BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Muhalif yazar Aziz Nesin’in en sert siyasi taşlaması sayılabilecek bir romanının, “Zübük”ün sinema uyarlamasında oynayacaktı. Filmin yapımcılığını Erler Film’in sahibi Türker İnanoğlu üstlenecekti. İnanoğlu, Nesin’in başta Kemal Sunal’a karşı çıktığını söylüyor.

Dosya

Zübük: Bu anlatılan, aslında hep senin hikayen oldu

Muhalif yazar Aziz Nesin’in en sert siyasi taşlaması sayılabilecek bir romanının, “Zübük”ün sinema uyarlamasında oynayacaktı. Filmin yapımcılığını Erler Film’in sahibi Türker İnanoğlu üstlenecekti. İnanoğlu, Nesin’in başta Kemal Sunal’a karşı çıktığını söylüyor.

“İt, kağnı gölgesinde yürür de kendi gölgem sanırmış.”

İster kitaptan okuyun, ister filminden seyredin “Zübük”ü tecrübe ettikten sonra Aziz Nesin’in bu toprakların Jules Verne’i olduğuna ikna olacaksınız. Nesin, Verne gibi yaşadığı zamanın ötesindeki teknolojik aletleri ve gelişmeleri çok önceden hayal etmemiştir belki, ama 1961 yılında Türkiye’nin siyasal ve toplumsal hayatının yalnızca 80’lerdeki ahvalini değil, bugünlerini bile ayna gibi yansıtan bir eser koyabilmiştir ortaya. Verne’in gerçeğe dönüşen bilimkurgusu varsa, Nesin’in de yıllar içinde gerçekliğinden en ufak bir şey kaybetmeyen “sosyalkurgu”su var.

 Ege Görgün (Landlord)

Aziz Nesin’in Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz ve Mustafa (Mim) Uykusuz ile Marko Paşa* adlı mizah dergisini çıkardığı yıllar… Marko Paşa muhalif, halkçı, taşı gediğine koyan, hınzır bir gazete. Dolayısıyla “gominist” olarak bilinen ekibinin üstünden baskılar, posta kutularından tehdit mektupları eksik olmuyor. Öyle ki derginin logosunun altında artık “haftada bir çıkar” yerine “Toplatılmadığı zamanlar çıkar” veya “Yazarları hapishanede olmadığı zamanlar çıkar” gibi ibarelerle yer almaya başlamış. Baskı yalnızca devletten değil üstelik: provoke edilen ve bir matbaayı alaşağı edebilecek linç kumpanyaları** hazırlayabilecek halktan da “mahalle baskısı” geliyor.

Aziz Nesin benzer bir saldırının kendi ofislerine de yapılacağı duyumunu alıyor bir gün. Ama emeğiyle büyüttüğü, ilk sayısını semt semt dolaşarak sattığı dergisinin son sayılarını ofiste bırakıp kaçmaya gönlü el vermiyor. Nesin’in gereğinden fazla iyimser bir de planı var üstelik: Baskın olursa, “Buyrun, oturun iki dakika, beni dinleyin” diye ricada bulunacak, ondan sonra Markopaşa’nın amacını, halka hizmet arzusunu, görüşleri ayrı da olsa, ülkeye ve halka hizmetten başka bir amaçları olmadığını, halk ve ülkeseverliğin tekele alınmasının doğru olmayacağını tüm içtenliğiyle anlatmaya çalışacaktır.*** Aziz Nesin güruhun kendisini dinleyeceğine ve kandırılmış olduklarını anlayacaklarına içtenlikle inanmaktadır. Nesin’in aklından bu düşünceler aklından geçerken takvimler 16 Aralık 1946’yı gösteriyordu. Nesin o geceyi sıkı bir polis dayağıyla atlatacak, Sabahattin Ali ise 1,5 yılı bulmayacak, öldürülecekti.

[tab:Bölüm 2]

“Aç gözünü, doldur keseni, demokrasi geliyor.”

Ülkenin bu baskıcı siyasi iklimi 1950 yılında değişecek ve Tek Parti dönemini kapatan Demokrat Parti ile liberal rüzgarlar esmeye başlayacaktı ülkemizde. Memlekete pek çok konuda özgürlük geldiği inkar edilemezdi ama siyaset meydanlarında, mecliste türeyen yeni nesil politikacılara ne demeliydi? Koltuk için din başta olmak üzere pek çok şeyi istismar etmekten kaçınmayan, işini bilen, vaziyete göre şekilden şekle giren bir politikacı tipiydi bu. Kasabalardan çıkıp “Angara”ya kapağı atan, milletin, memleketinse kendi menfaatlerini düşünen bu şark kurnazları elbette bir mizahçı olan Aziz Nesin’in gözünden kaçmıyordu. Ama Aziz Nesin onlara kızdığı kadar her seçim zamanı bu politikacıların yalanlarına kanan, başlarına örülen onca çoraptan sonra hala onlardan medet uman halkına da kızıyordu. 1946’nın o soğuk kış sabahı halkına karşı içinde taşıdığı o naif inanç epey azalmıştı belli ki. (O meşhur “Türkiye halkının %60 ı aptaldır” açıklaması bu sürecin artarak devam ettiğini göstermez mi zaten? Ama bu konuda Aziz Nesin’i kim suçlayabilir ki? Nesin’in sözlerindeki doğruluk payını ya da taşlamayı görmek için Türkiye’nin siyaset tarihinden azıcık haberdar olmak yeterlidir)

