız müzik grupları ortaya çıkmaya başlıyordu. Soul’u Gospel, Blues ve R&B gibi türlerle evlendiren siyahi müzik Aretha Franklin, Ray Charles, Sam Cooke gibi isimlerle atağa kalkmıştı.

Soğuk Savaş paranoyasına rağmen böyle bir genç nüfusla, böyle bir başkanla 60’ların sorunsuz, en azından eğlenceli geçeceğini umabilirdiniz. Ama hükümetinin büyük sorunlara büyük çözümler getireceğini vadeden, hep umuttan, rüyalardan bahseden, daha da önemlisi o umudu, rüyayı temsil eden başkan bugünün Neo-conlarının beşiği Dallas’ta Kasım 1963’te bir suikaste kurban gidiyordu. Beyaz Saray’ın ve ülkenin patronluğuna oturan yeni Başkan Lyndon B. Johnson’ın ilk icraatı barut fıçısının fitilini ateşleyip Vietnam’a asker göndermek oluyordu. Amerika’nın genç nüfusunun 60’lı yılların geri kalanında ve 70’lerin ilk iki yılında kabusu olacaktı bu icraat. Sekiz yılda yaklaşık iki milyon genç gidecekti savaşa.

vietnam_protestosu

Dünya Savaşı’nın ardından iyice palazlanan ülkelerinin kendilerine sunduğu konfora ve rahata alışmış olan gençlerin savaşa karşı bilinçlenmeleri fazla uzun sürmeyecektir. ABD hiçbir zaman büyük gösteriler ülkesi olmamıştı. Ama dünyanın diğer ucundaki anlamsız bir savaşta ölü sayısı giderek tırmanmaya başlayınca öğrencilerin ve işçi sınıftan halkın katılımıyla büyük protesto hareketleri başgöstermeye başlar. Askere çağrı belgelerini yakanlar, Meksika ya da Kanada’ya kaçanlar, kendini sakatlayanlar…Gençliğin enerjisi tek bir yöne kayıyordu: Başkaldırı.

Bu yeni dalganın etkileri her yerde hissediliyordu. Dünya Şampiyonu Muhammet Ali askere gitmeyi reddedince ünvanı geri alınıyordu. 1969’a gelindiğinde hükümet gençleri artık asker gözetiminde yollamaya başlamıştı. Oraya vardıklarından emin olmak için buna mecburdular. Martin Luther King’in başı çektiği siyahi hareket de Vietnam’a karşıydı. (King için de bir takım planlar yapılıyordu.)

Hükümetin baskısı ve gençlerin buna tepkisinden kaynaklanan çatışma ABD kültür hayatını kökünden değiştirmeye başlamıştır. Bir karşı kültür doğmaktadır. Geleneksel değerleri, anaakım eğilimleri sorgulayan bir isyan kültürü. Gençler gibi şarkılar da bilinçlenir. Bob Dylan, Joan Baez gibi folk şarkıcılarının protest şarkıları vardır gençliğin ağzında. Daha fazla demokrasi için çağrı yapmaktadırlar. 50’lere ait “efendi imaj” tamamen terk edilmiş, yine aynı dönemden gelen bir altkültür, uyuşturucu kullanımını bireysel özgürlük olarak gören, barışçı beatnik kültürü kucaklanmıştır. Saçlar uzamıştır. Yeni çıkan doğum kontrol haplarının da sayesinde seks gündelik bir eğlence halini almıştır. Marihuana, LSD yaygınlaşmış ve uyuşturucu türevlerinin satıldığı dükkanlar (Head Shop) açılmıştır. Çiçek Çocuklar denen Hippilerin sloganları yükselmektedir her yerde: Savaşma, Seviş! Barış ve Aşk!

Ve İngiltere’den esen Beatles rüzgarı, ABD’de kasırgaya dönüşmekte olan Jefferson Airplane, Rolling Stones, Grateful Dead, Jimi Hendrix, Janis Joplin, The Doors gibi liberal rock fırtınalarına karışır.

