BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Bu Hafta Ne İzlesem?

Bu Hafta Ne İzlesem? -66-

Merhaba,

Dijital platformlarda haftanın olayı kuşkusuz La Casa de Papel’in beşinci kısmının yarın yayınlanacak ilk beş bölümü olacak. Netflix’in RTÜK cephesinde başını ağrıtması muhtemel yeni animasyonu bakalım soyguncuların popülaritesi sayesinde radardan kaçabilecek mi. MUBI, Yılmaz Güney filmlerini yayınlamaya, Prime Video da her hafta için tek yeni içerik getirmeye devam ediyor. Sinemalardaysa haftanın filmi Habis.

Keyifli okumalar.

02 Eylül: The Office, The Good Place ve Brooklyn Nine-Nine yazarlarından Michael Schur ile Will & Grace’den tanıdığımız Sean Hayes’in yarattığı eğlenceli kuir animasyon Q-Force; eşcinsel bir süper ajan ve LGBTQ+ ekibinin, onları küçümseyen teşkilata kendilerini kanıtlama çabasını konu ediyor. West Hollywood’da geçen 10 bölümlük ilk sezon, Türkiye’deki renk düşmanlarından bakalım nasıl tepkiler alacak.

03 Eylül: The Kindergarten Teacher ile Sundance’te ödül kazanan Sara Colengelo’nun yeni filmi Hayatın Bedeli / Worth, 11 Eylül saldırılarında yaşamlarını kaybedenlerin ailelerine ödenecek tazminatların hesaplanma sürecinde yaşanan gerçek hikayeleri anlatıyor. Michael Keaton, Stanley Tucci ve Amy Ryan başrollerde.

07 Eylül: Julie Delpy’nin yarattığı dizi On the Verge, salgın öncesi Los Angeles’ında orta yaş kriziyle boğuşan dört kadının aşk ve iş yaşamlarına eğlenceli bir bakış atıyor.

08 Eylül: Aynı şehirde birbirinden çok farklı hayatlar yaşayan bir kadın ve bir erkeğin sınıf farkına karşı koyan aşklarını konu eden Vinterviken, izleyenleri Stockholm’ün farklı yüzleriyle tanıştıracak.

08 Eylül: Mehmet Kurtuluş’un rol aldığı Belçika yapımı Into the Night, Kıvanç Tatlıtuğ’un konuk olduğu 2. sezonuyla geliyor.

Öneri programımız kapsamında bir arkadaşını bültenimize abone yapan herkese bir aylık MUBI üyeliği hediye ediyoruz. Bu bağlantıdan abone olduklarına emin olduktan sonra detayları bizimle paylaşın ve üyelik kazanın.

02 Eylül: Elif Refiğ’in ilk ve tek uzun metrajı Ferahfeza, çalıştığı limanda gemileri izleyip düşlere dalan Ali’nin hikayesi. Yönetmenin, üç yıl yayın kurulunda yer aldığı Altyazı’da çıkan röportajı burada.

03 Eylül: MUBI’de bir Almodóvar filmi görmek ne güzel! Antonio Banderas’ı uluslararası üne taşıyan Bağla Beni / ¡Átame!, asla eskimeyen bir saplantılı aşk öyküsü.

04 Eylül: Memleketini yıkımdan kurtarmak için savaşan Yuri’nin öyküsünü anlatan Gagarine, Atina’da En İyi Yönetmen ödülüne layık görülmüştü.

05 Eylül: Cannes’da Belirli Bir Bakış Jüri Ödülü kazanan Tokyo Sonatı / Tôkyô Sonata, işsiz kalmayı kendine yediremeyen ve her sabah çantasını alıp işe gidermişçesine evden çıkan bir adamı konu ediyor.

06 Eylül: Gösterildiği yurt içi ve yurt dışı festivallerinde ses getiren, Yılmaz Güney imzalı Ağıt, destansı gerçekçilik akımının en çarpıcı örneklerinden biri olmanın yanında, sert bir sistem eleştirisi.

07 Eylül: Jonah Hill’in senaryosunu yazıp yönettiği ilk film olan 90’lar Ortası / Mid90s, evdeki sorunlardan kaçıp yeni arkadaşlar edinen bir çocuğun “beklenenden hızlı” büyüme hikayesi.

