BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Aslında hayatın kendisi çoğu zaman hüzün verici. Bazı romanlar, bazı filmler, bazı fotoğraflar, bazı şarkılar, kısacası bazı şey’ler çok ama çok hüzün ve üzüntü vericidirler. Sinema tarihinin en görkemli filmlerinden biri olan Akira Kurosawa’nın, Düşler’i de öyledir. Filmdeki, ‘Tünel’ hikâyesinde yüksek rütbeli bir komutanın karşısına, karanlık bir tünelden çıkan [bir savaşta kaybettiği] askeri sinema tarihinin en anlamlı ve en can alıcı repliğini söyler. “Komutanım, ben öldüm mü?” Hemen ardından tünelden bir tabur asker çıkar. İnanılmaz bir sahneyle karşıyayızdır. Komutan tünelin karanlığından bütün askerlere, “Hepiniz öldünüz! Sizler birer ölüsünüz!” dedikten sonra tünelin karanlığını göstererek, “Geri dönün!” der. Komutan tekrar bağırır: “Hepiniz birer ölüsünüz! Emrediyorum geri dönün!” Bu sahne, Diane Arbus’un fotoğraflarından çıkmış ‘acımasızlık’la, Bruggel’in resimlerindeki ‘kaotik’ sapma arasında gidip gelir. Tam da bu nokta, zaman’ın durduğu ara[lık]lardır. Bazen üzülmekten başka bir şey yapamayacağımız çaresiz an’larımız vardır. İşte bu an, o an’dır.

Ertekin Akpınar

Yıkılmış Hasret

Aslında hayatın kendisi çoğu zaman hüzün verici. Bazı romanlar, bazı filmler, bazı fotoğraflar, bazı şarkılar, kısacası bazı şey’ler çok ama çok hüzün ve üzüntü vericidirler. Sinema tarihinin en görkemli filmlerinden biri olan Akira Kurosawa’nın, Düşler’i de öyledir. Filmdeki, ‘Tünel’ hikâyesinde yüksek rütbeli bir komutanın karşısına, karanlık bir tünelden çıkan [bir savaşta kaybettiği] askeri sinema tarihinin en anlamlı ve en can alıcı repliğini söyler. “Komutanım, ben öldüm mü?” Hemen ardından tünelden bir tabur asker çıkar. İnanılmaz bir sahneyle karşıyayızdır. Komutan tünelin karanlığından bütün askerlere, “Hepiniz öldünüz! Sizler birer ölüsünüz!” dedikten sonra tünelin karanlığını göstererek, “Geri dönün!” der. Komutan tekrar bağırır: “Hepiniz birer ölüsünüz! Emrediyorum geri dönün!” Bu sahne, Diane Arbus’un fotoğraflarından çıkmış ‘acımasızlık’la, Bruggel’in resimlerindeki ‘kaotik’ sapma arasında gidip gelir. Tam da bu nokta, zaman’ın durduğu ara[lık]lardır. Bazen üzülmekten başka bir şey yapamayacağımız çaresiz an’larımız vardır. İşte bu an, o an’dır.

Neçayev Dönüyor

[Barikatlar sokakları tıkıyor ama perspektifleri açıyor.]
Neçayev Dönüyor*, s. 278

Aslında hayatın kendisi çoğu zaman hüzün verici. Bazı romanlar, bazı filmler, bazı fotoğraflar, bazı şarkılar, kısacası bazı şey’ler çok ama çok hüzün ve üzüntü vericidirler. Sinema tarihinin en görkemli filmlerinden biri olan Akira Kurosawa’nın, Düşler’i de öyledir. Filmdeki, ‘Tünel’ hikâyesinde yüksek rütbeli bir komutanın karşısına, karanlık bir tünelden çıkan [bir savaşta kaybettiği] askeri sinema tarihinin en anlamlı ve en can alıcı repliğini söyler. “Komutanım, ben öldüm mü?” Hemen ardından tünelden bir tabur asker çıkar. İnanılmaz bir sahneyle karşıyayızdır. Komutan tünelin karanlığından bütün askerlere, “Hepiniz öldünüz! Sizler birer ölüsünüz!” dedikten sonra tünelin karanlığını göstererek, “Geri dönün!” der. Komutan tekrar bağırır: “Hepiniz birer ölüsünüz! Emrediyorum geri dönün!” Bu sahne, Diane Arbus’un fotoğraflarından çıkmış ‘acımasızlık’la, Bruggel’in resimlerindeki ‘kaotik’ sapma arasında gidip gelir. Tam da bu nokta, zaman’ın durduğu ara[lık]lardır. Bazen üzülmekten başka bir şey yapamayacağımız çaresiz an’larımız vardır. İşte bu an, o an’dır.