Her şeye rağmen Vietnam’daki savaş devam ediyordu. Amerikalı gençler hala mayınlara basıp paramparça oluyorlardı. On yılın başındaki umut, yerini karamsarlığa bırakmıştı. Artık rüyalar ancak uyuşturucu sayesinde görülenlerdi. Atılan sloganlar düşmanın çelik yeleğinden geri dönüyordu. Komün yaşam, serbest seks, aykırı yaşam tarzları yalnızca ebeveyleri üzen, gelenekçi Amerikalıları kızdıran yaramazlıklar olmaya doğru gidiyordu.

Michael Lang bir anlamda bu gidişe dur diyen adam oldu. 1967’de New York Üniversitesi’ndeki eğitimini bırakıp bir Head Shop açan Lang bir yandan da konser organizasyonları yapmaya başlamıştı. 1968’de gerçekleştirdiği iki günlük Miami Pop Festivali zamanının en büyük festivali olmuş ve 80 bin kişiyi bir araya getirmişti. Festivalde sahne alanlar arasında Chuck Berry, Steppenwolf, John Lee Hooker ve Jimi Hendrix Experience da vardı.

Ardından benzer bir festivali yeni taşındığı Woodstock’ta yapma fikri oluştu Lang’in kafasında. Woodstock rastgele yapılmış bir seçim değildi. Orada yaşamayı seçmiş ünlü müzisyenler, yazarlar, şairler, ressamlar ve film artistleri sayesinde bu ilçe festivalden önce de oldukça meşhur bir yerdi. Bob Dylan, Johnny Cash, Van Morrison, Santana’nın yanı sıra festivalde sahne alacakların çoğu öncesinde ya da sonrasında Woodstock’ta oturmuşlardı.

Michael Lang festival fikrini arkadaşı ve ortağı Artie Konfeld’e açtı. (Konfeld, Lang’in bir festival dahisi olduğunu söyleyecekti yıllar sonra bir röportajda.) 60’ların sosyal hareketlerini onurlandırmak için yapacakları bu festival aynı zamanda açmayı planladıkları stüdyo için de sermaye sağlayacaktı. Bu festival çetesinin diğer iki üyesi John Roberts ve Jael Rosenman’dı.

Çetenin hesaba katmadığı tek şey ünlü olmayan Woodstock sakinlerinin festivalin gerçekleşmesini engellemek için ellerinden gelen her şeyi yapmaya hazırlandığıydı. İlçe meclisinden 5 bin kişinin üstünde bir katılımı olacak herhangi bir etkinliğin yapılamayacağına dair apar topar bir kanun bile çıkardılar. Üstelik incelemelere göre festival alanı için düşünülen portatif tuvaletler mevzuata uygun değildi.

İşin garibi tüm bu uğraşlar festival için etkili bir reklam kampanyasına dönüştü. Yine de bu hala bir festival alanı bulamadıkları gerçeğini değiştirmiyordu. Lang’in imdadına Rus göçmeni anne babadan olma yahudi bir çiftçi yetişti: Max Yasgur. Yasgur komşularının tüm itirazlarına rağmen Bethel ilçesi sınırları içindeki arazisinin 2,4 km2’lik bölümünü festivale kiraladı. Kolay ikna olmasında Lang’den alacağı 50 bin dolar gibi hatırı sayılır bedelin yanı sıra, büyük oğlu Sam’in ısrarlı telkinlerinin de payı vardı. (İtiraf etmek lazım, tüm bu gelişmelerden sonra festivalin isminin Bethel Festivali değil de, Woodstock Festivali olması aslında çok da hakkaniyetli bir şey değil.)

Max Yasgur’un festivaldeki rolü bu kadarla kalmadı. Festivalin üçüncü gününde, Joe Cocker’ın sahneye çıkmasından hemen önce kalabalığa hitap eden bir konuşma yapacaktı:

“Asıl önemli olan şu ki, siz tüm dünyaya yarım milyon genç insanın biraraya gelip eğlenebileceğini, müzik dinleyebileceğini kanıtladınız. Bunun için Tanrı sizi kutsasın!”