08 Eylül: Haftanın ikinci Kiyoshi Kurosawa filmi Casusun Karısı / Supai no tsuma, İkinci Dünya Savaşı’na giren Japonya’dan Mançurya’ya giden bir tüccarın, geride kalan karısının başına açtığı sorunlar üzerine.

Amazon Prime Video

Klasik peri masalına cesur ve müzikal bir yaklaşım: Kay Cannon’ın yazıp yönettiği, başrolünde şarkıcı Camila Cabello’nun yer aldığı Cinderella, yarın yayında olacak. Tüm zamanların en popüler şarkılarından bazılarının coverlarını içeren filmde Idina Menzel, Minnie Driver, Nicholas Galitzine, Billy Porter ve Pierce Brosnan gibi isimler de rol alıyor.

IMDb Pro

YouTube

  • Papua Yeni Gine’de meşhur olan 1974 yapımı Yeşilçam filmi Garip Kuş’un Şokopop usulü film okuması.

İçinde Yaşamak İstediğim…

Sevdiğimiz isimlere “içinde yaşamak istedikleri film ya da diziyi” sormaya devam ediyoruz. 20. konuğumuz Gökşen Aydemir.

“Ben zaten tutunamadım gerçeğe, hayalperestlik sardı dört bir yanımı… Fark etmem de oldukça fazla zamanımı aldı.”

“İçinde Yaşamak İstediğim” film sorulduğunda ilk aklıma gelen, Bertolucci’nin Düşler, Tutkular & Suçlar’ı oldu. Uzun süredir seyretmediğim halde zihnimde ilk beliren film olması kuşkusuz beni de şaşırttı. Üzerine binlerce film seyrettiğim, onlarca atmosfer içine girdiğim halde zihnimde ve kalbimde bu kadar derinde tutunmasının izini sürmek aynı zamanda neden “içinde yaşamak istediğim” film olduğunun da cevabıydı aslında. Fransa’da 68 olayları sırasında birbirine sevgiyle, tutkuyla, kardeşlikle ve çocukça bağlanmaya çalışan üç yalnızın masalı; 68’lilerin Biz’i, Tutunamayanlar’ı gibi. Politik özgürleşmenin yolunun cinsel özgürleşmeden geçtiği savı, sosyalizmin çocukluk hastalığı olduğunu bilemediğim genç yaşlarımda daha bir anlamlıydı.

Isabelle, Theo ve Matthew. Üç kafadarın en önemli özelliği kuşkusuz, sinema manyaklıkları. Ama bu sinema manyaklığı sadece görsele duyulan fetişist bir arzu olmaktan öte, sinema perdesinin gerçekten perde görevi gördüğü, onları dünyadan gizleyen tül bir peçe olduğu gerçeği. Tül şeffaftır ve her gerçek gibi, sahiciliği tartışılır. Sinema tarihinin içinden kopup gelen bu üç ölümlü, aralarında oynadıkları tekinsiz oyuna sinemayı alet ederler. Siyah beyaz karakterler olarak bu tekinsiz oyunlara peydahlanan Greta Garbo, Jean Seberg ve Marianne Dietrich gibi muhteşem kadınlar zaten sinema sevgimin merkezinde yer alıyor. Filmin içine ustaca yerleştirilen bu geçişler de o yüzden en çok zevk aldığım ve başka bir aleme gitmemi sağlayan unsurlar.

