İlk bakışta Orhan Veli sevenler için ne kadar da sıradışı bir başlık değil mi? Şiirleriyle tanıdığımız ve sevdiğimiz Orhan Veli’nin hikayeleri… Ben de ilk gördüğümde çok şaşırdım. Yapı Kredi Yayınları, yazarın öykülerini ilk kez bir kitapta toplamış. Birçok okurun Orhan Veli öykülerinin farkına varmasında bu kitabın önemli bir katkısı oldu sanırım… Ben de kitapçının rafında Orhan Veli ve öykü kitabını görünce büyük bir merakla aldım kitabı.
Bahadır Eren
Yazarın şiirlerinde olduğu gibi öyküleri de müthiş duru ve sade diliyle insanı hapsediyor. Sanki öyküyü okumuyor yaşıyorsunuz. Kah sıradan keşmekeş bir lokantanın havasını, kah deniz kenarında balığın tadını alıyorsunuz. Ama en çok da sıradan insanların günlük hayatlarını ve diyaloglarını bulmak mümkün. Orhan Veli’nin şiirinin en önemli özelliği de bu bence…
Sadece gündelik sorunlar da değil değindiği. Sıradan insanların günlük yaşantılarını bu kadar duru bir dil ile anlatırken, hikayenin nasıl olması gerektiğinden tutun da sınıfsal konulara bile girebilen ve bunu yaparken de asla insanı sıkmayan ve adeta kimseye belli etmeden taş eden, eleştiren yönü var öykülerinin.
Örneğin “Baharın Ettikleri” öyküsünde, öykünün nasıl olması gerekirken buluyoruz Orhan Veli’yi: “Oturdum. Ne yazayım diye düşünmeye başladım. Acaba hikaye mi yazsam? Hikayede konunun pek o kadar mühim olmadığını söyleyenler de çıktı. Ama ne olursa olsun, bir vaka lazım.” diyerek başlar. Ve ardından sayfalar, kitaplarla tartışılacak bir konuya vurgu yapar: “Üstelik vaka da, alışılmış vakalardan olmamalı. Küçük burjuvanın hayatını anlatan, onun zaaflarını, onun adiliklerini dünyanın en büyük kahramanlıklarını, en asil heyecanları gibi gösteren hikayelerden illallah dedik artık.” diye devam ederek edebiyattaki en önemli tartışma konularından birinde tarafını da belli etmiş olur. Bu bağlamda kendisini de toplumcu yazarlar arasına yerleştirir.
Ardından kuşağının pek çok yazarına ciddi ve ağır bir eleştiri getirir: “Bütün ıstıraplar aşktan doğuyor. Oysaki öte yandan milyonların, milyarların ıstırabı var. Ama ne yazık ki biz o insanı tanımıyoruz. Girmişiz küçük burjuvanın içine, yuvarlanıp gidiyoruz. Başka sınıfların başka cemiyetlerin adamı olduğumuzu bile bile.”
Ama bakın Orhan Veli ne kadar da güzel anlatıyor milyonların durumunu: “O sırada iki çocuk peyda oldu. Sırtlarında küfe vardı. Üzerlerindeki esvaplar saçak saçaktı. Bahçeye nereden girmişler. Mal sahibi bahçe kapısına giden yola kömür döktürmüş. Girip çıkanların iskarpinleri çamur olmasın diye herhalde. Oradan kömür toplamaya gelmiş olacaklar. Bilmiyorlar bu çocuklar dünyanın nizamını. Bir yanda bir sürü insan soğuktan kırılır durur, öte yandan üç beş kişi kunduralarının kirlenmemesi için kömürü yerlere döker. Böyledir bu iş. Değişmez. Dünyanın her tarafında böyle.”
“… Küfeci çocuklar için biraz evvel, ‘Bunlar dünyanın nizamını bilmiyorlar’ dedim. Yanlış! Onlar dünyanın nizamını çok iyi biliyorlar. Nedir dünyanın nizamı? Ağahan söylemiş ya! ‘Zenginler olmasaydı,’ demiş, ‘fakirlerin hali daha kötü olurdu.’ Doğru! Bu çocuklar bunu ta doğuştan biliyorlar. Fakirlerin daima zenginlere borçlu olduğunu biliyorlar. Bunların aklından ‘Fakirler olmasaydı zenginlerin hali ne olurdu?’ diye bir düşünce geçmiş midir acaba? Ne münasebet!”