Tüm gördüklerine ve kızgınlığına rağmen bu konuyu en güzel işleyen romanını yazıp yayınlatması 60’ların başını bulacaktır. Bu romanında illet olduğu o yeni nesil liberal, işini bilen kasaba politikacısı tipinin ipliğini pazara çıkarmakla kalmayacak, bu profildeki politikacıların tüm kötü özelliklerini ifade eden tek bir kelime icat edip bunu kitabının ismi yapacaktır: Zübük.

Zübük”, Aziz Nesin’in aklına 1959 yılında Akşam gazetesi adına çıktığı yurt gezisinde düşer. Doğduğu memleket olan Şebinkarahisar’ı dünya gözüyle ilk kez görme fırsatı yakalayan Nesin, bu fırsata belki de son kez sahip olacak babası Abdüllaziz Efendi’yi de yanına alır. Bu ziyarete o zamanlar toy yaşlarında tanık olan Şebinkarahisarlı Polat Sabuncu’nun*** anlattığına göre Nesin, romanının ana kahramanına ilham verecek karakterle bu gezide tanışmıştır. Bu tanışma yüzyüze değil, onun hakkında halktan dinledikleri aracılığıyla gerçekleşiyordu.

Bir kasabanın belediye başkanı olan ve son derece geniş bir hayalgücüne sahip bu zat Nesin’in öykülerine taşıdığı o abartılı komik durumların pabucunu dama atacak şeyler anlatmasıyla meşhurdur ahaliye. Misal, bir gün Ankara’da iken Başbakan Adnan Menderes bunu akşam yemeğine davet etmiş. Yemek sonunda hesap öyle kabarık gelmiş ki, Başbakanın yüzü değişmiş. Başbakanın hesabı ödeyecek parası bulunmadığını fark eden zat-ı muhterem de kimseye çaktırmadan masanın altından Adnan Bey’e para uzatmış da neyse ki ne bir rezillik çıkmış ne de Menderes mahcup olmuş.

Bir başka hikaye ise sanki “Zübük” kitabından fırlamış bir anekdot adeta. Zat-ı muhterem Ankara’dan bir arkadaşına Adnan Bey adıyla evden kendini aratıyor, sonra çok samimi konuştuğu bu Adnan Bey’in Başbakan Adnan Menderes’den başkası olmadığını söyleyerek eşine hava atıyor. Zübüklüğünü hesaba katarsanız bunu yalnızca hava atmak için yapmayacağını tahmin etmek zor değil elbette. Hesabı bellidir. Karısı bu durumu elbette kasıla kasıla komşu kadınlara anlatacak, tabi onlar da kocalarına… Ve çok geçmeden tüm kasaba duyacaktır Başkan’ın Başbakan ile nasıl ahbap çavuşuymuş gibi sohbet ettiğini.

Nesin aradığı ilhamı (yoksa Zübük’ü mü demeli?) bulmuştur. Dinlediği hikayelerin tetiklemesiyle hayatta en nefret ettiği özellikleri bir bedende toplayan kasaba politikacısı Zübükzade İbraam Bey karakterini ve onun çevresinde kümelenen cahil, dalkavuk insanların hikayesini yazmaya koyulur.

Zübük – Kağnı Gölgesindeki İt” 1961 yılında çıkar. Kitap ülkemize ikinci baskısını 1967’de yaparken, 1965’te Almanya’da yayımlanan kitabın ilk baskısı altı ayda tükenir ve 1968’de ikinci baskısı yapılır. Bu baskı 1 ay içinde tükenir ve bir rekor kırar. 1974’de üçüncü baskısı yapılan kitap Berlin Radyosu için radyo tiyatrosu olarak uyarlanır.

1967’de Bulgarca yayımlanan 12 bin adet “Zübük” de çok geçmeden tükenir. Bizde de hızlanır kitabın satışı ve 1972’ye gelindiğinde artık beş baskı yapmıştır. “Zübük” 2005’te Nesin Vakfı tarafından yeniden basıldığında 25’inci baskısını yapmış oluyordu.

“Zübük” kitabının ardından geçmişteki dergicilik aşkı depreşen Aziz Nesin ilk göz ağrısına yeniden dönüyor ve 40’larda çıkardıkları dergilerin şekil şemaline sahip “Zübük” adlı bir mizah dergisi de çıkarıyordu bir süre. 1962 yılının başlarında “Ne sağcıyız ne solcu, futbolcuyuz futbolcu” alt başlığıyla ilk sayısı çıkan Zübük yalnızca 42 sayı devam edebilecekti. Baskılar yine muhtelifti. İlk sayılarında olmasa da, sonraki sayılarında Zübük’ün yanıbaşında Marko Paşa logosunu kullandı Nesin.

