BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Dosya

“İyi Sanat Asla Ölmez” Michael Jackson

Doğrusunu isterseniz nereden başlayacağımı bilmiyorum. 29 Ağustos gününün doğum günü olması şerefine Michael Jackson ve sinema tadında video klipleri, yine Michael Jackson’ın sinemaseverliği üzerine sizlerle duygularımı paylaşmak istedim ancak yazıya hazırlanırken araştırmalarım yazı içeriğine defalarca yön değiştirtti. Başta klipleri, kliplerin yönetmenleri ve o yönetmenlerin sinema eserlerini aynı potada eritmeyi hedeflemişsem de birçok Fred Astaire filmini izledikten sonra duygu ve düşüncelerim savruldu, heyecan bir yandan, nasıl toparlayacağımı bilmezlik hali bir yandan derken Michael Jackson’ın Fred Astaire hayranlığı ve Smooth Criminal çalışmasının aslında bir Fred Astaire güzellemesi olduğu üzerine yazmak istediğime karar verdim. Ama girizgâhı biraz kişiselleştirmek istiyorum.

Michael Jackson ne kadar Fred Astaire hayranıysa ben de bir Michael Jackson hayranıydım. Evet,  ben de onun eserlerinden esinlenip kendi tarzımda yaşatma, yüceltme kabiliyeti yoktu ama yazabilirdim. Michael Jackson ile tam olarak ne zaman tanıştığımı anımsayamıyorum, ilk defa moonwalk gösterisi yaptığı Billie Jean performansını izlediğim kesin ancak bunu zamanında mı izledim yoksa üzerinden birkaç yıl geçtikten sonra mı izledim belirsiz. Lakin bilinçli olarak, hayranlık duymaya, taklit etmeye çalışıp özendiğim zamanlar BAD albümüdür, ki her ne kadar Thriller gerek müzikal gücü, klip çalışması gerekse tümden albüm olarak bir devrim yapmışsa da benim için devrim BAD ile başlamıştır. Sonraki yıllarda ben sinema sanatı ile ilgilenmeye, sinemanın en güzel yapıtlarıyla bir bir tanışmaya başlayınca ve daha da ilerleyen zamanda Michael Jackson’ın da bir sinemasever olduğunu fark ettikçe hayranlığım daha da büyüdü. Fakat şunu da söylemek isterim ki, okuduğunuz yazıya hazırlanırken izlemelerime daha birçoklarını ekledim ve fark ettim ki Michael Jackson’ın sinefilliğini keşfetmenin sınırı yok, sanırım daha uzun yıllar birçok keşif beni bekliyor.

Smooth Criminal’a geçmeden önce kısa kısa sevdiğim, heyecanlandığım kliplere değinmek istiyorum. Thriller, biliyorsunuz 1983 yapımı, John Landis yönetmenliğinde bir zombi kısa filmi de diyebiliriz, ki J.Landis ilerleyen zamanda muhteşem Black Or White’ın yönetmenliğini de üstlenecektir. Anlatıcı olarak Vincent Price’ın eşlik ettiği muhteşem çalışma 20 dakikaya yakın süresi ile henüz sinema izleyicisi bugün ki kadar zombi temalı filmlerle tanışmamışken, zamanın en çok bilinen hatta belki de bilinen tek zombileri George A. Romero’nın zombileriyken, gencecik bir çocuk müzik ve video klip dünyasında bomba etkisi yaptı. Beyaz perdeden tanıdığımız zombilerin ağır aksak yürüyüşünden dans figürleri çıkararak bir korku gecesi sundu ve yazarınız klipteki sinema salonu sahnesinde gördüğümüz Michael Jackson’ın gerçekte de aynı keyifle film izlediğinden emin…

Sinefillerin, filmografilerini hatmettiği, hatta üzerine tezler yazdığı birçok büyük yönetmenle çalışan bu sevimli delikanlının kişisel olarak hafızamda en çok yer eden çalışmalarından biri de BAD diyebilirim. Martin Scorsese yönetmenliğinde ve yine kısa film tadında,  1961 yapımı West Side Story esintili olan BAD’in tamamını yıllar sonra, internet yaygınlaştığında izleyebildim. Çünkü biz Michael Jackson’ı ancak İzzet Öz ve Sezen Cumhur Önal ne kadarını yayınlarsa o kadarını izleyebilen bir nesildik… Bu arada Beat It’te de Walter Hill yönetmenliğindeki 1979 yapımı kültler kültü The Warriors’dan esinlendiğinden şüpheleniyorum…