Filmde sanırım kendimi en çok Matthew ile özdeşleştiriyorum. Amerika’dan gelen, politik duyarlılıkları olan, sinefil ama aynı zamanda yıllardır içinde bulunduğu orta sınıf ahlakından kendini uzaklaştıramamış bir karakter. Ben de ilk gençlik yıllarımda politik olarak sivri bir yerde durmak yerine durup sorgulayan, şiddete karşı olan ama kendi kuralları, ön yargıları içinde sıkışan biriydim. Bunu aşmam, bilinçsiz bir tutunamayandan bilinçli bir tutunamayana dönüşmem çok zaman aldı. Filmde en çok yerinde olmak istediğim karakter ise kuşkusuz Isabelle. Theo ile olan ilişkisi benim için çok özel. Ben tek başıma, kardeşsiz bir çocukluk yaşadım. Hayatta en çok abim olmasını istemişimdir mesela. Isabelle ile Theo’nun durumu ikiz kardeş olmaktan çok öte. Tek beden, tek ruh, tek kalp olmak, tek kişi olmak gibi. Film boyunca aralarında belirli belirsiz yaşanan cinsel çekimse, kalıplara sığmaz insan doğasının en özel parçası. Aylarca amniyon sıvısı içerisinde birbirini kucaklayarak büyüyen iki fetüsün, dünyanın alçak koşullarında birbirlerinin ırağına düşmesinin acısı. Buna ensest diyorsanız, tüm insanlık tarihini yeniden yazmalısınız.

Filmde cinselliğin çok abartıldığı ve sıradanlaştırıldığı eleştirisineyse kesinlikle katılmıyorum. Çok doğal ve olduğu gibi bir cinsellik, tanrının gözünden kendini görme ve sınırlarını aşma hali olarak görmekte fayda var. Filmin alt zeminini oluşturan 68 olayları ise zaman zaman dışlanmış gibi gözükse de hanenin içinde yaşanan, bireysel olanın toplumsal olandan daha politik olduğunu yıllarca savunan bizim gibiler için oldukça yeterli. O sahneleri de Gezi’nin çocuksu kırılganlığına benzetiyorum. Ömrü hayatımda bunu da görebildim diyebiliyorum. Dünyayı değiştirmeden önce onun bir parçası olmak için parçalanan bizler gibi onlar da.

Kuşkusuz bu üç kafadar gibi, Godard’ın ölümsüz filmi Çete / Bande á part’da da olduğu gibi, Louvre Müzesi’ni el ele dokuz dakikada boydan boya koşmak istiyorum ben de. Hayatıma böyle birileri girdi mi diye soruyorum kendime? Sahiden girdi mi? Birlikte koşalım mı? Seni aramıza alalım mı? Seni çok seviyoruz. Bizimle koşar mısın? Bunun için geç mi, onu da bilmiyorum. Ben de sizi seviyorum Isabella, Theo ve Matthew.

Not: Bir hayalperest.

Eşyanın Tabiatı

Tek Yüzük – Yüzüklerin Efendisi

“Hepsine hükmedecek Bir Yüzük, hepsini o bulacak
Hepsini bir araya getirip karanlıkta birbirine bağlayacak”

Orta Dünya’nın İkinci Çağ’ında Karanlıklar Efendisi Sauron, elfleri kandırıp 19 adet Güç Yüzüğü dövdürmüş ve sonrasında dünyaya hükmedebilmek için son bir yüzüğü kendi elleriyle dövmüştü: hepsini birbirine bağlayacak Tek Yüzük. Uzun ve karanlık yılların ardından Sauron, elfler ve insanlardan oluşan Son İttifak tarafından mağlup edildi. Yüzüğü yok etmeyip kendine saklayan Isildur orklar tarafından saldırıya uğradığında göle düşen yüzük, gelecekte Gollum adını alacak Smeagol tarafından bulundu. Yıllar sonra yüzük, Yalnız Dağ’da Gollum’la karşılaşan Shire’lı hobbit Bilbo Baggins’in eline geçecek ve Bilbo da 111. yaş gününde yüzüğü yeğeni Frodo’ya bırakacaktı… Frodo Baggins’in henüz bilmediği şey, Orta Dünya’nın kaderinin kendisine ve Tek Yüzük’ün yok edilmesine bağlı olduğuydu.

Modern Klasikler

Her kuşaktan yapımcı, yönetmen, oyuncu çıkarmaya devam eden bereketli bir gen havuzunun ürünü olan Sofia Coppola; babasının kanatları altında başladığı sinema kariyerinde öyle bir filmografi inşa etti ki, kısacık cümlemizde bile vurgulamak zorunda kaldığımız, bir yanı lanetli o meşhur mirastan sıyrılarak -şu sıralar pek formda olmasa da- milenyumun en başarılı yönetmenleri arasına adına yazdırdı. O leziz filmografisinin ise aşılmaz bir zirve noktası var: Bir Konuşabilse / Lost in Translation. Japonya seyahatleri esnasında, adetini bilmedikleri bir topluma yabancı kaldıklarını düşünen ama aslında kendi hayatlarına yabancılaştıklarını idrak eden iki karakterin kalp kırıcı yalnızlığını odağa alan bu filmde, kendi benliğinde mülteci olan herkese yer var.