[tab:Bölüm 3]

“Demokrasi öyle bir şeydir ki, tadından yinmez.”

Nesin’in yaşamından bu yazıya taşıdığımız olaylarla “Zübük” kitabının ortaya çıkışı arasındaki bağlantılar elbette biraz tahmini, biraz da kurgusal. Fakat bire bir gerçekler ancak yazarın kendisi tarafından açık edilebilirdi, bu da artık mümkün değil. Ayrıca hangi gerçek cazibe konusunda “biraz tahmini, biraz da kurgusal” bir metinle yarışabilir ki?

Zübük’ün genel itibariyle bir DP dönemi eleştirisi olduğunu söylersek biz de bir gerçeği dile getirmiş oluruz. Kitabın 27 Mayıs (1960) darbesinden sonra, yani DP’nin kapılarına kilit vurulmasının ardından çıktığını da her ihtimale karşı not düşmek gerekiyor. Elbette Aziz Nesin’in – eğer önceden yazdıysa- bu kitabı DP iktidarı sırasında yayınlatmaya cesaret edemediğini söylemek yazarın geçmişteki muhalif, inatçı ve ödün vermez tavrına saygısızlık olur. Neticede sözünü ettiğimiz Marko Paşa’yı ve devamı olan dergileri tüm sıkıntılara rağmen uzun süre çıkarmış bir savaşçı; Markopaşa kapatılınca dergiyi Merhumpaşa adıyla, o kapatılınca Malumpaşa adıyla, ardından Yedi-Sekiz Hasan Paşa, Hür Marko Paşa, Bizim Paşa adlarıyla çıkararak mücadelesine aynen devam eden bir yazar çünkü.

27 Mayıs darbesi bir döneme noktayı koysa da Zübükler tedavülden kalkmamıştı. (Zaten darbenin böyle bir amacı da yoktu.) Zübüklük memleketin kodlarını işlemişti artık bir kere. 1961 seçimlerinde DP’nin mirasçısı olarak görülen Adalet Partisi (AP) hatırı sayılır bir oy alır. Öyleki TSK durumdan rahatsız olup sivil siyaset adamlarına bazı protokoller imzalatır.

1964’te AP’nin başına Süleyman Demirel geçince AP’nin önlenemez yükselişi başlıyor ve Türk siyaset sahnesine Aziz Nesin’in Zübük karakterini rol model almışa benzeyen yeni aktörler çıkıyordu. AP 1965 seçimlerinde %52lik oy oranıyla tek başına iktidar oldu. Ancak AP de, diğer partiler de 1980’de siyasete uzunca bir mola vermek durumunda kalacaklardı. Yalnızca onlar değil elbet, herkes… Ne de olsa 12 Eylül Darbesi’yle demokrasiye de “kısa bir ara” verilmişti. Ve tarih bir kez daha tekerrür ediyor, sanki darbeyle birlikte hareket ediyormuşçasına “Zübük” bir kez daha gündeme geliyordu. Geçen seferkinin aksine bu kez elini darbeden hızlı tutmuştu ama Zübük. Diğer bir fark da bu kez kitabevi raflarında değil, sinema afişlerinde boy göstermesiydi. Ve Zübük’ün artık oldukça tanıdık bir yüzü vardı: Kemal Sunal.

Kemal Sunal 1970’lerin başında Ertem Eğilmez filmleriyle iyice tanınır hale gelmiş, ondaki cevheri – daha doğrusu seyirci üstündeki sihirli etkisini – keşfeden kurt yapımcı Eğilmez de 1974’ten başlayarak Sunal’ı başrol oynatacağı filmler çekmeye başladı. Eğilmez öyle bir maden keşfetmişti ki bu oyuncuyu Arzu Film’e bağımlı hale getirmek için ondan bir tefeci gibi boş senetler almaya bile alacak kadar gözünü karartmıştı.***** Halkın neler sevdiğini tespit edip, bu yönde üretim yapmak konusunda uzman olan Eğilmez, Sunal’ı tam da halkın istediği şekle sokup karşılarına çıkardı. Salako, Salak Milyoner ve Hababam Sınıfı serisinin ardından bir başka evreye geçildi. Hababam Sınıfı filmlerinin zemini hazırladığı, 1977’de Şabanoğlu Şaban ile (Çöpçüler Kralı ile birlikte Sunal’ın Arzu Film ile yaptığı son film) resmen başlayan İnek Şaban filmleri Kemal Sunal’ı bir ikon haline getirdi. Kimi zaman ismi değişse de uzun bir süre benzer karakteri canlandırmaya devam etti Sunal.