İşte üzerine birçok felsefi, siyasi tartışmalar yapılan konuyu ne kadar yalın ve net açıklayan satırlar… Benim şair Orhan Veli’den daha çok öykücü Orhan Veli’ye bağlanmama neden oldu!
Kitabın sonuna kadar buna benzer birçok ibare bulabilirsiniz. Kitaptaki altı öyküde bambaşka bir havada, bambaşka mekanlara götürüyor ve çok farklı duygular oluşturuyor okuyucu da. Bu altı öykünün sonunda çevirisini Orhan Veli’nin yaptığı, William Sorayan’ın “Yaşasın Aşk” isimli bir öyküsü de mevcut. Bahadır Dülger’in 21 Mart 1947’de tarihinde Tasvir’de yayınlanan röportajı da yer alıyor.
Röportajın sonunda Bahadır Dülger’in Orhan Veli’ye sorduğu son soru aslında tüm yukarıda anlattıklarımızın da tamamlayıcısı niteliğinde. O yüzden son olarak aktarmak istiyorum:
“Ondan, memlekette gelişmesini istediği edebiyatın hangi vasıfta olması gerektiğini öğrenmeliydim. Yeni bir sanat anlayışı içinde Türk şiirine istikamet verir gibi bir durum almış olan Orhan Veli’nin bu mevzudaki fikirleri alaka çekebilirdi.
Sualime şöyle cevap verdi:
‘Ben sanatla edebiyatı birbirinden ayırıyorum ve şiiri sanata sokuyorum. Roman, hikaye ve tiyatro edebiyat çerçevesi içine giriyor. Fikir sanatta yer alamıyor. Ama, edebiyat fikre dayanıyor. Bu itibarla edebiyatın halk kitlelerine bir şeyler söylemesi lazım. Okur-yazarları halka doğru götüren bir edebiyat isterim. Yani edebiyatın çoğunluğa hitap etmesini istiyorum. Çoğunluk okuyup anlamalıdır. Anlayabilmesi için de edebiyatta kendi meselelerinden bahsedilmesi lazım… Bugünkü dünyada çoğunluğu fakir halk teşkil ediyor. Demek ki edebiyat da onların edebiyatı olacaktır. Kahramanını onun içinden seçerek, hayatını o hayatın içinden alacak ve ara sıra onun meselesinden bahsedecektir. Biz de bu telakki de bir edebiyat üzerinde çalışanlar var. Bunların bir takım kusurları göze çarpıyor. Henüz mükemmel değildirler. Fakat aynı yoldan yürüyecek olan edebiyatçılar bu işi daha mükemmel hale getirebilirler.’”
Ve hala günümüzün en temel sorunu çarpıcı bir şekilde ortada duruyor. “Fakir halkın edebiyatı” konusu…Belki kaygıları olmasa bile bugün buna yaklaşan iyi öyküler yok değil kuşkusuz. Örneğin son zamanlarda bu sadelikte ve durulukta okuduğum en güzel öyküler Mustafa Çiftçi’nin “Bozkırda Altmışaltı” adlı kitabındaki öykülerdi. Aynı şekilde Türker Ayyıldız’ın ve Sinan Sülün’ün öyküleri de bu tarza yaklaşan diğer öyküler.
Yukarıda bahsettiğim yazarların böyle bir kaygıları var mıdır bilmem ama, Türkiye edebiyatında öykü alanında Orhan Veli’nin anlattığı tarzda bir öykücülüğün nüvelerini daha çok görüyoruz son dönemde. Hiç kuşkusuz bu yazarların katkıları ve başka birçoğunun katkısıyla böyle bir edebiyattan daha güçlü bir şekilde bahsedebileceğiz. Biraz sabırlı olmak gerek belki de… Orhan Veli’nin dediği gibi “Biz de bu telakki de bir edebiyat üzerinde çalışanlar var. Bunların bir takım kusurları göze çarpıyor. Henüz mükemmel değildirler. Fakat aynı yoldan yürüyecek olan edebiyatçılar bu işi daha mükemmel hale getirebilirler.”