BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Varlık Yayınları, Doğan Kardeş’in çeviri kitapları, Reşat Ekrem Koçu’nun tarihi ağırlıklı çocuk kitaplarıydı. Daha sonraysa hoş bir tesadüf sonucu Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri’nin kitaplarıyla tanıştım.

Ertekin Akpınar

Bir Senarist ve Türk Sineması: Selim İleri (Bölüm 1)

Varlık Yayınları, Doğan Kardeş’in çeviri kitapları, Reşat Ekrem Koçu’nun tarihi ağırlıklı çocuk kitaplarıydı. Daha sonraysa hoş bir tesadüf sonucu Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri’nin kitaplarıyla tanıştım.

Selim iİleri

Sözlü tarih çalışmamın ilk ayağını 10 Yönetmen ve Türk Sineması kitabımı yayımlayarak başlamıştım. Hemen arkasından 10 Senarist ve Türk Sineması kitabını planlamıştım. Söyleşilere başlamıştım. Yarıdan fazlasını da bitirmiştim. Uzun metrajlı film projem bu kitabın sekteye uğramasına yol açmıştı.

Bir de yazıyla kurduğum kişisel ilişkide vedalaş(ama)mak diye bir kavram var. Benjamin, Frankfurt Okulu’nda, ‘edebi ve etik dil’in sonsuzluğu’nda ‘vedalaşma’ kavramı üzerine zihin açıcı perspektifler sunar. O noktadan konuşmak daha ‘anlam’lıdır. 10 Senarist ve Türk Sineması’nın gecikmesinin temelinde birçok neden vardır. Benim için temel neden ‘metinlerle vedalaş(ama)ma sıkıntısı’dır.

Bu söyleşilerin, Tersninja’da bölüm bölüm yayınlanması belki de ileride yıllar önce planladığım sözlü tarih çalışmasının ikinci kitabı olacak 10 Senarist ve Türk Sineması’nın yayınlamasına vesile olur.

Konuşmayı planladığım 10 senarist, tamamen benim kişisel tercihlerim. Buradan kendilerine içten bir teşekkür etmek isterim. Sağ olsunlar, Var olsunlar…

Ertekin-Akpınar Ertekin Akpınar

I. BÖLÜM

SELİM İLERİ: “FİLM ÇEKMEYİ HİÇ DÜŞÜNMEDİM. FİLM ÇEKİLİRKEN SADECE SENARYOLARIMA BAĞLI KALINSIN İSTEDİM.”

 Nasıl bir sosyal çevre içerisinde büyüdünüz? Neleri okurdunuz?

Çocukluğum Cihangir’de geçti. Kadıköy de var ama okul yıllarım Cihangir’de olmuştur. Okuma yazmayı çok geç öğrendim. Öğrendikten sonra kitap okumayı çok sevdim. O yıllar Cihangir çok kozmopolit bir çevreydi ve 1950’li yılların Cihangir’i çok farklıydı tabii. Yaşayış biçimim çok sakindi. İlk okuduğum kitaplar, çocuk kitaplarıydı. Varlık Yayınları, Doğan Kardeş’in çeviri kitapları, Reşat Ekrem Koçu’nun tarihi ağırlıklı çocuk kitaplarıydı. Daha sonraysa hoş bir tesadüf sonucu Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri’nin kitaplarıyla tanıştım. Daha sonra bu okumalarım devam etti. Bahsettiğim yıllar 1960’lı yılların başı.

Lise…

Galatasaray Lisesi’nde okudum. Fransızca Kompozisyon dersinden kaldım. O ders, Türkçe eğitim veren liselerde bu ders olmadığı için o yüzden 9. sınıfta Atatürk Lisesi’ne geçtim. Oradan mezun oldum.

O yıllarda neleri izlerdiniz?

Sinemalara çok giderdim. İyi bir yerli film seyircisiydim. Beyoğlu’nda, Pangaltı’da ve Şan Sineması’ndaki istinasız bütün Türk filmlerini izlerdim.

metin erksan

Metin Erksan

Sizin üzerinizde etkisi olan filmler hangileriydi?

Metin Erksan’ın Acı Hayat’ı, Lütfi Akad’ın Vesikali Yarim hiç unutamadığım filmlerdir.

Peki yabancı filmler?

Mata Hari. Truffault’un Jul ve Jim’i. Antonioni’nin Batan Güneş ve Gece filmleri. Amerikan filmlerini pek sevdiğimi söyleyemem.

