BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Güncel gerçeklerden hareket ederek, insanlığın kadim hâllerini didaktikliğe kaçmadan, akışkan ve doğal bir kurguyla perdeye taşıyan bir film, Yağmuru Bile..

Bir Film Hakkında

Acı İçinde Acı: Yağmuru Bile (También la lluvia)

Güncel gerçeklerden hareket ederek, insanlığın kadim hâllerini didaktikliğe kaçmadan, akışkan ve doğal bir kurguyla perdeye taşıyan bir film, Yağmuru Bile..

Kan emici vampirler misâli- güçsüz ülkelerin yaşam kaynaklarını sömürerek ayakta durabilen kodaman güçlerin ve zavallı ülkesinin sömürülme operasyonuna -utanmadan- asistanlık yapan yerli işbirlikçilerin allah belasını versin! O ayrı da.. Ezilen ve sömürülen halklar nasıl da birbirine benziyor yahu!

Cennet misâli memleketinin irili ufaklı kan damarları olan akarsularını bir pislik gibi tıkayan hidroelektrik santrallerini, ‘Su Haktır Satılamaz’ pankartı açarak protesto ederken, polisin sıktığı gazdan etkilenerek ölen/öldürülen Hopalı emekli öğretmen Metin Lokumcu‘yu unuttunuz mu yoksa!?

Numan Serteli

O çok iyi biliyordu ki bütün bu müdahaleler sonucunda, doğaya geriye dönüşü olmayan zararlar verilecektir.. Belki bir adım sonra o akarsu birkaç para babasına satılacak; vatandaş da yüzlerce yıldır evinin önünden akıp giden o suya -fahiş bir bedel ödemeden- artık dokunamayacaktır bile..

Aynen bu yönde bir enternasyonal çalışma, 2000’li yılların başında Bolivya’da -dünyanın gözü önünde- uygulamaya konmuştur..

Dünya Bankası’nın Bolivya hükumetine yönelik, ‘Özelleştirin’ zorlamasıyla, Cochabamba kentinin suyunun tamamına bir ABD şirketi sahip olur.. Fakir halk, kullanacakları su için, eskisiyle kıyaslanamayacak denli fahiş ölçüde bir parayı ödemek zorunda kalır..

Bu duruma isyan eden, daha çok kentin çevresindeki kırsal bölgelerde, karınlarını zar zor doyurarak hayatta kalmaya çalışan, bir nevi Kızılderili soydan gelen halkın girişimiyle, yoğun protestolar başlar..

Kristof Kolomb: Sözde Kahraman!

İşte, gökten düşen yağmuru bile fiyatlandırmaya kalkışanlara yönelik bu protestoların başını, Daniel adlı bir adam çekmektedir..

Daniel (Carlos Aduviri) -şimdi de- yanından ayırmadığı kızı Belen (Milena Soliz) ile birlikte, geçimlerine birazcık katkıda bulunur umuduyla, bir film çekiminin oyuncu seçmelerine katılmak isteyenlerden oluşan, ucu bucağı görünmeyen bir kuyrukta yerini almıştır..

Aralarında, çekilecek filmin yönetmeni olan Sebastian (Gael García Bernal) ve onun yapımcı arkadaşı Costa (Luis Tosar)’nın da olduğu film ekibi, seçilecek kişi sayısının çok çok üstündeki bu insan kalabalığından gözlerine kestirdiklerini kadroya alır.. Geriye kalanlara da dağılmaları söylenir..

Bir bakıma- hevesleri kursaklarında kalanlar arasında bulunan ‘aktivist’ Daniel, burada da isyan bayrağını çeker ve kendilerine ‘herkesle görüşme yapılacak’ sözü verildiğini, bunun hemen yerine getirilmesini ister..

Bu dünyada inatla hakkını arayan, ya bi güzel dayağını yiyip -bir süreliğine- susturulmuştur ya da hak ettiğine kavuşmuştur..

Gerçi denemezler, ama ufak tefek, kavruk bir adam olan Daniel’in dayakla susturulamayacak denli bir ‘cesur yürek’ olduğunu anlayan sinemacılar, tam da aradıkları karakteri onda görerek, kızıyla birlikte kadroya alırlar..