Rakam dikkatinizi çekti mi? Yarım milyon, yani 500 bin kişi. 80 bin kişi gibi rekor sayıda katılımın olduğu Miami Pop Festivali’nin bile artık esamesinin okunmamasına yol açacak bir rakam. Üstelik festivalin beyin takımı Woodstock’a Miami’deki kadar çok kişinin gelmesini beklemiyordu bile. Ama kıtanın dört bir yanından geldiler. Genci, yaşlısı… Hippisi, motosikletçisi… Kadını, erkeği, lezbiyeni, geyi… 18 dolar giriş parasını verip orada bulunmayı seçen herkes…(günlük 6 dolar olarak hesaplanmıştı ama gelen kalabalık kontrol edilemez boyutlara ulaştığında festivale giriş mecburen “beleş” oldu.)


Festivale gelenler Manhattan’dan Woodstock’a kadar olan yolda yoğun bir trafik yaşanmasına sebep oldu. Festival alanına ulaştıktan sonra da sorunlar bitmedi. Yağmur aralıksız yağdı, etraf çamur deryasına döndü. Yiyecek ve sıhhi temizlik konusunda ciddi sıkıntılar vardı. Yine de kaldılar, yine de gelmeye devam ettiler. İsyanın tepe noktasıydı bu festival. Yeniden doğmak, yeni bir Amerika’ya, hatta dünyaya doğmak isteyenlerin en büyük taaruzuydu sisteme karşı. Birbirinden utanmadan, sıkılmadan anadan doğma gölete giren insanlar bir anlamda dünyaya ilk geldikleri o ana geri dönme çabasındaydılar sanki. Gözlerini ilk kez açtıkları o ilk andaki gibi saf, temiz, masum olma arzusundaydılar. Ve kimbilir belki o üç gün için gerçekten de öyle olmayı başardılar.

İngiliz şarkıcı Graham Nash ( Crosby, Stills, Nash & Young) festivalin kendisine yaşattığı hissiyatı şöyle anlatıyor bugün:

“Woodstock, benim yalnız olmadığımı anlamamı sağladı. Woodstock’taki herkesin de aynı hisleri paylaştığını düşünüyorum. Bizler dünyayı değiştirebilirdik. Sevgi ve barış düşüncelerimizle dünyayı yavaş yavaş değiştirebilirdik. Woodstock’ta bunu biliyorduk: Biz yalnız değildik.”

Woodstock Festivali 15 Ağustos Cuma günü – program yoğun trafik yüzünden yaşanan gecikmelerden dolayı oldukça sarkmış olsa da – beşi yedi geçe Richie Heavens’ın sahneye çıkmasıyla resmen başladı. Günün son sanatçısı o sırada 6 aylık hamile olan Joan Baez’di. İlk gün çoğunlukla folk şarkıcılarına ayrılmıştı.

Santana, Grateful Dead, Janis Joplin, The Who ve Jefferson Airplane gibi headlinerler’ın sahne aldığı ikinci gün (16 Ağustos) öğlen 12.15’te sahneye çıkan Quills ile başladı. Performanslar neredeyse güneş doğana kadar devam etti.

Güzel olmayan şeyler de oluyordu ne yazık ki Woodstock Festivali’nde. Uyuşturucu kullanımı öylesine zıvanadan çıkmıştı ki yaklaşık 800 kişi sağlık merkezlerine kaldırıldı. İki kişi yaşamını yitirdi. Biri yüksek doz eroinden, diğeriyse uyku tulumunun içinde traktör tarafından ezildiği için ölmüştü.

17 Ağustos sabahı New York valisi Nelson Rockefeller, John Roberts’ı arayıp 10 bin kişiden oluşan bir Milli Muhafız ordusunu Bethel’e göndermeyi düşündüğünü söyledi. Çünkü ona söylendiğine göre festivalde yasalar ihlal ediliyor, uyuşturucu kullanılıyor ve teşhircilik yapılıyordu. Yöre sakinleri huzursuzdu. Neyse ki Roberts valiyi bunu yapmaması konusunda ikna etti. Yine de Bethel’in bağlı olduğu Sullivan’da olağanüstü hal ilan edildi. Festivalde yaşanan bir başka ilginç olay ordunun uçuklardan attığı yiyecek ve tıbbi malzemeler yüzünden yaşandı. Orduyu protesto edenlerle, bu yardımları aldıklarına memnun olanlar arasında tartışmalar çıktı. Buradan da anlaşılacağı gibi katılımcılar arasında temel bazı konular dışında paylaşılan kesinbir siyasi görüş yoktu. Hipi liderlerinden Abbie Hoffman, The Who grubunun sahne almasından önce bildiri okumaya kalkıştığında Pete Townsend onu gitarıyla sahneden kovalamıştı.

