BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Bu hafta vizyona altı film giriyor: Çanakkale filmleri furyasının yeni örneği Çanakkale 1914, Loach’ın yeni filmi Meleklerin Payı ve vibratörün tarihine ilginç bir yolculuk olan Mutlu Et Beni, haftanın öne çıkan filmleri kuşkusuz. Bir internet videosundan esinlenilerek perdeye aktarılan Olum Bak Git, Paranormal Activity serisinin dördüncüsü ve haftanın tek animasyonu ParaNorman’sa izleyicileri salonlara bekleyen diğer filmler. Herkese iyi seyirler…

Serkan Çellik

Bu Hafta Vizyona Giren Filmler (19 Ekim 2012)

Bu hafta vizyona altı film giriyor: Çanakkale filmleri furyasının yeni örneği Çanakkale 1914, Loach’ın yeni filmi Meleklerin Payı ve vibratörün tarihine ilginç bir yolculuk olan Mutlu Et Beni, haftanın öne çıkan filmleri kuşkusuz. Bir internet videosundan esinlenilerek perdeye aktarılan Olum Bak Git, Paranormal Activity serisinin dördüncüsü ve haftanın tek animasyonu ParaNorman’sa izleyicileri salonlara bekleyen diğer filmler. Herkese iyi seyirler…

Bu hafta vizyona altı film giriyor: Çanakkale filmleri furyasının yeni örneği Çanakkale 1914, Loach’ın yeni filmi Meleklerin Payı ve vibratörün tarihine ilginç bir yolculuk olan Mutlu Et Beni, haftanın öne çıkan filmleri kuşkusuz. Bir internet videosundan esinlenilerek perdeye aktarılan Olum Bak Git, Paranormal Activity serisinin dördüncüsü ve haftanın tek animasyonu ParaNorman’sa izleyicileri salonlara bekleyen diğer filmler. Herkese iyi seyirler…

Çanakkale 1915

Yönetmen: Yeşim Sezgin

Senaryo: Turgut Özakman

Oyuncular: Şevket Çoruh, Barış Çakmak, Serkan Ercan, Rıza Akın

Yapım: Türkiye, 2012, 128 dakika

Daha üç hafta once gösterime giren Çanakkale Çocukları filminin aldığı tepkileri göz önünde bulundurursak, Çanakkale 1915 filmine karşı seyircilerin “ihtiyatla” yaklaşacağını tahmin etmek zor olmaz. Ama, biz şimdiden belirtelim, Çanakkale 1915 ile Sinan Çetin’in filmi taban tabana zıt, iki farklı yaklaşımı temsil ediyorlar. Sinan Çetin işgale uğramış bir ülkenin evlatlarına “direnmeyin, kimse savaşa gitmezse barış olur” diyerek ihaneti önerirken, Turgut Özakman’ın romanı “Diriliş”in ruhuna uygun olarak çekilen “Çanakkale 1915” özgürlüğünü korumak istiyorsan işgalcileri püskürtmek zorundasın, mesajı veriyor.

İngilizlerin Gelibolu yarımadasını topa tutmalarıyla başlayan film, savaş alanlarının farklı bölgelerinden yaşanmış farklı hikayelerle Çanakkale’de ne oldu, sorusunu yanıtlama çabasında. Yer yer belgesel kıvamında sahnelemelerle, tarihe geçmiş olaylar canlandırılırken, kimi zaman da sinematografik kurgulama ile derinlikli bir hikaye yaratılmaya çalışılmış.

Filmin senaryosunda, yönetiminde, oyunculuğunda, sahnelemesinde, sanat çalışmasında özenli bir emek sarf edildiği hemen göze çarpıyor. Ancak, iki noktada eleştirilerimi sunmak istiyorum. Birincisi, özel efektlerle ilgili. Fetih 1453 filminde de çalışan sanatçı arkadaşımız, artık karanlık sahneler yaparak “zevahiri kurtarmak” modundan uzaklaşmak zorundadır. Gemilerin görüş alanından savaş sahneleri ile, yarımadadan denizen görüldüğü sahneler neredeyse gece/gündüz kadar zıt ışığa sahip. Filmin en zayıf noktalarından birisinin öncelikle, özel efekt ve animasyon sahneleri olduğu kolayca görülüyor.