Yakışıklı olduğu apaçık görünen, gerçeklerin söylenmesini savunan bir idealist genç olduğu da çekeceği filmin konusundan anlaşılan yönetmen Sebastian’ın elindeki senaryo, ta ezelden ‘Amerika Kâşifi’ îlan edilmiş ‘sözde kahraman’ Kristof Kolomb ve onun açgözlülüğüne kurban gitmişler üzerinedir..

Oysa -Sebastian’ın da az çok vurguladığı gibi- bu Cenovalı denizci, Amerika’yı falan keşfetmemiş, ömrü boyunca da Hindistan sandığı bu kıtaya, Batı’ya doğru giderken resmen toslamış bir adamdır..

Ondan çok daha önceleri Vikinglerin ya da Çinlilerin Amerika’ya gidip geldiklerini görmezden gelsek bile, Kristof efendinin yaptığına keşfetmek değil, soykırımla karışık fethetmek denir..

Sonuçta, sadece bu ‘Yeni Kıta’nın insanını, kaynağını sömürmenin yolunu açan değil, Afrika’nın köleleştirilmesine kadar uzanan bir iğrenç sürecin de başlangıcı sayılan bu olayın gerçek yüzünü ortaya koymak, Sebastian’ın hayalidir..

Yediği haltların üstü örtülerek ya da bir nevi vaftizden geçirilerek pirüpak hâle getirilmiş bu ‘Hıristiyan Avrupa’ kahramanının filmini az bir bütçeyle kotarmanın en iyi yolu da bulunmuş; üç kuruşa oyunculuk ve figüranlık yapmaya can atan -hem de Kızılderili cinsinden- binlerce fakir insanın yaşadığı Bolivya’ya gelinmiştir..

Halkının suyunu elinden alanlara karşı her fırsatta eylemini koyan direnişçi Daniel’in, Kolomb’un yağmacılarına karşı direnen yerli bir savaşçıyı canlandırdığı filmin çekimlerine başlanır..

Kan ve can üzerine kurulan ‘Avrupai’ bir uygarlığın hüküm sürdüğü topraklarda, film içinde film, acı içinde acı çekilmektedir..

Aradan geçen 500 yıla rağmen, o bölge insanlarının hayatında sanki hiçbir şey değişmemiş gibidir.. Kendi vatanında kıyımdan geçirilmenin ve sömürülmenin ilk ve de en vahşi acısıyla yüz yüze kalmış atalarından tam beş yüz yıl sonra torun Daniel’in, aynı topraklarda benzeri bir sömürüye karşı direnişi, ne kadar da mânidardır..

Yerli kadın oyuncuların bazı ‘hassas’ sahnelere itirazları ya da Daniel’in protesto gösterileri ve sonrasında yaşanılan olaylar neticesinde çekimlerin aksamasından şikayetçi olan film ekibi, halkla, silahlı kuvvetleri karşı karşıya getirerek, ülkeyi resmen kaosa sürükleyen ünlü ‘Su Savaşları’nın başlamasıyla da canlarını kurtarmanın peşine düşerler..

Paniğe kapılanlar sakinleştirildikten, sıcak olay yerinin uzağında bir yerlerde filmin tamamlanmasına karar verildikten sonra ekip tam da yola çıkacakken Daniel’in karısı önlerini keser.. Protesto için babasıyla kente giden kızı Belen’in, olaylar sırasında yaralandığı haberini alarak çılgına dönmüş kadın, o hengamede kaybolan kızını bulabilmek için yapımcı Costa’dan yardım ister..

Âsi Ruhlu Asil İnsanlar

Kuşkusuz ki insan -istisnasız olarak- çıkarının olduğu yeri kollar ve oraya yanaşır.. (Hemen bozulmayın canım.. İmalattan gelen bir özellik olarak, insan olmanın gereğidir bu.)

Bunda kötü ya da yanlış bir taraf yoktur.. Tamamen hayatta kalma dürtüsünün bir sonucu olarak ortaya çıkar.. Anormal olan, bunun tersi bir davranış göstermektir..