Festivalin bu son günü (18 Ağustos Pazar) konserler öğlen 14.00’de sahne alan Joe Cocker ile başladı. Jimi Hendrix hit şarkısı Hey Joe ile festivalin finalini yaptığında saat 10.30’du. Pazartesi sabahı 10.30…

The New York Post gazetesi rock tarihinin en önemli anları listesine Jimi Hendrix’in Woodstock performansını da alacaktı dana sonra. Ama uyuşturucu ya da yorgunluk yüzünden, veyahut festivali erken terk ettikleri için onu izleyecek çok sayıda insan kalmamıştı.

İkinci gün sahneye ancak saat gece üçte çıkabilen Creedence Clearwater Revival’ın solisti John Fogerty de yaşadığı buna benzer bir durumu şöyle anlatıyordu:

“Rock yapmaya hazır olarak bekledik, bekledik ve sonunda sıramız geldi…Uyumakta olan beş yüz bin kişi vardı. İnsanlar kendinden geçmişti. Bir Dante sahnesinin tablosuydu sanki. Birbirine dolanmış, çamurla kaplı, uyuyan cehennem sakinleri. O anda yaşamım sürece unutamayacağım bir şey oldu. Sahneden 400-500 metre uzakta karanlığın içinde çakmağını yakmış biri vardı. Gecenini içinde şunları duydum: ‘Dert etme, John. Biz seninleyiz.’ Şovun geri kalanında o adam için çaldım.”

Bob Dylan en önemli destekçilerinden biri olmasına rağmen festivale katılmadı. Kimisine göre çocuğu hafta sonunu hastanede geçirdiği için gelememişti, kimisine göre ise evinin yakınında haplanan hippilere kızmıştı.

John Lennon Woodstock’da olmayı çok istiyordu ama o sırada Kanada’daydı ve ABD hükümeti ona vize vermiyordu.

The Doors gelişini son anda iptal etmişti. Grubun gitaristi Robby Krieger daha sonra bunu yaptıklarına pişman olduklarını açıklayacaktı. Woodstock’un Miami Pop Festivali’nin ikinci sınıf bir tekrarı olacağını düşünmüşlerdi.

Rekor sayıdaki katılıma rağmen festival 600 bin dolar zarar etti. Max Yasgur’un aldığı para yalnızca zararına ve kendini dava eden komuşuları yüzünden uğraştığı mahkeme masraflarına yetti. Konser alanının temizliği ise tam 5 gün sürdü.

Diğer yandan tarihin en büyük sosyal hareketlerinden biri hayata geçirilmişti. Gidişattan memnun olmadıkları, militarizme, emperyalizme, muhafazakarlığa, devlet baskısına karşı oldukları mesajını açıkça vermişti 60’lar jenerasyonu. Hükümet istediği kadar kulağını tıkasın, bu mesaj duyulmayacak gibi değildi.

Yine de Vietnam Savaşı 3 yıl daha sürdü. Woodstock mesajının bu süreyi kısaltıp kısaltmadığın asla bilemeyeceğiz. Ama şunu biliyoruz: Amerika Birleşik Devletleri Woodstock’dan sonra artık özgürlük ve demokrasi kavramlarına daha aşinaydı. Mevcut ve gelecek kuşakların “birey” olmasının önündeki pek çok tıkanma açılmıştı bir anlamda. İsteklerini, düşüncelerini, hayallerini dile getirip onların peşinde koşma cesaretine sahip bireylerin sayısının artması, halkın kendini yönetenler üstünde ve dolayısıyla geleceğin şekillenmesinde biraz daha söz sahibi olabilmesi demekti. Bu sonuç, yalnızca bir ihtimal olsa bile, yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen Woodstock Festivali gibi sosyal patlamaların önemini ve değerini ortaya koymaya yetmiyor mu?

Woodstock Festivali’nde kimler sahne aldı?