Yazı konumuz Sinemasal yönüyle ön plan çıkan video klip çalışmaları olduğundan David Fincher yönetmenliğinde Who is It ya da David Lynch yönetmenliğinde Dangerous açılışı, ki bir Lynch çalışması olduğunu bilmiyor olsanız da ne kadar Lynchvari olmuş demeniz kaçınılmaz, hatta bir an için Twin Peaks’ı zihninizden geçirmeniz de olası dedikten sonra;  Remember the Time, Jam ya da yine  çok sevdiğim They Don’t Care About Us’ı (her iki versiyon da) sadece ismi ile anarak geçeceğim. Fakat Remember The Time’ı siyahi bir Kleopatra versiyonu olması ve hiyeroglif yazı sisteminden dans figürleri yaratması sebebi ile fazlasıyla yaratıcı bulduğumu belirtmek isterim.

Ve The Wiz…  Öncelikle, Sidney Lumet’in politik sinemasını bilenler bilir ki The Wiz gibi şirinlik muskası bir film Lumet filmografisi içinde oldukça ayrıksıdır. Özellikle 12 Angry Men, Dog Day Afternoon, Network gibi filmlerin ardından The Wiz’e ilkten anlam vermek biraz güç bile gelebilir ama Oz Büyücüsü ve sembolizmi düşünüldüğünde Sidney Lumet için kaçınılmaz olmuş olmalı. Bugün, orta yaşlarına ermiş sinemaseverin en güzide anılarından biri de 1939 yapımı Oz Büyücüsü’dür. Filmin çocukluk anılarımız arasında önemli yer tutması bir yana sinema tarihi içindeki yeri ve değeri de göz ardı edilemez. Boz bir Kansas görüntüsü ile sunduğu seyir zevki ne kadar ileri ise Oz Diyarı’nın renk zenginliği de aynı derecede üst düzey seyir keyfi veriyor. 1910 yapımı uyarlamayı akıllara kazıyan fırtına sahnesinin 1939’daki gücünü görmezden gelmek zaten imkânsız. Bu çok cici masalın şirinliği, neşesi bir yana, arka planı da bir hayli ilgi çekici. Edindiğimiz bilgilere göre Amerikan sanat tarihi eleştirmenleri, L. Frank Baum‘un romanını döneminin bir çeşit alegorisi olarak değerlendiriyorlar. Buna göre dönemin ekonomik ve politik koşulları Oz Büyücüsü ile edebi olarak vücut buluyor. Korkuluk, çiftçi ile özdeşleşirken teneke adam, sanayiciyi temsil ediyor. Korkaklığından yakınan aslan ise Amerikan toplumunun cesur olması için. Yanı sıra “yellow brick road”un dönemin meselesi altın standardına, Dorothy’nin gümüş pabuçları da gümüş paraya adapte edildiği yine eleştirmenlerin tespitlerinden. Bir nevi altın ve gümüşün değer çatışması fakat bu gümüş papuçlar 1939’da karşımıza kırmızı rugan papuçlar olarak çıkar. Gümüş olduğunu ise Sidney Lumet 1978’de yeniden hatırlatacaktır. Dönem Amerika’sı hakkında küçük çaplı bir araştırma yapıldığında eleştirmenlerin tespitleri haklı görünüyor. Oz Büyücüsü sadece çocukları eğlendirmek maksatlı yazılmamış olmalı. Buradan hareketle 1939’a sıçradığımızda masalın sembolizmi yine kendine yer buluyor. II. Dünya Savaşı’nın tam olarak başladığı 1939 yılı ile filmin yapım tarihinin aynı olması tesadüf olmasa gerek. Savaşın adı her ne kadar 1939’da konmuş olsa da öncesinde başlayan kaynamalar, başlarda Amerika’nın savaşa uzak durma çabası ama yine de savaşa katılması ve aynı zamanda 1930’larda başlayan büyük depresyon yılları Amerikalı eleştirmenlerce yorumlanan Oz Büyücüsü masalı ile yan yana konabilir… Beyine, kalbe ve cesarete ihtiyacı olan Amerikan halkına umut vermek için biçilmiş en güzel kaftan belki de.