Liseli yıllarınızda yazdığınız yazılar var mıydı?

Vardı tabii, vardı. Ben hep roman yazmak istemişimdir. Orta son sınıftan itibaren, roman olduğunu düşündüğüm bir şeyler yazdım. 5-6 tane yazmıştım hatta. Ama hiçbiri yayımlanmadı. Gazetelerde tefrika edilebilir demiştim o da olmadı. Sonra onları yırtıp attım.

Bu sizde bir hayal kırıklığına yol açtı mı?

Tabii, hayal kırıklığına uğruyordum. Üzülüyordum ama direncimi kaybetmiyordum. Yazmaya devam ediyordum.

Atatürk Lisesi’nden sonra, İstanbul Hukuk Fakültesi’ne gidiyorsunuz…

Evet. Üniversite sınavına girdiğimde puanım orayı tutuyordu. Aslında tercihim Türk Dili ve Edebiyatı ile Felsefe Bölümü’ydü. Ama babam ve annem bu bölümlerden ekmek paranı nasıl kazanacaksın diye derin endişe duydular. Hukuk Fakültesini kazanırsam avukat, savcı veya hâkim gibi bir mesleğimin olacağını düşündüler.

cumartesi yalnızlığı

O yıllarda yazı yazmaya devam ediyorsunuz değil mi?

Evet. Hatta senaryoya başlamıştım. 1968 yılında Hukuk Fakültesi’ne girdiğimde ilk kitabım Cumartesi Yalnızlığı yayımlanmıştı. Hukuk Fakültesi’ne gidiyordum ama hukukçu olmayacağıma karar vermiştim. Zaten 3. sınıfa başlamadan okulu bırakmıştım. Yıllar sonra af çıkınca, askerlik sorunum için okulu bitirmek yararlı olur düşüncesiyle Hukuk Fakültesi’ne aftan yararlanarak geri döndüm ama yine bitirmedim.

İlk kitabınız nasıl yayımlandı?

Cumartesi Yalnızlığı, Vedat Günyol’un vasıtasıyla yayımlandı. O kitabın yayımlanma macerası çok renklidir. Bütün bunları, Cumartesi Yalnızlığı’nın başındaki bölümde anlattım.

Hukuk Fakültesi’nden sonra ne yaptınız?

1971 yılında, Kemal Tahir’in evinde Halit Refiğ’le tanışmıştım. O yıllarda hikâyeler yazıyordum. Ama yazdığım yazılardan hiçbir kazanç sağlamıyordum.

Bu sizin Yeşilçam’a ile ilk tanışıklığınız mıydı? Yoksa daha öncesinde bir temasınız oldu mu?

Kemal Tahir’in evinde Ayşe Şasa’yı, Atıf Yılmaz’ı tanımıştım. Bir temasım yoktu. Sinemayla ilk ilişki kurmam Halit Refiğ tanımamla başlar.

O yıllarda Yeşilçam’ı nasıl görüyordunuz?

Çok büyüleyici, olağanüstü geliyordu bana. Ortaokul yıllarımdan beri sinemaya gidiyordum. Klasik bir sinema izleyicisi olarak rejisörler ilgimi çekmiyordu.

Senaryo yazmaya nasıl başladınız?

Halit Refiğ, bir Fransız filminden uyarlama yapacaktı. Bana senaryo yazma teklifinde bulundu. O güne kadar hayatımda ilk defa bir stüdyo görmüştüm. Filmi orada uyarlama yapmak için izledik. Yapılacak uyarlamanın başrollerini Fikret Hakan, Sevda Ferdağ, Yusuf Sezgi ve Arzu Okay oynayacaktı. Hatta o gün yeni evliler Fikret Hakan ve Hümeyra’da oraya gelmişti. Halit Bey sinemaya derin bir tutkum olmasının yanında senaryoyla ilgili hiçbir şey bilmediğimi hesaplamamıştı. Hiç bir şey yazamadım. Halit Bey oturup bütün senaryoyu yazdı. Sonra Mersin ve Adana’ya çekime gittik. Orada 10-15 gün kaldık. Daha sonra İstanbul’a döndük ve prodüksiyon parası bitmişti. Türk sinemasında çok az rastlanan bir şey oldu ve Halit Bey filmi yarım bıraktı. Filmin adı: Cennetin Kapıları’ydı. Film 2-3 yıl sonra Fikret Hakan tarafından tamamlandı. Rüya Sineması’nda oynadı o film. Bu filmden sonra Atıf Yılmaz’la Günahsızlar filminde çalıştım.