Ancak menfaate yönelme eylemi, kişiyi zehirlemeye başlamışsa iş değişir.. Önce ‘izan’ yeteneği devreye girmeli ve durup düşünülmelidir..

Eğer durum son merhaleye yaklaşmış ve kişisellik sınırlarını aşarak, yakın çevreye ya da içinde bulunulan topluma zarar vermeye başlamışsa, işte burada ‘vicdan bilinci’ olaya dahil olacaktır.. Daha doğrusu olmalıdır..

İşte ‘iyi insan-kötü insan’ kavramı, tam da bu aşamada kendini gösterir..

‘İyi insan’, menfaatlerin zamanla tozlandırdığı vicdan denilen içindeki cevheri bilinciyle üfleyerek, etkisini açığa çıkartmasını bilendir.. ‘Kötü insan’ ise, kendisindeki vicdanı en derinlerde bir yere ve bencilliğin o kara toprağıyla ilelebet gömendir..

Bu film özelinde ya da hayat içindeki -sayısı az ama gücü korkunç- kötülerin kimlerden oluştuğunu gayet iyi biliyoruz ki onu geçiyorum..

Hayatta olduğu gibi filmde de ‘iyi insan’, mebzul miktardadır.. Lâkin, onu en iyi simgeleyen kişi, film içindeki filmin yapımcısı Costa kardeştir.. Maddi anlamda ezilmeyen, asla da ezilmeyeceği garanti bir insan olarak o, vicdanını kaplayan tozu üfleyiverdi ve rahatlıkla görmezden gelebileceği bir büyük acıya tepkisiz kalmayarak, bunu eyleme dönüştürdü..

Şunu demek istiyorum ki, ezilen, fakir bir insanın ‘iyi insan’ olması nispeten kolaydır; parayı ve gücü elinde bulunduran bir kimsenin, vicdanının sesini dinleyerek -menfaatinin tam tersi yönünde- hareket edebilmesi ise -neredeyse- bir mucizedir..

Geçmişle bugünün gerçeğini ustaca buluşturan yönetmen İciar Bollain‘in, kişisel ya da ideolojik eğiliminin, insanca yaşama arzuları -tarih boyunca- ‘hayatta kalabilme’ uğraşına yenik düşürülmüş, cümle ezilen insanlardan yana olduğunu hissetmemek mümkün değil..

Yalnız onun ezilenleri, öyle kolayca kırılamayacak denli âsi ruhlu, ‘asil’ insanlardır.. Mesela, “Yağmuru bile elimizden almaya çalışıyorlar, göz yaşımızı, alın terimizi, hatta ağzımızdan çıkacak buharı bile.. Çok isterlerse eğer, biz onlara anca sidiğimizi veririz” deyu haykırandır onlar..

Hem tarihi, hem de güncel gerçeklerden hareket ederek, insanın ve insanlığın yukarıda bahsettiğim kadim hâllerini -güzel olduğu kadar da tutarlı- senaryosuna, didaktikliğe kaçmadan yedirebilen ve bunu gayet akışkan, doğal bir kurguyla da perdeye taşıyan bir film, Yağmuru Bile..

Yağmuru Bile
También la lluvia

[xrr rating=4/5]
Yönetmen: Icíar Bollaín

Senaryo: Paul Laverty

Oyuncular: Gael García Bernal, Luis Tosar, Carlos Aduviri, Milena Soliz

Yapım: 2010, İspanya / Fransa / Meksika, 103 dk.

İlginizi çekebilir...

Basın Bülteni

12 Ekim’e kadar sürecek sinema coşkusu başladı. Festival, coşku dolu bir açılış töreniyle sinemaseverleri ve Antalyalılar’ı selamladı. “Hikâyemiz Birlikte” diyen festival; bir hafta boyunca...

Basın Bülteni

61. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali dopdolu programıyla sürerken film ekipleri de gösterim sonrası seyirciyle buluşup soruları cevaplamaya başladı.

Basın Bülteni

61. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali özlenen manzarayı tekrar yaşatmaya başladı; festivalin ilk gününde filmler beyazperdeye yansırken salonları dolduran seyirciler, film ekipleriyle de...

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et