Kara Panterler Partisi’nin kurulmasından kısa süre öncesine kadar Amerika’da siyahlara verilen haklar çok kısıtlıydı. Siyahların ve beyazların yaşadıkları mahalleler, okullar hatta otobüslerde oturacakları yerler bile ayrıydı. 1960’lar Amerikalı siyahların özgürlük mücadelesi yılları oldu; aynı zamanda Amerika’nın Vietnam’a karşı savaşa girdiği yıllar da. Amerika, Vietnam’ı sözde özgürleştirmek istiyordu. 1965’e geldiğimizde Vietnam’da ölenlerin çoğunluğu siyahilerdi ve süreç içinde Afro-Amerikalılar’ın özgürlük mücadeleleri, savaş karşıtlığına da dönüştü. Siyah Amerikanlar artık mücadelelerini ırkçılığa, savaşa ve Amerika’nın aslında ırkçı savaş politikasına karşı yürütüyorlardı. 1968’lerin beyaz hippileri ile yüzyıllar önce yurtlarından çalınan siyahlar adeta Dünya’yı ateşe verdi ve bu barışçıl akım dünyanın birçok yerinde 1970’lerin sonlarına kadar devam etti. Böyle bir dönemde yapımı gerçekleştirilen siyahi bir Oz Büyücüsü de aslında anlamını bulmakta hiç güçlük çekmiyordu. Yüzyılın başlarında beyazların ihtiyacı olan beyin, kalp ve cesarete 1970’lerde siyahların ihtiyacı vardı. Böyle bir ortamda Sidney Lumet’in siyahi bir Oz büyücüsü çekmesi muhteşem bir seçim olsa gerek…

The Wiz’i ve döneminden aldığı anlamı andıktan sonra araya kısacık Stephen King hikâyesi olan Ghost’u da iliştireyim. Ghost, yaklaşık 40 dakikalık süresi ile müzik tarihin en uzun video  klibi olarak da bir ilke imza attı. Tüm düşselliği ve estetik güzelliği yanında Michael Jackson’ın özellikle magazin gazeteciliğine karşı tepkisi olarak değerlendirilmeli.  Stan Winston yönetmenliğinde çekilen klip için zamanında Thriller tekrarı olduğu, Michael Jackson’ın kendini tekrar ettiği söylenmiş olsa da bu yorum hiçbir zaman gerçeği yansıtmadı. Tamamen eğlencelik Thriller’a karşı Ghost, Michael Jackson’ın medyaya/magazin basınına tepkisidir.

Yazının en heyecanlı yerine geçmeden 1986’da, Disneyland’da gösterime giren, George Lucas’ın yapımcılığında ve Francis Ford Coppola’nın yönetmenliğinde çekilen Captain EO’ya bu paragrafla kısa da olsa değinmeden geçmeyeyim. Başarılı sanat yaşamında sinemanın en seçkin isimleriyle çalışmış olması her Michael Jackson hayranı sinemasever için de gurur verici olmalı…

Sanırım artık en heyecanlı yerine gelebilirim. Michael Jackson & Fred Astaire ve Smooth Criminal