Çanakkale 1915 filminin en zayıf yanı, ne yazık ki, müzikleri. Birbirinden hem tematik olarak kopuk ve hem de tansiyon olarak eşleşemeyen müzikler, müzik klibi gibi, ardı ardına “bağlanmış”. Sanıyorum, oldukça yoğun iş temposu nedeniyle olsa gerek, Çanakkale 1915 filmi için “orijinal” ve seyirciyi filmle buluşturacak bir müzik yazılmamış. Tersine, film müziği “taşıyor” denebilir. Hele ki, sanatçının, gerçekte yaklaşık 50 yıl sonra, Kore savaşında yitirdiğimiz evlatlarımızın ardından yakılan “Eledim, eledim, höllük eledim” türküsünü Çanakkale savaşı filminin içine koymasının, müzikleri gönül rahatlığı ile kendisine teslim ederken yapımcı ve yönetmenin beklentileri içerisinde olmadığına eminim.

Liman von Sanders ve diğer Alman subayların rolüne ve konumuna ilişkin katılmadığım ve filmin kotarılmasıyla ilgili eleştirdiğim noktalar saklı kalmakla beraber, Çanakkale 1915 filminin, işgalcilere karşı yokluktan zafer kazananların hikayesini anlatarak doğru mesaj verdiğini söyleyebilirim.

Ali Rıza Özkan

***

Meleklerin Payı (The Angels’ Share)

Yönetmen: Ken Loach

Senaryo: Paul Laverty

Oyuncular: Paul Brannigan, John Henshaw, Gary Maitland

Yapım: 2012 / BK-Fra. / 101 dk.

76 yaşındaki İngiliz usta Ken Loach’un Cannes ve Venedik tescilli senarist Paul Laverty ile yeni işbirliği Meleklerin Payı (The Angels’ Share), bu yılki Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışmış ve Jüri Özel Ödülü kazanmıştı. Günümüz İngiliz gençlerinin gittikçe ağırlaşan ekonomik sorunlarla başa çıkma çabasını komedi diyemesek de esprili anlarla bezeli hafif bir öyküyle dile getiren film, Filmekimi kapsamında gösterildikten kısa süre sonra yaygın gösterime girdi.

Toplumla uyumsuz olduğu düşünülen bir grup gencin yargılanma süreciyle başlayan Meleklerin Payı; Robbie (Paul Brannigan), Mo (Jasmin Riggins), Rhino (William Ruane) ve Albert’ı (Gary Maitland) aldıkları toplumsal hizmet cezasıyla bir araya topluyor. Başlarına verilen gözetmen Harry’nin (John Henshaw) viski sevgisi onları birbirine hem daha çok yaklaştırıyor, hem de içinde bulundukları sosyoekonomik çıkışsızlıktan kurtulmaları için fikir veriyor. Yol boyunca yankesici Mo, kamusal anıtlara kötü davranmayı seven Rhino ve cahilliğiyle başı dertte olan Albert adlı yan karakterler bir kenara atılmış ve ana hikâye Robbie’nin üstüne kurulmuş. Robbie ufak tefek, hızlı, sürüklendiği kavgalardan kaçmayan, talihsiz olaylara karışmış ancak içi sevgi dolu bir genç. Öfkesini kontrol edemeyip haksız yere sinirlendiği birinin gözünü kaybetmesine neden olmuş ve uzun süre hapis yatmış. Şimdiyse zengin bir kulüp işletmecisinin kızına âşık ve baba olmak üzere. Başı beladan kurtulmadığı için kız arkadaşı Leonie’nin (Siobhan Reilly) babası Robbie’yi istemiyor ve şehri terk etmesi için beş bin sterlin teklif ediyor. Yeşilçam’ı anımsatan bu fon, Robbie’yi hiç işlenmeyen diğer karakterlerin önüne çıkarsa da derinleşmesine olanak vermemiş ve Meleklerin Payı karakter yaratma konusunda tümüyle sınıfta kalmış.

Ken Loach ve Paul Laverty gibi deneyimli iki ismin toplumsal gerçekçi filmler yapma endişesiyle genel bir mesajın peşine düşüp, oluşturdukları esere değer katacak ayrıntıları bu denli umursamamaları şaşırtıcı. İzlerken hoş vakit geçirip diyalogların akıcılığına ve Loach’un film izlediğinizi unutturan rejisine hayran kalmanız olası ancak üzerine düşündükçe yüzeyselliği ortaya çıkan, dikili markaları söküp atınca basitliği anlaşılan bir kumaş elimize kalan. İyi bir hikâye izlemek ve salondan etkilenmiş halde çıkmak isteyenler için zaman kaybı olabilir.

Mehmet Serkan Çellik

***

Mutlu Et Beni (Hysteria)

Yönetmen: Tanya Wexler

Senaryo: Stephen Dyer, Jonah Lisa Dyer

Oyuncular: Maggie Gyllenhaal, Hugh Dancy, Jonathan Pryce

Yapım: 2011 / BK-Fra. / 100 dk.