Atıf Yılmaz

Atıf Yılmaz

1972 yılında üç senaryo yazıyorsunuz: Günahsızlar, Kadın Yapar ve Yaralı Kurt.

Kadın Yapar en sonuncusudur. Halit Bey (Refiğ), Kemal Tahir’in evinde Atıf Beye (Yılmaz), “Selim genç ve iyi bir yazar. Fevkalade iyi bir çalışma çıkardı” demiş. Hâlbuki bütün senaryoyu Halit Bey yazmıştı. (gülüyor)

Bu çalışmalarda Atıf Yılmaz ve Halit Refiğ’le sık sık bir araya geliyordunuz. 

Atıf Bey, Halit Bey gibi duygusal çıkmadı. Bana yazdırabileceği kadarını yazdırdı. Beni çalıştırdı. Halit Bey gibi müşfik davranmadı. Sonra da Atıf Bey beni Lütfi Bey’e (Akad) önerdi. Hepsi birbirine kazık attı! (gülüşmeler)

Lütfi Akad’la nasıl bir çalışma yönteminiz vardı?

Lütfi Bey, benimle öğretmen öğrenci ilişkisi gibi bir ilişki kurdu. Senaryo şöyle yazılır, terimleri şudur, diyalog şurada kullanılır gibi temel sayılabilecek çok şey öğretmiştir bana. Üzerimde hem bin insan olarak, hem de senaryo yazarı olarak çok emeği vardır. Hayatta en çok değer verdiğim insanlardan biridir.

yaralı kurt

Yaralı Kurt  filminde beraber çalışıyorsunuz…

Lütfi Bey ile çalıştığım Yaralı Kurt, benim açımdan çok mutlu bir çalışma olmuştur. Yaralı Kurt Graham Greene’nin  This Gun For Hire (Kiralık Katil) adlı eserinden yapılmış filmin bir uyarlamasıydı. Lütfi Bey romanı hiç okumadı. Filmin yapımcısı Hürrem Erman’dı. Lütfi Bey, Hürrem Erman’a kitabın konusunu sormuş o da, “Kiralık bir katil var ve bir türlü bulunamıyor” demiş. Hatta Amerikalılar bunun filmini yapmıştı. Lütfi Bey orijinal filmi bile izlememişti. Lütfi Bey bana, “yapımcılar hep böyle uyarlama isterler reddetmeden, her şeye evet deyip geçmek lazım” dedi. Ama şunu da ilave etti, “İnsan yaşadığı toprağa ait filmler yapmalı” ve bu düzlemde Yaralı Kurt’u bambaşka bir yere oturtmuştu. Türkiye’de holdingleşme o yıllarda yeni başlıyordu. Adam, başka bir şahıs adına katil fakat karşısına bir türlü kurban çıkmıyordu. İhanete uğramıştı çünkü. Sonunda karşısına holding çıkıyordu. Ve o kişi orada çalışanlardan üst düzeyde olan birisiydi. Yıldırım Önal’ın oynadığı ve Lütfi Bey’in yapmış olduğu çok güzel bir sahne vardı. Yıldırım Önal, “Beni öldürebilirsin ama bu hiçbir şeyi değiştirmeyecek çünkü orada bir holding var” diyordu. Çok güzel bir sahneydi. Zekice yazılmış, incelikli bir sahneydi. Benim de orada katkılarım vardı.

Yavaş yavaş Yeşilçam’a giriyorsunuz. Bir yılda üç senaryonuz var.

Yaralı Kurt benim ilk defa bir fiil yazdığım bir senaryo sayılabilir. Zeki Ökten o yıllarda Atıf Yılmaz’ın asistanıydı. Yine o yıllarda Zeki (Ökten) ve Güler (Ökten)  ile çok iyi arkadaş olmuştuk. Zeki ilk defa küçük bir prodüksiyonu olan bir film yapacaktı. Aytaç Arman ve Fatma Karanfil oynayacaktı. Renkli filmlere geçildiği halde siyah-beyaz bir film yapılacaktı. Baştan sona bana ait olan bir senaryoyu o zaman yazdım. Filmin adı Kadın Yapar’dı ama filmin adı bana ait değildi. Yabancı bir filmden yola çıkarak yapılan bu filmin ismini ya Zeki yada prodüktör bulmuştu.