Zamanla artık kendi filmlerinde yapımcı gibi söz sahibi olacak kadar güçlü bir hale gelmişti. Üstelik sanatçı egosu insanlara, daha da önemlisi kendine komik bir surattan, klişe de olsa gülme garantili replik ve hareketlerden ibaret olmadığını ispatlamak istiyordu. 80’li yılların ortasından itibaren Zeki Ökten’le kariyeri için “tehlikeli” biçimde ciddi denemelere girişecek ve altından kalkacaktır ama ama bu evreye geçmeden önce staj mahiyetinde bir dönem yaşayacaktır. Sunal, hayatına çok saygı duyduğu iki yönetmen Zeki Ökten (Çöpçüler Kralı- 1976) ve Atıf Yılmaz (Kibar Feyzo – 1978) girdikten sonra sınıf farklılıklarından dem vuran, araya toplumsal ve siyasi eleştiriler sıkıştırılan filmlerde oynamaya başlamıştı zaten, ama bu konudaki zirveyi 1980’de yapacaktı. Muhalif yazar Aziz Nesin’in en sert siyasi taşlaması sayılabilecek bir romanının, “Zübük”ün sinema uyarlamasında oynayacaktı. Filmin yapımcılığını Erler Film’in sahibi Türker İnanoğlu üstlenecekti. İnanoğlu, Nesin’in başta Kemal Sunal’a karşı çıktığını söylüyor. ******

“Nesin, ‘Kemal Sunal, Zübük rolüne uygun değil,’ dedi. O dönemde henüz şöhret olmamış Şener Şen’in oynamasını istedi. Bense, kemal Sunal star olduğu için ve filmi onun vasıtasıyşa geniş kitlelere taşıyabileceğimiz düşüncesiyle onu oynattım.”

Filmi daha önceki filmlerini çeken yönetmenler kadar tecrübeli olmayan ama Tosun Paşa (1976), Şark Bülbülü (1979) ve Umudumuz Şaban’da (1979) birlikte çalışma fırsatı bulduğu Kartal Tibet yönetecekti. Bir yönetmen için bu çok da kolay sayılmayan proje konusunda Tibet’in büyük bir şansı vardı. Senaryoyu yazacak kişinin Atıf Yılmaz’dı. (Filmi başta Atıf Yılmaz’ın çekeceği, sonradan görevin Tibet’e kaldığı da söylenegelir.)

Filmin çekimlerine Kırklareli’nin Vize ilçesinde 1980’in Ağustos ayı ortalarında başlandı. Çekimlerin geri kalanı ise Saray ve İsatnbul’da gerçekleşecekti. 12 Eylül Darbesi’ne bir aydan kısa bir süre kalmıştı. Memleketteki gerginlik zirve noktasındaydı artık. “Zübük”ün çekimleri böylesi bir ortamın şartlarında tamamlandı. Peki bu durum filmin çekimlerini aksatmış ya da herhangi bir şekilde olumsuzluk yaratmış mıydı? Filmin oyuncularından olan Metin Serezli hatırladığı kadarıyla böyle bir durumun söz konusu olmadığını belirtiyor.

[tab:Bölüm 4]

“Zübük denen o cibilliyetsizin aslını nesini en iyi ben bilirim.”

Zübük filmi bir dış sesin yüksek sesle okuduğu gazete manşetleriyle açılır. İşte onlardan bazıları:

“Hükümet kurulamıyor. Partiler aralarında anlaşamadı.”

“Hükümetin kurulma ihtimali belirdi. Destek Partisi’nden İprahim Zübükzade******* Huzur Partisi’ne transfer olacak.”

“İprahim Zübükzade, ‘Ağırlığımca para verseler partimden ayrılmam,’ diyor.”

“İprahim Zübükzade, ‘Bakanlık verirlerse Huzur Partisi’ni desteklerim,’ dedi.”

“İprahim Zübükzade Destek Partisi’nden istifa etti. Huzur Partisi hükümeti kuracak.”

“İprahim Zübükzade, ‘Milletimin menfaati için icabederse on kere istifa ederim,’ diyor.”

“Hükümet kuruldu. Son günlerin olaylı adamı İbrahim Zübükzade Fuzuli İşler Bakanı oldu.”

“İprahim Zübükzade Huzur Partisi’nden ihraç edildi. İprahim Zübükzade: Ben de gidecek başka bir parti bulurum, diyor.”

“Zübükzade efsanesi sona erdi. İprahim Zübükzade Büyük Millet Meclisi’nden ihraç edildi.”

(Gülmeceyi artırmak adına abartılı mizansenler yaratılmış gibi görünse de ilk bakışta, başta “Bakanlık için parti değiştirmek” olmak üzere bu olayların pek çoğunun çok yakın zamanlarda bile yaşandığını görmek mümkündür. Ancak 1979’da gerçekten de bir “milletvekili pazarı” ortamı doğmuştu. Yapımcı Türker İnanoğlu da hikayeye biraz daha güncellik katmak adına, 1980 öncesi meclisde hızlanan milletvekili transfer trafiğini, partilerin milletvekillerine büyük paralar teklif edip, büyük vaatler de bulundukları rivayetlerini filme taşımaya karar vermişti.)