15 Ağustos Cuma

joan-baez-woodstock

Richie Havens
Swami Satchidananda
Sweetwater
The Incredible String Band
Bert Sommer
Tim Hardin
Ravi Shankar
Melanie
Arlo Guntrie
Joan Baez

16 Ağustos Cumartesi

Quill
Keef Hartley Band
Country Joe McDonald
John Sebastian
Santana
Canned Heat
Mountain
Grateful Dead
Creedence Clearwater Revival
Janis Joplin
Sly & Family Stone
The Who
Jefferson Airplane

17 Ağustos Cumartesi

The Grease Band
Joe Cocker
Country Joe and the Fish
Ten Years After
Blood.Sweat & Tears
Johnny Winter – Edgar Winter
Crosby, Stills & Nash
Paul Butterfield Blues Band
Sha-Na-Na
Jimi Hendrix

Müziğin Che Guevarası: Jimi Hendrix

hendrix-woodstock

Anne tarafından Cherokee olan olan solak gitarist James Marshall “Jimi” Hendrix (27 Kasım 1942 – 18 Eylül 1970) bir müzisyenden çok bir büyücüydü. Muhteşem tekniği ve zamanın özel gitar efektlerini (Waah Wah ve feedback gibi) kullanarak gerçekleştiriyordu bu büyüyü. Paraşütçü olarak katıldığı ordudan malulen ayrılıp (1962) kendini tamamen müziğe adayan Hendrix ilk yıllarında gece kulüplerinde çalarak hayatını kazanır. Sonra işin prodüksiyon ayağına geçmeye hazırlanan Animals grubundan Cas Chandler onu keşfeder. Birlikte İngiltere’ye giderler. Burada Noel Redding (bass), Mitch Mitch Mitchell (davul) ile Jimi Hendrix Experience’ı kuran Hendrix nihayet beklenen patlamayı yapar. İlk albüm Are You Experienced 1967’de çıkar ve Purple Haze ve Hey Joe gibi hit şarkılar sayesinde Avrupa listelerine fırtına gibi girer.Grubun insanı tedirgin edecek kadar gürültülü sound’u zamanın gençliği üstünde güçlü bir etki yaratmıştır. Bu bir devrimdi ve Hendrix kısa sürede müziğin Che Gueverası olarak görülmeye başlandı. Hendrix’in kısa ama ilham verici yaşamı Woodstock’daki olağanüstü performansından tam 1 sene 1 ay aldığı çok fazla sayıda uyku hapı yüzünden sona erdi.

Woodstock Festivali Filmleri

Woodstock (1970)

WOODSTOCK (1970) Michael Wadleigh

Michael Wadleigh’nin yönettiği, Thelma Schoonmaker ve Martin Scorsese’nin kurgusunu yaptığı Woodstock o günlerde zor durumda olan Warner Bros.’u batmaktan kurtaran bir iş olmuştu. Warner film için yalnızca 100 bin dolar harcamış, yönetmen Wadleigh New York film camiasından topladığı 100 kadar kişiyle ya iki katı ya hiç prensibiyle anlaşmıştı. Yani film iş yaparsa iki katı ücret alacaklar, batarsa ise hiç para almayacaklardı. Film belgesel dalında Oscar kazandı.
1994’te belgesel Woodstock: 3 Days of Peace and Music: Director’s Cut başlığıyla yeniden yayınlandı. Bu versiyonda orijinalde bulunmayan Janis Joplin, Jefferson Airplane, Jilmi Hendrix ve Canned Heat performansları da vardı.

Taking Woodstock (2009)

taking-woodstock7

Elliot Tiber ve Tom Monte’nin yazdığı Taking Woodstock: A True Story of a Riot, a Concert and a Life adlı anı kitaptan uyarlanan filmin yönetmeni Ang Lee. Amerika’da gösterime çıkan film Elliot Tiber’in gerçek hikayesini konu alıyor. Anne babası küçük bir motel işleten Elliot Bethel’deki tek konser iznine sahiptir ve Woodstock’taki konserin engellendiğini öğrenince Michael Lang’e kendi izninin, yanı sıra festival için otelin yanındaki 66 dönümlük araziyi kullanmalarını önerir. Ama Lang buranın yeterli olmadığını söyleyince Elliot onu Max Yasgur ile tanıştırır. Filmin başrollerinde Demetri Martin, Jonathan Goff, Emile Hirsch, Imelda Staunton ve Liev Schreiber var.

İlginizi çekebilir...

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et