BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Öne Çıkanlar

Öykü Palas 10: Ayrılık Defteri

“Çocuklar sende kalsın.”

Kitaplarımızı kastetmiştim elbette. Birlikte bir kütüphane heyecanı da vardı evlenirken. Zaten evlenirken her şeye heyecan duyuyor insan. Balkonda yetiştirmelik minik domateslerin hayalini kuruyor bir dönem. Sonra her sabah gözünü açtığında onu görecek olmanın mutluluğu. Akşam yemeklerini birlikte yapacak olmanın, birlikte her şeyde olacak olmanın derin hayalini kuruyor insan. Kimse ayrılığın hayalini kurmaz zaten. Biz yaşadık, gördük, sevdik, seviştik ve bir gün tükendik. Bu bir bisküvinin tükenmesi gibi bir şey değil. Zamanı yönetemez hale gelip her olumsuzlukta yeni bir sorun çıkıyorsa aranızda bu tükendiğiniz ana denk gelir.

Her şey paylaşıldığı için artık uzun uzadıya bir ayrılık seremonisi yaşamıyor da insan. Zaten konuşulmuş, suçlanılmış, eksikleri yüzüne yüzüne vurulmuş iki insan haline gelip o anda yollarını ayırmaya çalışıyor insan.

Kitaplarımızı tek bir büyük kitaplığa dizerken yaşadığımız heyecanı belki bir ömür bir daha yaşayamayız ama en kötü zamanlarda birbirimize ithaf ettiğimiz suçlamaları da asla unutamayız. İlk tartışmamız kitapları hangi sıraya göre dizmemiz gerektiğiyle ilgili olmuştu. Sen kitapları boyutlarına göre dizmekte ısrar etmiştin bense zaten ilerde her kitap alıp bıraktığımızda dağılacak diye karışık bırakmamız gerektiğini söylemiştim. Hiç çıkmaması gereken bir fırtına çıkmıştı. Tabi ki sonunda dediğin gibi dizmiştik ama bu fırtına hiç olmaması gereken bir zamanda ve şekilde olmuştu. Belki de o gün biz ilk sinyali vermiştik ayrılığa dair. Hani sıcak bir ortamdan çıkıp içinde bir ürperti olurda hapşırırsın ya, bu da o gribe tutulmanın ilk hapşırığıymış meğer.

Hayatındaki her şeyi paylaşmak oluyor aslında evlilik. Ayrılığı bile paylaşıyorsun bir gün. Ayrılmak da medeniyet istiyor. Çevremizde ayrılırken yaka paça kavga edenleri görmedik değil. Hatta arabasını süsleten “Mutluyum boşanıyorum” yazdıranı dahi gördü bu gözler. Biz en azından kimsenin dilinde düdük olmadan boşanıyorduk diye geçirdim içimden. Evden birkaç parça eşyamı alıp ayrıldım. Bütün kıyafetlerimi, en sevdiğim bazı eşyaları ve kitaplıktan tek bir kitabı almakla yetindim. Evden çıkarken seslendi. “Dur.” İçimden bazı şeyler kopup gitmemiş olacak ki bir an ümitlenmedim desem yalan olur. “O kitabı alamazsın.” Acaba gitme demenin bir başka versiyonu muydu bu diye düşündüm. Çünkü kadınların kullandıkları kelimeler tek bir anlam ifade etmiyordu. Evlilik en azından bunu öğretmişti bana. Tam kapıdan çıkarken arkamı döndüm ve neden diye sordum.

“O kitabı defalarca okudum ve altını çizdiğim yerler var yani beni anlatan, beni ifade eden şeyler var. Giderken benden bir şeyler alıp gitmene izin veremem.”

Bavulu yere bıraktım, elimdeki diğer çantaları da.

“Sen bir kitapta altı çizilmiş birkaç cümleden ibaret değilsin ki giderken yalnızca onu götüreyim. Sen çok şeysin benim için. Sanıyor musun ki o kitapta altı çizili cümleleri ezberlemedim. Her sayfada senden, bizden çok şey var. Evden çıkarken her şeyin bittiğini düşünebilirsin ama bu sadece teorik olarak gerçekleşebilir.”

Bir süre sessiz kaldık ikimiz de. Ne ben söylediklerime ilave edebildim ne de o cevap verebildi. Ayrılmak hiçbir kavganın sonucu olamazdı. Bir tükenme lazımdı. Belki de tükenen sadece tahammülümüzdü. Birbirimizi tüketmemiştik henüz. Derken uzun süren sessizlik bozuldu.

“Bana yeni adresini gönderdiğinde sana bir tane alır gönderirim ama o kitabı bırak. Lütfen.”

Bir süre gözlerine baktım sadece. Acaba sadece duyguları mı tükendi yoksa eskiden beri mi böyle duygusuzdu diye geçirdim aklımdan. Çantadan kitabı çıkardım ve uzattım. Belki de onu anlayabildiğim tek andı bu ve o beni anlamamıştı. Bizim bütün sorunlarımız da bu tarz şeylerden çıkıyordu zaten. Birbirini anlayamamazlık trenine binmiştik birlikte ve artık inme zamanı gelmişti. Uzattığım eli bir kez daha karşılıksız bırakmamıştı. İlk sevgili olduğumuzda uzatmıştım bu eli, evlenmek istediğimde ve ayrılırken hiç eksik bırakmamıştı. Şimdi son isteği olan bu kitabı uzattığımda da uzattı elini bana ve kitabı aldı. Bavulu tekrar elime alıp evden çıkarken hiç öyle romantik şarkılar çalmadı fonda. Ne ben bir damla gözyaşı döktüm ne de o. Arkamı dönüp bakmadım ama onun ağladığına hiç şahit olmadığım için yine ağladığını düşünmüyordum.

İlk kez bir başka evde uyandım yıllar sonra. Ne balkonda yeşermesini beklediğim bir domates vardı ne de yanımda görmeyi beklediğim güzel kadın. Sanki anlamsızlaşmıştım bir gecede. Bir gecede yetkileri elinden alınmış devrik bir ülke başkanı olarak uyanmıştım sabaha. Bir darbe gerçekleşmişti ve bunda benim payım da vardı. Adres bırakmamıştım kitabı verirken, demek ki benim de umudum kalmamıştı. Yeni bir kıyafet için henüz boşaltmadığım bavulu açtım. Bir kalın defter vardı içinde, daha önce hiç görmediğim. Aldım elime açtım ilk sayfasını okumaya başladım. Gün gün nasıl bir ilişkiyi batırdığımı, neleri yanlış neleri eksik yaptığımı okudum. An be an yaptığım tüm hataları yazmıştı günlüğünde. Her sayfada yaptığım bir dünya hatayla karşılaştım. Her sayfanın sonunda tek bir cümle vardı.

“Bütün bu hataları yaptı ama hala beni çok seviyor, tıpkı onu çok sevdiğim gibi.”

İlginizi çekebilir...

Vizyon

Alex Garland bize, çok da olası görünmeyen bir iç savaş filmi sunarken aslında zeminini sağlam bir temele oturtuyor.

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et