Efsane belki sona ermiştir ama bu manşetleri atan gazetenin editörü kendilerine uzun zamandır çok iyi malzeme olan Zübükzade’nin peşini bırakma niyetinde değildir. Güvendiği muhabirlerinden biri olan Yaşar’ı (Metin Serezli) Zübükzade’nin hayat hikayesinin tüm gerçeklerini araştırıp ayrıntılarıyla yazmak üzere görevlendirir. Yaşar yola çıkmadan önce zübük kelimesinin anlamına bakar sözlükten. Böylece onunla birlikte biz de öğreniriz Aziz Nesin icadı bu kelimenin anlamını. Sözde bir halk tabiri olan zübük “Kendi çıkarları için her yolu mübah sayan kişi, sözünde durmayan, üçkağıtçı, egoist, düzenbaz, ahlaksız, kalleş, namussuz, palavracı, dönek” anlamına gelmektedir. İşte tüm bu özelliklere sahip olan İprahim Zübükzade Bey lakabını bileğinin hakkıyla kazanmıştır. Yaşar’ın kısa sürede keşfedeceği gibi yaşadığı kasabada kim var kim yok kazık atmış ancak yine de siyasi hayatın merdivenlerini yine onların oylarıyla teker teker çıkarak milletvekili olmuştur. Bu yükseliş Nesin’e göre tek suçlunun Zübükzade olmadığının kanıtıdır. Zaten “Zübük” romanının son sayfalarında şu cümleler yer almaktadır:

“Şimdi çok iyi anladım ki, Zübük bir tane değil, biz hepimiz birer zübüğüz. Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyümezdi. Hepimizde birer parça olan zübüklük birleşip işte başımıza böyle zübükler çıkıyor. Oysa zübüklük bizde, bizim içimizde.”

Kitaptaki gibi bir özeleştiri olmasa da filmde de bunun muadili kısa bir tirat vardır. Zübükzade suçumuzu yüzümüze vurmaktadır adeta.

“Hem bu memlekette bir tek zübük ben miyim? Aslında hepimiz birer zübüğüz. Zübük olmaya zorlanmışız. Zübüklerden kurtulmanın birinci çaresi önce kendimize bakmak kendi zübüklüğümüzden kurtulmaya çalışmaktır. Di mi, gazeteci bey?”

Gazeteci Yaşar, Zübükzade ile yüz yüze görüşmeden önce Motelci Satılmaş’tan (Osman Alyanak) önce Zübükzade’nin evelliyatını, sonra da kasabalının başına gelenleri hayretler içinde dinler. Babası kasabaya Zeybekzade adıyla ve kendi uydurduğu sahte bir şöhretle gelmiş ama foyası ortaya çıkınca namı Zeybekzade’den Zübükzade’ye dönüştürülmüştür. (Bu anlamda “zübük” kelimesinin “zeybek”le bir ses ve tezatlık akrabalığı vardır.) İşin garibi zübükzedelerin neredeyse hepsi kendi ayağıyla gitmişlerdir Zübükzade’ye kazıklanmaya. Kasabanın terzisi Cemal (Şemsi İnkaya) kardeşinin yatılı okul işi için, Demirci Nuri (Reha Yurdakul) dükkanını istimlaktan kurtarmak için, Sabri Ağa (Ali Şen) ise komşu köyle ihtilaflı olduğu yaylanın tapusunu almak için ondan yardım istemiştir. Daha Zübükzade bir şey talep etmeden onlar bir şeyler vermeyi teklif ederler bu yardım karşılığında. Zübükzade insanlardan doğrudan bir şey istemeden, onlardan çok şey tırtıklama konusunda uzmandır. Üstelik bunu bir kez değil, üst üste birkaç defa yapabilmekte, üstüne bir de hayır duası alabilmektedir.

“Ne demişler… Vergini verme, rüşvetini ver.”

Kazıklandıkları er geç anlarlar anlamasına ama dersini vermek için her harekete geçtiklerinde Zübükzade onlara öyle bir oyun oynar ki, yine dalkavukluklarına ve korkularına yenilip bu ahlaksız adamın kapısında kul köle olurlar. Zübükzade’nin tek yaptığı onlara önünde durduğu “kağnının” gölgesini kendi gölgesi gibi yutturmaktır aslında. Bunu kâh sahte bir telefon görüşmesi ya da mektupla yapar Zübük, kâh Başbakan ile birlikte çektirdikleri montajlanmış bir fotoğrafla.

