Ferzan Özpetek‘in son filmini görmek üzere İstanbul’un Asya Kıtası bölgesinden yollara düşüp de Avrupa kıta sahanlığını küçük bir vapurla aşmaya çalışırken, henüz vakit sabahın körüydü. Oldukça zorlu bir yolculuk sonunda Avrupa topraklarına ayak bastıktan sonra dahi, önümde, tabanvayla aşılması gereken bir kaç kilometrelik yol daha uzanıyordu..
Numan Serteli
Kulak zarlarımı zorlayarak beynimin loş koridorlarında yankılanan, benim oğlanın ‘Bubaya Müzik’ başlığı altında yeni toparlayıp da takdim eylediği ‘metalik’ empiüç nağmeleriyle ritmi tutturmuş vaziyette yürüyerek Dersaadet’in en Avrupai bölgelerinden birindeki sinemaya nihayet vardığımda, bizim sabahın gözleri de artık açılıvermişti..
Gel gör ki mutat ve kahvaltısız olarak çıktığım bu çetin yolculuğun sonunda baş gösteren açlık, yine başımı döndürmeye başlamıştı ki kendimi lobiye hakim bir koltuğa bırakıverdim..
Murat Erşahin‘in geçmiş Ankara seferini kutladıktan hemen sonra gözlerim her zamanki yerinde olması gereken nevaleleri aradı.. Maalesef yerinde yeller esiyordu.. “Gecikmiştir, gelir.. Hele sabreyle Numanım” deyu, kendi kendime moral vererek, büfeye yaklaştım..
Yapacak fazla bir şey yoktu.. Bir şişe su aldım.. Bu arada da etrafı kolaçan edip, pastane kutusu falan aradım.. Bulamadım..
Yeniden yerime oturmadan önce, oldukça eski dostlardan ve yine film piyasasından olan, Ferzan’ın ikiz kardeşleri Asaf ve de Sıddık Özpetek beylerle selamlaştım..
Birazcık da, ünlü ve önemli sinema eleştirmenlerimizden Banu Bozdemir hanfendinin sohbetiyle estirdiği Ankara misket havasıyla oyalandıktan kelli -kasap kedisi misali- soluğu tekrar büfenin önünde aldım..
Bu umarsız seferimden de elimde sadece çay bardağıyla yerime döndüm..
Vakit ilerliyor ve ben artık nevalelerden umudumu tamamen kesiyordum.. Bir yudum çayı, sıcacık bir dereotlu poğçayı ısırır gibi yudumluyor, sonra -sözde- ağzımdakileri yutabilmek için de bir gıdım su içiyordum..
Koskoca filmi aç biilaç seyretmem artık kesinleşmişti.. Kaderime razı oldum.. Bizi oraya davet edip de aç koyanlara, en az kullanılmış sitemlerimi göndere göndere salona girdim..
Filmden sonra bizlere Şişhane yöresinde bir öğle yemeği vereceklerdi belki ama benim şimdi ve acilen ve de sadece bir poğaçaya ihtiyacım vardı kardeşim!.
Binaenaleyh, film çıkışı o yemek davetini de ‘tek başıma’ protesto etmek suretiyle bölgeden ayrıldım..
Benim yokluğumdan doğacak olan büyük boşluğun, o davetin bütün havasını alıp götüreceğinin gayet farkındaydım.. Lakin, bu mecbur bırakılmışlığımla, benden daha farklı bir davranış sanırım beklenemezdi.. Üzgünüm..
“Eşcinsellik hastalıktır, tedavi edilmelidir”
İtalya’da uzun yıllardır, en çok sevdiği ve en iyi yaptığı işi yaparken, ülkemizi de en iyi şekilde temsil eden yönetmenimiz Ferzan Özpetek, mottosu: “Aşktan daha karmaşık olan tek şey ailedir” olan bu yeni filminde, Lecce kentinde yaşayan, makarna üreticisi bir İtalyan ailesinin yaşantısını, geçmişi ve bugünüyle ve de tüm sırlarıyla gözümüzün önüne seriyor..
Senaryosunu Ivan Cotroneo ile birlikte yazdığı bu filmini babasına adayan Özpetek’in, makarna kralı babasına işletme okuyorum diyerek, Roma’da edebiyat okuyan ve yazarlıktan başka bir iş yapmamaya da yeminli eşcinsel Tommaso’nun üzerinden kendi özel yaşantısının bazı anlarına pencereler açtığını hissetmemek mümkün değil..
Aynen benim -adı lazım değil- sayın patronum gibi ya da pek manalı bir tamlama olan ‘erkek adam’ anlayışıyla yetişen her geleneksel erkek gibi ‘homofobik’ biri olan babasından ve ailesinden sakladığı cinsel tercihini açıklama kararıyla memleketine dönen Tommaso (Riccardo Scamarcio), ‘acı gerçeği’ söylemeden hemen önce, ağbisi Antonio (Alessandro Preziosi)’nun da bir sır sakladığı ortaya çıkmıştır.. Bundan böyle bütün işler ve her türlü ‘evdeki hesaplar’ tamamen çıkmaza girer..
Daha geçenlerde, “Eşcinsellik hastalıktır, tedavi edilmelidir” buyurarak ortalığı karıştırmış bulunan, homofobiden -pardon- kadından sorumlu devlet bakanı Selma Aliye Kavaf’ın bu sözlerine karşılık olarak film, öylesine tokat gibi bir cevap yapıştırıyor ki bu harika zamanlamaya şaşırmamak elde değil..
Ferzan Özpetek, adeta bu olacakları çok önceden tahmin edermişcesine bir sahne yaratarak, filmde oğlanın annesine, gerçek hayatta da bayan bakana ‘özgürlük’ dersi verirken, mealen şöyle diyor: Eşcinsellik bir hastalık değil, bir davranış, bir tercih şeklidir.. ‘İyileşme’ diye bir şey olamayacağı gibi, daha da ‘kötüye gitmesi’ ise kaçınılmazdır!
Konu edindiği eşcinsel temalar, her türden ‘başat’ kadın figürlerin yanı sıra oldukça etkisiz, beceriksiz erkeklerin varlığıyla ve hüznün yanında, yüksek dozajlı eğlencenin coşkusu yüklü Mine Vaganti, Özpetek’i, “İtalya’nın Almodovar’ı” unvanına daha bi yaklaştırmış gibi geldi bana..
Finalde yer alan ‘Kutlama’ adlı bir Sezen Aksu şarkısıyla kendi geleneğini de sürdüren Ferzan Özpetek, öteden beri filmlerine yedirdiği, hüzünle karışık mizahı bu filmine de uygularken (Belki de bi ihtimal, ele aldığı konunun ‘mayınlı’ ciddiyetini yumuşatmak amacıyla) bu kez, komediye çok daha büyük ağırlık vererek, şimdiye kadar seyrettiğim, en komik filmini yaratmış..
Serseri Mayınlar, hem açıklıkla ama müptezelleştirmeden değindiği ‘sakıncalı’ konusu itibarıyla; hem de, aynı aileden kaynaklanan biri eski, diğeri yeni iki ayrı hikayeyi, zaman zaman sürreal hale de dönüşen bir dünyada, birbirine ustaca sarmalayan anlatımıyla, oldukça cesur bir film.. Bazı erkek adamlar hariç herkese tavsiye edilir..
Aferin, 8!