Vizyonda Ne İzlesem?

8️⃣ Sekiz: Üç yıldır vizyona gireceği duyurulan ve sürekli ertelenen yapım, sekiz yıl önce karıştığı kazayı örtbas eden bir şarkıcının yaşadıklarını konu ediyor.

🇮🇹 Luka / Luca: Sudan çıkmaya korkan deniz yaratığı Luca, cesur arkadaşının gazıyla insan formuna bürünüp İtalya Rivierası’nda gezintiye çıkar. Disney – Pixar animasyonu, eğlenceli ve hüzünlü bir büyüme hikayesi.

🥋 Shang-Chi ve 10 Yüzük Efsanesi / Shang-Chi and the Legend of the Ten Rings: Marvel Stüdyoları’nın bolca Uzak Doğu usulü aksiyon ve bire bir dövüş içeren yeni fantastik macerası, MCU’nun ezberlediğimiz yüzler olmadan da sıkı bir film yapabileceğinin kanıtı.

⚔️ Tomris / Tomiris: 2019 Kazakistan – Rusya ortak yapımı 2,5 saatlik tarihi dram, Türk tarihinin ilk kadın hükümdarı Tomris Hatun’un yaşamını konu ediyor. Kahramanı bizden olsa da filmin Batı usulü olduğunu belirtelim.

😱 Habis / Malignant: Haftanın, yönetmeni nedeniyle en çok merak ettiğimiz filmi, Gabriel adlı bir ruhla iletişime geçen ve işlediği cinayetleri kabuslarında gören bir kadının yaşadıklarını konu ediyor. Bakalım James Wan; Saw, Insidious ve The Conjuring gibi bir korku evreninin daha tohumlarını atabilecek mi.

🖥️ Darlin’: Pollyanna McIntosh şeklindeki fake kokan ismiyle The Walking Dead’den anımsayacağınız İskoç oyuncunun ilk yönetmenlik denemesi, 2011 tarihli roman uyarlaması The Woman’ın devamı niteliğinde.

🧪 Tüp / Meander: Korku festivallerinden 11 ödül kazanan Fransız yapımı, ölümcül tuzaklarla dolu bir labirentin içinde uyanan bir kadının çıkışa ulaşma çabasını konu ediyor.

🏋🏼‍♀️ Bir Orduya Bedel / Army of One: Tatil yaparken bir uyuşturucu kartelinin sığınağını keşfeden genç kadının kocası kötü adamlar tarafından öldürülür ancak gelin görün ki kendisi iyi eğitimli bir askerdir. Şimdi onlar düşünsün(!)

🪓 Ekip Oyunu: Fragmandan anladığımız kadarıyla bir grup adamın ormanda bir grup kadını (ya da birbirini?) öldürdüğü yerli filmi izleyeceklere sabır diliyoruz.

💑 İki Aşığın Ölümü / The Killing of Two Lovers: Genç yaşta evlenip dört çocuk yapan çiftin evliliklerini bir arada tutma çabasını anlatan düşük bütçeli, yüksek sanatsal becerili film, Başka Sinema izleyicisini bekliyor.

Ayrıca…

Asla çekilmeyecek devam filmleri, sevdiğiniz dizi karakterlerinin spin-off’ları ve daha bir sürü sahte şov: Nestflix’te gezip, hayallere dalabilirsiniz.


Katkılarından dolayı Gökşen Aydemir, Ozancan Demirışık, Tanju Baran ve MUBI Türkiye’ye teşekkür ederiz.

Bültenin faydalı olduğunu düşünüyorsanız, 25 TL destek vermek için dijital teşekkür kartı satın alabilirsiniz.


 

İlginizi çekebilir...

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et