İçinizde senarist olmaya doğru gidiyorum duygusu var mıydı? Yoksa bir taraftan roman yazarım diğer bir taraftan da senaryo yazarım ve Yeşilçam’ın içinde olurum mu diyordunuz?

Evet tam da bu ikinci söylediğiniz doğru. İkisi bir arada yürüyordu. Sinemanın içerisinde kalmak istiyordum. Ama hikâye ve roman yazmayı da istiyordum.

Senaryolarını yazdığınız filmleri izlerken ne hissediyordunuz?

(Selim İleri susuyor bir süre, düşünüyor. Gözleri doluyor.) Bilmiyorum. “Senarist oldum” duygusunu hissetmediğimi hatırlıyorum. Yaralı Kurt’u film olarak çok beğenmiştim. Lütfi Bey’in katkısı çok büyüktür orada. O film de, Cüneyt Arkın’ın rolü çok büyüktür.

O yıllarda Yeşilçam’ın içerisinde kendinize koyduğunuz bir hedef var mıydı?

Vardı. Hatta bir gün Haldun Taner’e rastlamıştım. Haldun Bey, “Ne yapacaksınız? Yetenekli bir yazarsınız. Sinema sizi köreltir. Senaryo yazarlığı mihnetli bir iştir. Her şeyi oraya yatırırsınız ve bir süre sonra edebiyata geri dönemezsiniz” demişti. O zaman alınmıştım.

Bir taraftan roman yazıyorsunuz ama değil mi?

Evet var. Destan Gönüller yayımlanmıştı. Ama daha çok hikâyeler yazıyordum.

birdemetmenekse1973

Yönetmenle çalışırken ne gibi sorunlarla karılaşıyordunuz?

Her filmin ayrı bir hikâyesi var. Tabii Zeki Ökten olsun, daha sonra Ömer Kavur olsun çok sevdiğim yönetmenlerdi. Ama genelde hepsiyle bir sorunum oluyordu. Hatta Bir Demet Menekşe filminde Zeki Ökten’le çok sorun yaşamıştım. O filmin senaryosu tamamen bana aittir.

1973 yılında yapılan bir filmdir. Sakıncası yoksa ne gibi sorunlar yaşadınız?

Evet, 1973. Bir Demet Menekşe tümüyle bana ait orijinal bir senaryodur. Filmin sonu acıklı bitiyordu. Kız, jönü reddediyordu. Başrollerde, Kartal Tibet ve Hale Soygazi oynamıştır. Filmin prodüktörü rahmetli Berker İnanoğlu, “Film acı biterse iş yapamaz” endişesi taşıyordu. Ve o yüzden filmin müspet bitmesi için uğraştılar. Zeki Ökten, Askerin Dönüşü’nde de bunu yapmıştı. Ama başaramadılar. Çünkü filmin sonunda Hale Soygazi istenildiği kadar ‘mutlu son tebessümü’ yapmadı. Hale Hanım benden yana tavır aldı. Filmin sonunda gülümsüyordu ama bu mutlu bir gülümseyiş değildi. Film bulanık bitiyordu. İkinci, Askerin Dönüşü orijinal bir senaryo değildir. Öldürdüğüm Adam adlı Milli Eğitim Bakanlığı Yayımları’ndan da çıkan bir Macar piyesidir. Bu filmin hikâyesi ilginçtir. Öldürdüğüm Adam piyesini Yılmaz Güney film yapmak istiyormuş.

Yılmaz Güney mi?

Evet. Yılmaz Güney istediği filmleri yapmaya başlamıştı o yıllarda. Ama o yıllarda o talihsiz cinayet olayı olmuştu. Vural Pakel ve yapımcı Enver Bey’in kafasında bunun oyunun iyi bir film olacağı düşüncesi de varmış. Az önce bahsettiğim o Macar piyesini okumadım. Lütfi Bey’in yıllar önce söylemiş olduğu metodu uygulayıp, piyesi okumadım. Sadece hikâyeyi anlattırdım. Hikâyeyi Doğu’ya taşıdım. Askerliğini yapan bir adam orada birini öldürdüğü adamın karısını arayıp buluyor ona sahip çıkıyor. Bir süre sonra kadın, kendisine yardımcı olan bu kişinin ölmüş kocasının katili olduğunu öğrenince reddediyor. Öldürdüğüm Adam adlı piyeste final nasıl hala bilmiyorum. Vural Pakel filme ortak olması dolayısıyla mutlu bitirilmesini istediler filmin. Selma Güneri de Hale Soygazi gibi müphem yaklaşmıştı. Ama yine de mutlu bitmişti film. Finalde, Kadir (İnanır) o kadar Selma’ya (Güneri) sahip çıkan bir görüntü verince ister istemez filmin sonun mutlu olduğu anlaşılıyordu.