Şunu söylemeliyim ki; Smooth Criminal tamamen Fred Astaire filmlerinden, danslarından, filmlerindeki dans şovlarından doğmuştur. M. Jackson’ın Fred Astaire hayranlığı zaten bilinen bir şey ancak bu hayranlığın böylesi bir yaşatma eylemine dönüşmesi hem Fred Astaire severler için hem Michael Jackson severler için ve pek tabi sinemaseverler için daha büyük bir hayranlık vesilesi. Smooth Criminal için önce western temalı bir klip çekmeyi düşündüğü söylenir hatta bunun için yaşadığı evin arazisinde gezintiler yaptığı, sonrasında zihninde kurguladığı her şeyden vazgeçip 1940’lar Chicago’sunda yer altı dünyasından bir klip çekmeye karar verdiği… Biliyorsunuz iki ayrı Smooth Criminal çalışması var, ilki 1988 yapımı, Moonwalker filminin içinden bir bölüm, ikincisi This Is It filminden. This Is It konserlerine kısa süre kala maalesef hayranlarını derinden üzen bu kayıp sonrası sahne şovlarında da yönetmenlik yapacak olan Kenny Ortega konser hazırlıklarından derlediği bir TII belgeseli yapmaya karar vermişti. Hayranları için çok heyecan verici bir haberdi bu, son defa izleyecek olmanın mutluluğu ve üzüntüsünün aynı potaya girdiği bir ruh hali. Michael Jackson’ın This Is It konserleri için hazırladığı Smooth Criminal şovunu canlı olarak göremedik ama gösterinin bir çeşit video klibe dönüşmüş halini izleme şansı bulmuş olduk böylece.  Bir MJ hayranı ve sinemasever olarak ilk defa izlediğim anı, heyecanımı hangi kelimelerle anlatacağımı bilemiyorum. Sinemanın sevdiğimiz oyuncularının, yönetmenlerinin en güzel filmlerinden derlenmiş görüntülerle birkaç dakikalık yeni bir Smooth CriminalCharles Vidor’dan 1946 yapımı Gilda, Howard Hawks’dan 1940 yapımı His Girl Friday, Stuart Heisler’dan 1949 yapımı Tokyo Joe, John Cromwell’dan 1947 yapımı Dead Reckoning, Nicholas Ray’dan 1950 yapımı In a Lonely Place… Ortaya çıkan ise; Rita Hayworth için mücadele eden Michael Jackson ve Humphrey Bogart, benim için muhteşem, sizi bilmiyorum…

1988 yapımı Smooth Criminal klibi ise direkt olarak  Vincente Minelli yönetmenliğinde 1953 yapımı The Band Wagon’a gönderme fakat filmin kendisine değil, SC klibine esin kaynağı olan kısım da filmin içinden, Fred Astaire ve ekibinin hazırladığı bir sahne şovundan. Michael Jackson’ın mavi gömlek & beyaz takım göndermesi bir yana şehir görüntüsünden, Smooth Criminal danslarına, her iki şovun da ortak temasına kadar hayranlık uyandırıyor. Bir sanatçının başka bir sanatçıya hissettiği hayranlığı kendi tarzında yaşatma ve yüceltme biçimine şapka çıkarılmalı. Yanı sıra Smooth Criminal’ın sahne şovlarında kullandığı arka fon dev gölgeleriyle, sahne arkasından aniden ortaya çıkan kalabalıktan, tarama efektlerine kadar yine Fred Astaire’ın muhteşem filmi George Stevens yönetmenliğindeki 1936 yapımı Swing Time’ın Bojangels bölümü ve Mark Sandrich yönetmenliğinde 1935 yapımı Top Heat filmindeki  White Tie & Tails bölümünden esinlendiğini görmek heyecan verici. Ayrıca Smooth Criminal’den ayrı olarak Drill dansının ve They Dont Really Care About sahne şovlarının atası  da şirin Fred Astaire filmi 1936 yapımı Follow the Fleet’ın  I’d Rather lead Band bölümünün de içindeki bir dakikalık step dans şovu olmalı…

Son olarak Smooth Criminal, Alfred Hitchock başyapıtı Rear Window gibi izleyiciyi tek noktaya odaklarken (klipte Michael Jackson’ın kendisine) arka planda gözümüzden kaçan birçok hadisenin cereyan ettiği, izledikçe birçok dikkat çekici an keşfettiğimiz bir çalışma…

29 Ağustos 1958 günü Michael Jackson Dünya’ya geldi, birçoğumuzun çocukluğundan gençliğine hayatlarımızda iz bırakmış, efsane kavramının en nadide karşılıklarından biri,  bir müzisyen, dans ustası ve bir sinefil…

Michael Jackson deyişiyle; “iyi sanat asla ölmez”.

İlginizi çekebilir...

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et