Tanya Wexler’in yönettiği başrollerinde Maggie Gyllenhaal, Rupert Everett ve Hugh Dancy’nin yer aldığı Mutlu Et Beni (Hysteria) vibratörün icadını anlatırken temelde kadın – erkek anlaşmazlıkların bakıyor: 19. yüzyılın sonlarında Dr. Mortimer Granville (Hugh Dancy) modern tıptan yararlanmak istemekte, meslektaşlarına mikroplardan ve hijyen olmayan ortam sorunlarından bahsetmektedir. Fakat bu görüşleri sebebiyle hiçbir yerde tutunamamaktadır. Granville en sonunda kadınlardaki histeriyi vajina masajı tekniğiyle tedavi ettiğini iddia eden Dr. Robert Dalrymple’ın (Jonayhan Pryce) yanında iş bulur.

Dalrymple’ın, Charlotte (Maggie Gyllenhaal) ve Emily (Felicity Jones) adında iki kızı vardır. Emily oldukça uysal, annesinin ölümü üzerine evin idaresini ele almış ve frenoloji (kafatasından karakter analizi) üzerine çalışmaktadır. Charlotte ise fakir kadınlara, çocuklara bakan bir halkevini işletmektedir. Sinirli, uykusuz, depresif, cinsel açlık çeken kadınların histerik olarak tanımlandığı ve ağır histerilerin akıl hastanesine yatırıldığı bir dönemde Charlotte kadınların erkeklerle eşit eğitim ve iş imkanına sahip olmasını ayrıca oy kullanmalarını istemektedir.

Dr. Mortimer Granville 1883’te ilk elektromanyetik vibratör sayılan Granville’ın Çekici’nin patendini alan kişidir. Ancak bu alet o zamanlar vibratör olarak değil kas sıkışıklıklarını açmak için kullanılıyormuş. Zamanla gelişen ve çeşitlenen vibratör şu an en çok satan seks oyuncağı.

Mutlu Et Beni, ele aldığı hikaye bakımından hem vibratörün keşfini hem de histeri teşhisiyle kadınların nasıl baskı altında tutulduğunu gösteriyor ve bu arada tahmin edileceği üzerine bir aşk hikayesini de anlatıyor.

Ancak klasik kalıpların arkasına bakılınca filmdeki en önemli hikaye, hırçın uzlaşılmaz görülen Charlotte’nin esasında çok yumuşak ve sevecen bir kalbinin olduğunun görünmesi. Bu esasında çoğu erkeğin karşılaştığı bir durum. Oldukça hırçın görünen bir kadının bir anda yumuşaması. Bu esasında ne kadar anlaşılma görünse de kadınlar çelişkilerle yaşayan ve bunları seven varlıklardır. Anlatmak istedikleri kabul edilince de o sert görünüşlerini geride bırakırlar.

Mutlu Et Beni’de de konu bu noktadan ele alınıyor. Charlotte öncelikle babasına ve çevreye kadınlar ve yoksullar için anlattıkları ciddiye alınmadığı için tepkili. Ancak biri onu ciddiye alırsa hemen yumuşuyor.

Sinemasal açıdan bakılınca Mutlu Et Beni bilimin önemli gelişmeler eşiğinde olduğu, kadınların eşit haklara sahip olmak için uğraştığı bir dönemi oldukça iyi ele alıyor. Ağırlıklı olarak da kapalı mekanda geçen film dönemin sınıf farklılıklarını da güzel yansıtıyor. Bir dönem filmi olan ve oldukça ilginç bir konuyu ele alan Mutlu Et Beni son dönemdeki güzel romantik komedilerden biri.

Ali Abaday

***

Olum Bak Git

Yönetmen: Kamil Çetin

Senaryo: Şeyda Delibaşı

Oyuncular: Yavuz Seçkin, Metin Yıldız, Orhan Aydın

Yapım: 2012 / Türkiye

***

Paranormal Activity 4

Yönetmen: Henry Joost, Ariel Schulman

Senaryo: Christopher Landon, Chad Feehan

Oyuncular: Katie Featherston, Kathryn Newton, Matt Shively

Yapım: 2012 / ABD / 88 dk.

 

 

***

ParaNorman

Yönetmen: Chris Butler, Sam Fell

Senaryo: Chris Butler

Oyuncular: Kodi Smit-McPhee, Anna Kendrick, Christopher Mintz-Plasse

Yapım: 2012 / ABD / 92 dk.

 

 

 

 

 

İlginizi çekebilir...

Vizyon

Alex Garland bize, çok da olası görünmeyen bir iç savaş filmi sunarken aslında zeminini sağlam bir temele oturtuyor.

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et