Zübükzade’nin gözü yalnızca kasabalının parasında malında değildir. Kasabanın “hepten muhalifi” Kadir Ağa’nın (Kadir Savun) tek kızı Yektane’yi (Nevra Serezli) “seni mebus karısı yapacağım” diye ayartıp iğfal eder örneğin. Neyse ki Yektane dişli çıkar da silah zoruyla nikahı bastırtır Zübükzade’ye. (Filmin bu bölümü kitaptaki Zübükzade’nin daha acımasız, daha berbat bir adam olduğunu hatırlatır bize bir anlamda. Çünkü romanda Muhalif Kadir Ağa’nın Yektane’den başka Dürdane ve Güldane adında koca bekleyen iki kızı daha vardır. Zübük hepsiyle birer birer işi pişirir.) Kadir Ağa aslında kasabada Zübükzade’den bir şey istemeyen tek kişidir ama o da zübükzede olmaktan kurtulamamıştır. Tek kabahati, doğru yolu bulduğuna inandığı Zübükzade’yi evinde bir geceliğine ağırlamaktır. Kadir Ağa olanları öğrenince Zübükzade’yi öldürmesi için kasabanın belalısına (Bülent Kayabaş) para verir. Ama Zübükzade ne yapar ne eder hem onu, hem de onunla birlikte hareket eden diğerlerini atlatıp yine yularlarını ele geçirir.

Film gazeteci Yaşar’ın Zübük ile yaptığı yüz yüze röportajın ardından biter. Politik kariyeri biten Zübük hala eski numaralarını çevirmektedir gazetecinin karşısında. Bu onun kağnının gölgesine müptelalık geliştirdiğinin göstergesidir. Ona göre kendisi diğerlerinin değerini bilemediği bir cevherdir. Kasabalısı deseniz, nankördür, kadir bilmezdir. Hepsini ihya etmiştir zamanında ama onlar gelip bir halini hatrını bile sormamışlardır milletvekilliği düştüğünde. Oysa kendisinin kasabaya 20 tane fabrika, 10 tane baraj yaptırmak gibi planları vardır. Gazeteci Yaşar kasabanın fabrika için gerekli sanayi mıntıkasında bulunmadığını, barajın ise daha da imkansız olduğunu çünkü kasaba civarında olmadığını hatırlatır. Zübük geri adım atmaz. Gerekirse taşıma su ile barajlar dolduracağını ifade eder. Bu sözler gösterir ki Zübük’ler yarattıkları illüzyona zamanla kendileri de inanmaktadırlar. Kağnının gölgesini gerçekten kendilerine ait olduğunu sanmaya başlamaktadırlar. (Günümüzde yok mudur sanki bunun canlı örnekleri? )

“Ben pazarda satılan bir at değilim. Transfer ayında canbaz gibi oynayan futbolcu da değilim. Ben, milletin temsilcisiyim.”

Kitapta liberal hareketle ortaya çıkan bir dönemin belli şekle şemale sahip siyaset adamı tipi taşlanırken, filmde Kemal Sunal’ın canlandırdığı Zübük karakterinin bazı hareketlerinin ve sözlerinin doğrudan Süleyman Demirel ve Necmettin Erbakan’ı işaret ettiğini görürüz. Bu, karakterin yaratımı aşamasında formüle gayri ihtiyari karışan bir şey midir, yoksa gayet bilinçli mi yapılmıştır bilinmez ancak şu rahatlıkla söylenebilir: Öyle pek bir dikkatlice bakmasak bile, Zübük karakterinin bugüne yansımalarını görmek mümkündür. Ama zaten Zübük’ün gücü de tam olarak bundan kaynaklanmaktadır. 50’leri anlatmak için 60’larda yazılan bir kitabın ve bunun 1980’de yapılan sinema uyarlamasının, 60’ları, 70’leri, 80’leri olduğu gibi sonraki 20 yıllık dönemi de resmedebildiğini şaşırarak görürsünüz. Metin Serezli de bu okumaların genel anlmada doğru olduğunu düşünüyor. “Ama”, diyor, “bana kalırsa, Aziz Nesin’in bu eseri kaleme almasının asıl nedeni partinin DP ya da AP olması değil, partilerin yaptığı yanlışlar ve bu yanlışlar neticesinde böyle fırsatçıların ortaya çıkmasıdır. Politikaya giren çarıklı erkân-ı harptir.”

Dolayısıyla ister kitaptan okuyun, ister filminden seyredin Zübük’ü tecrübe ettikten sonra Aziz Nesin’in bu toprakların Jules Verne’i olduğuna iyice ikna olursunuz. Nesin, Verne gibi yaşadığı zamanın ötesindeki teknolojik aletleri ve gelişmeleri çok önceden hayal etmiyordur belki, ama 1961 yılında Türkiye’nin siyasal ve toplumsal hayatının yalnızca 80’lerdeki ahvalini değil, bugünlerini bile ayna gibi yansıtan bir eser koymaktadır ortaya. Verne’in gerçeğe dönüşen bilimkurgusuna nasıl hayran oluyorsanız, Nesin’in de yıllar içinde gerçekliğinden en ufak bir şey kaybetmeyen sosyalkurgusuna da aynı şekilde hayran oluyorsunuz dolayısıyla “Zübük”ü okurken veya seyrederken.