BİR DEMET MENEKŞE’NİN SONU MUTSUZ BİTSEYDİ BUGÜN TÜRK SİNEMASININ KLASİKLERİNDEN BİRİ OLABİLİRDİ. AMA MUTSUZ BİTMEDİ…

seni kalbime gömdüm

Sizce yapımcıların, ‘film mutlu bitsin’ saptamalarının arkasında ne yatıyordu?

Tek cümleyle şu: Film iş yapmayacak endişesi. Bir de o yıllarda bu hikâyeler biraz çizgi dışı hikâyelerdi. Bir de sonu mutsuz biterse seyirciyi büsbütün sinemadan soğuturuz düşüncesi. Bir Demet Menekşe filminin sonu mutsuz bitseydi bugün Türk Sineması’nın önemli klasiklerinden biri olurdu. Ama bitmedi. Türk Sinemasının bütün yapısı melodramatiktir. Melodramı doğru bir çizgiye oturtabilirsiniz çok işlevsel bir şey yapmış olursunuz. Bu filmlerde bu yapılmadı.

Zeki Ökten’e darıldınız mı peki?

Hayır asla darılmadım. Daha sonraları bir kişiye çok kötü darıldım. Hatta anılarımda bu konuya yumuşak bir biçimde değinmiştim. Aradan çok seneler geçtiği için şimdi bunu bütün gerçekliğiyle açıklayacağım. 1982 yılında Atıf Bey (Yılmaz), Türkan Hanım’la (Şoray) bir film yapacaktı. Fakat Atıf Bey’in bir başka işi çıkınca bu projeden ayrılmak zorunda kaldı. Yönetmen yoktu. Ben ve Türkan Hanım bu projede baş başa kalmıştık. Filmin adı, Seni Kalbime Gömdüm idi. Sonra yönetmen olarak ben Feyzi Tuna’yı önerdim. Prodüktör Altan Günbay’dı. Rüçhan Bey (Adlı) ve Türkan Hanım çok zor karar veriyorlardı. Feyzi gayet uyumlu çalışmaya başladı. Arkadaşım olduğu için hikâyeyi daha önceden kendisine anlatmıştım. Hikâyenin bazı bölümlerini baş başa çalıştık. Sıralamaları yaptık. Filmin sonu yine acıklı bitiyordu. Filmin İstanbul sahneleri çekildi. Hatta bu sahneler içerisinde final sahnesi vardı, onu da Pera Palas’ta bitirdikten sonra Bodrum’a doğru yola çıktık. Türkan Hanım o yıllar da tedirgin birisiydi. Feyzi Tuna, Türkan Hanım’a, “Bu filmin sonu mutsuz biterse, bu film hiç iş yapmaz” dedi. Kuşadası’ndaydık ve oradan Bodrum’a gidecektik. Filmin neredeyse üçte ikisi çekilmişti. Ondan sonra film kendi rayından çıktı. O yıllarda filmi izlediğimde, gerek Türkan Hanım gerekse Çolpan Hanım’ın (İlhan) oyunculuklarını iyi ve dengeli bulmuştum. Ama filmi beğenmemiştim ve çok üzülmüştüm. Ama geçenlerde televizyonda tekrar izleme şansım oldu. Sonu benim istemediğim bir şekilde bitmemiş olsa da çok sevdim. Acı ve etkileyici film olmuş. Çok haksızlık etmişim. Hatta Türkan Hanım kendi oynadığı filmler arasında en çok sevdiği on filmin arasına sürekli o filmi koyuyor.

Devamı: Bir Senarist ve Türk Sineması: Selim İleri (Bölüm 2)

Bu röportaj 21.03.2006 tarihinde Hürriyet Medya Center’daki Doğan Kitap ofisinde gerçekleştirilmiştir.

İlginizi çekebilir...

Vizyon

Alex Garland bize, çok da olası görünmeyen bir iç savaş filmi sunarken aslında zeminini sağlam bir temele oturtuyor.

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et