“Zübük”, Kartal Tibet’in yönetmen, Kemal Sunal’ın aktör olarak o güne kadar ki en iyi performanslarını ortaya koydukları bir yapım. Kemal Sunal seyirciye yeterli gelen komik mimiklerinden ve küfürlerinden olabildiğince sıyrılarak, bir güldürü-roman karakterini tüm unsurlarıyla ete kemiğe büründürüyor. Tabi bunu yaparken kendini de tamamen geri çekmiyor. Seyircinin Zübük’te Kemal Sunal’ı görmesinin gişe için bir gereklilik olduğunun farkında. Sunal canlandırdığı karakteri ve o karakterin temsil ettiği her şeyi seyirciye geçiriyor, daha önce benzer karakterleri canlandıran ve bu rollerle özdeşleşen Şener Şen gibi başarılı oluyordu Zübük tiplemesinde.

Atıf Yılmaz elbette kitaba bütün bütün bağlı kalmamış, sinemanın kendine has dinamiklerini hesaplayarak ekonomik bir metin çıkarmıştı ortaya. Bir diğer neden de belki de yan oyuncu sayısını kısıtlı tutmaktı. Yardımcı roller için Metin ve Nevra Serezli tiyatro kökenli oyuncular tercih edilmişti genelde. Nevra Serezli bir gün ansızın Türker İnanoğlu’dan davet almış, yanına gittiğinde ünlü yapımcı kendisini “Zübük”ün kadrosunda görmek istediğini tebliğ etmişti. Nevra Serezli o sıralar bir tiyatro oyununda yer almasına rağmen görevi kabul etti. “Emir büyük yerdendi, ne yapayım!” diyor gülerek Bayan Serezli. “Türker bey kapıda çekimlerden sonra beni bir arabaya koyar, oyuna yetiştirirdi. Oyuna yetişebilecek miyim endişesiyle çok stres yaşadım o dönem. Ama filmin çekimleri çok keyifliydi. Kartal Tibet özellikle çok kişinin konuştuğu, kalabalık sahnelerin rejisinin üstünden iyi gelmişti. Başarılı bi iş oldu neticesinde. Çok ses getirdi. Gişede çok iyi iş yaptı.” Nevra Serezli’nin “Zübük”teki performansı kimileri tarafından abartılı bulunur. Dönemin ve türün şartlarına uygun bir performans sergilemiş olsa da Serezli de katılmıyor değil bu eleştiriye. “Ben eski filmlerimdeki performansımı çok beğenmiyorum. O devrin komedi anlayışı, rejisörün seni öyle yönlendirmesi ya da yönlendirmemesi yüzünden ortaya çıkan eski tarz bir performans o. Bugünkü tecrübemle oynasam o rolleri bambaşka bir şey çıkar ortaya.”

Filmde “cameo” esprisi de kullanılmıştır. Bir sahnede iki ünlü yönetmen göze çarpar: Meclis Başkanı rolünde Osman F. Seden (1924 –1998) ve iktidar partisi milletvekili rolünde Memduh Ün.

“Turizm ne demek? Elin cıbıl hatunlarını evimize sokmak demek. Turizm demek, alafranga kenef demek.”

Filmin müziklerine de değinmek gerekiyor. Çünkü akılda kalıcı, filmin temposuna ve içeriğine göre değişkenlik gösterebilen müzikler Esin Engin’e (1945-1997) ait ve filmin başarısında belirgin biçimde pay sahibi oluyorlar. Kendi çıkardığı 45’liklerin yanı sıra, pek çok Türk Pop ve Sanat Müziği sanatçısıyla aranjör, orkestra şefi ve müzisyen olarak çalışan Engin aynı zamanda “Hisseli Harikalar Kumpanyası” (1980), “Lüküs Hayat” (1984) gibi müzikallere müzik yönetmenliği yapmış; “Kanlı Nigar“, “Fermanlı Deli Hazretleri“, “Deli Eder İnsanı Bu Dünya” gibi birçok müzikali de bestelemiş bir isimdi. Osman F. Seden, Atıf Yılmaz gibi usta yönetmenlerin filmlerine de müzik döşeyen Engin, “Hayallerim, Aşkım ve Sen“, “Kadının Adı Yok” filmleri dışında 1986’da “Çalıkuşu” dizisinin unutulmaz müziğine de imza atmıştı.

Zübük Hakkındaki Eleştiriler:

Son olarak sinemalarımızda gösterildiği tarihlerde sinema yazarlarından ne tepkiler aldığına bakalım filmin.********

Kemal Sunal’ın güzel oyunuyla, Kartal Tibet gibi sinemamızde daha yeni sayılabilecek bir yonetmenin bu işin üstesinden gaiarıyla geldilerine tanık oldum. Film her karesiyle komedi türünün özgün bir örneği olurken, sadece güldürmeyi değil, halkımızın son yıllarda yaşadığıi içinde bulunduğu bir olaylar zincirlemesini de gözler önüne sermesi açısından ilginçti. (Burçak Evren – Saklambaç, 21 Kasım 1980)

“Zübük” Kartal Tibet için bir aşama… Anlatım kıvraklığı, kalabalık dış sahnelerdeki başarısı, oyuncu yönetimi ile Tibet, ustası Atıf Yılmaz için düşünülmüş bir filmden yüzünün akıyla çıkıyor. “Zübük” frenklerin dediği gibi “tonik” rahatlatıcı bir film. Politika denen ve gündelik yaşamımızı en küçük ayrıntılarına kadar etkileyen olaya mizahın, dolayısıyla zekânın damgasını taşıyan her türlü yaklaşım gibi. bu film de seyirciyi düşündürürken ferahlatıyor, ferahlatırken düşündürüyor. (Atilla Dorsay – Cumhuriyet – 28 Kasım 1980)

Kendi çıkarları için her şeyi mübah sayan “zübükler”i ortaya çıkaran toplumsal çevrenin eleştirisi. Kartal Tibet’in yönettiği “Zübük” filminde başarıyla yansımış. “Zübüklerden” kurtulamamızın nedenini her şeyden önce kendimizde aramamız gerektiği bildirisini seyirciye aktarmarmakta güçlük çekmiyor yönetmen. (Vecdi Sayar – Milliyet Sanat Dergisi S.13 – 1 Aralık 1980)

* Marko Paşa’nın ilk sayısı 25 Kasım 1946 yılında çıktı.
** Tan Matbaası Baskını – Baskın Zekeriya Sertel’in hatırladıklarım adlı kitabında şöyle aktarılır:
“4 Aralık, 1945 gününün sabahı üniversiteli faşist gençler ellerinde önceden hazırladıkları baltalar, balyozlar ve kırmızı mürekkep şişeleriyle matbaaya (Cağaloğlu’nda Tan Gazetesi) saldırdılar. Orada bekleyen polisler olup bitene seyirci kaldılar. Görevlerini yapmaya kalkmadılar. Göstericiler, baltalarla matbaa kapısını kırıp içeri girdiler. Makinaları balyozlarla kırdılar. Binanın camlarını indirdiler. İçindeki eşyayı kırıp döktüler. Sonra ellerinde kırmızı boya şişeleriyle “Serteller nerede?” naralarıyla bizleri aramaya koyuldular. Amaçları, bizi çırılçıplak soyup üzerimize kırmızı boya dökmek ve sonra önlerine katıp sokaklarda “İşte kızıllar,” diye sergilemekti. Bütün bunlar polisin gözü önünde oluyordu. Göstericiler bizi bulamayınca vahşi naralarla yollara düştüler. Beyoğlu yakasına geçtiler, orada Sabahattin Ali ile Cami Baykurt’un çıkardığı La Turquie gazetesinin matbaasına gittiler. Orasını da kırıp döktükten sonra vapurla Kadıköy’e geçip bizi evimizde basmaya teşebbüs ettiler…
Hükümet olaydan önce olduğu gibi, olaydan sonra da bu cinayeti işleyenlere karşı hiç bir harekette bulunmadı. Güpegündüz bir matbaayı yıkan bu faşist gençlerden hiç kimse tutuklanıp mahkemeye verilmedi. Bu işin İnönü’nün bilgisi içinde Saraçoğlu’nun verdiği emir üzerine polis tarafından tertiplenip yürütüldüğüne hiç şüphe yoktu. Gösteri yapan ve matbaaya saldıran gençler arasında birçok sivil polis vardı. Saldırıyı asıl bunlar yönlendiriyordu…
“Kanun adına, hükümet adına, memleket adına yüz kızartıcı bir rezalet sayılabilecek olan bu 4 Aralık olayından ötürü sonunda kim tutuklandı, bilir misiniz? Biz. Yani, ben, eşim Sabiha Sertel ve Cami Baykurt. Bu olayın sorumlusu ve suçlusu olarak biz hapse atıldık ve biz mahkemeye verildik. Yargıçlar bizim haklı olduğumuzu biliyor ve anlıyorlardı. Fakat Ankara’nın emrine uyarak bizi mahkûm ettiler. Bereket versin Yargıtay bu kararı bozdu ve üç ay hapisten sonra tekrar özgürlüğümüze kavuştuk.
“Kavuştuk mu? Hayır. Artık Tan gazetesini yeniden çıkarmak olanağı kalmamıştı.
Kırk yıllık çalışma hayatımın meyvesi enkaz altında yatıyordu. Evimiz polisle çevrilmişti. Arkamıza polis takılmıştı. Mahkemeden ve hapisten kurtulmuştuk ama bu kez daha geniş bir hapishaneye düşmüştük.”
*** Aziz Nesin’in kendi kelimeleriyle aktarılmıştır.
**** Şebinkarahisarlı bir gazeteci. Bu konuyla ilgili anılarını Şebin internet gazetesinde anlatmış.
***** Tarık Akan’ın Feriha Karasu Gürses’e verdiği röportaj. (Kemal Sunal Film Başka Yaşam Başka – Sel Yayıncılık – 2001)
******Bay Sinema Türker İnanoğlu – Giovanni Scognamillo – Doğan Kitap – 2004)
******* Kitaptaki İbraam, filmde İprahim’e dönüşmüştür.
******** Agah Özgüç’ün Türk Filmleri Sözlüğü 1980-1983 kitabından.

[tab:END]

İlginizi çekebilir...

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et