Ertekin-Akpınar Ertekin Akpınar

Jorge Semprun’un, Neçayev Dönüyor kitabı da, yukarıda anlattığım örneklere dahası hayat[ımız]a dair zaman ve acımasızlık an’larına dair bir roman. Yirmili yaşlarda beş üniversite öğrencisinin: Daniel Laurençon [Kod adı: Neçayev], Marc Lilental, Julien Serguet, Adriana Sponti, Ellie Silberberg “yaşamın sadece mucizelerle, tuzaklarla ve alabildiğine büyük yanlızlıklarla dolu bir çöl” [sy. 200] olduğu yıllarda silahlı mücadele için kurmuş oldukları ‘Proleterya Öncüsü’nü fesih kararı alırlar. Buna bir tek Daniel Laurençon karşı çıkar. Diğer dört kişi Franco karşı gizli etkinlikler içinde olan Luis Zapata’yı [Büyük Zorro] Daniel Laurençon’u ortadan kaldırmak için kiralarlar. Zapata ve Laurençon [ya da Zorro ve Neçayev], Guetamala’ya doğru, bir ölüm yolculuğuna çıkarlar.

Jorge Semprun

Üç hafta sonra Laurençon’un ölüm haberi gelir. 1974 yılında, Guetamala’da bulunan Fransız konsolosu, Laurençon’un evraklarını üvey babası Adli Polis Başkomiseri Roger Marroux’a teslim ettiğinde, Marroux, hemen bir ay izin alır. Guetamala’nın volkanik tepelerindeki yerlilerin köylerini dolaşan Marroux, Laurençon’un peşinde ‘büyük izi’ni sürer. Laurençon, en son San Juan ve oradan da Samala Vadisi’nden üç bin metre yükseklikteki küçük bir köy olan San Francisco El Alto’ya varmıştır. Marroux, Laurençon’un ‘ölüm yolculuğu’nun izini sürerken San Juan’a geldiğinde oradaki yerli kadının Laurençon’un ‘randevu’su olduğunu söyler. Marroux şaşırır, bu kimdir? Kiminle randevusu vardır? Yerli kadın, Marroux’a üç bin metre yükseklikteki köyü gösterip Daniel Laurençon’un, ‘ölüm’le bir randevusu olduğunu söyler. Laurençon’un yanında yerlilerin deyimiyle, el rubio [sarışın] bir adam daha vardır. Roger Marroux, üç bin metre yüksekliğe çıktığında bir hanla karşılaşır. Laurençon, burada kalmıştır. 11×18 ebadındaki not defterini Laurençon’un kaldığı odada bulan Marroux, tarihli ve tarihsiz bir dizi düşünceler ve aforizmalarla karşılaşır: “Roger Marroux, biraz da yaşamının, gerçeği asla öğrenemeyeceği temel bir bölümüyle ilgili sayfayı çevirdiği izlenimine kapılarak defteri kapatıvermişti… Daniel hiçlikte yok olup gidiyordu.” [sy. 59]

FesatAradan yirmi yıl geçer ve bir gün Ellie Silberberg’e telefon eden Louis Zapata, “derhal” görüşmeleri gerektiğini ve bunun “çok önemli” olduğunu söyler. Silberberg, “neden ben?” dediğinde Zapata, “beşimizin arasında en tanınmış olanı sizsiniz… En az siz göze çarparsınız. İşte bu nedenle listede yoksunuz.” [sy.13] Zapata başına gelebilecek her türlü olumsuzluk için kızı Sonsoles’e, Fromont’taki evinin salonunda bulunan İstanbul Manzara’sının arkasında gizli bulunan kasanın şifrelerini verir. Kasanın içinde üzerindeki damgada Roger Marroux yazan bir zarfın acele olarak Marroux’ya iletilmesi gerektiğini söyledikten sonra Jaguar marka arabasıyla Froidevaux sokağında, Ellie Silberberg’le buluşmaya gider. İşte kitap, Luis Zapata’nın bu buluşmaya gittiğinde üçüncü bir kişi tarafından vurulup öldürülmesiyle başlar. Yirmi yıl önce ölüme mahkûm edilen Daniel Laurençon [Neçayev] geri [mi] dönmüştür?

Ruhların Randevusu

 Bir kurt bile sıkıştırıldığında, kaçmadan önce durur ve bir daha göremeyeceği düşmanına ikinci kez bakar. Kızılderili Atasözü

Sartoris5’e, 5! Bu bir randevudur. Paul Nizan’ın, Fesat**’ına karşı, Jorge Semprun’un, Neçayev Dönüyor’u, Nizan’ın; Rosental, Laforgue, Jurien, Bloye ve Pluvinage’ye karşı Semprun’un, Laurençon, Liliental, Serguet, Sponti ve Sillberberg’i vardır. Bunun için, Neçayev Dönüyor’a, Paul Nizan’dan ve Dostoyevski’nin Ecinniler’inden birer alıntı yaparak başlar. Dikkatli okuyucuların bu üç ayrı kitapta gözünden kaçmaması gereken bir ‘ayrıntı’ vardır. Ecinniler’deki Stavrogin, Fesat’taki Rosental ve Neçayev Dönüyor’daki Laurençon, Stavrogin’in itirafıyla Neçayev’in dönüşü arasındaki paralellik Sempurn’a göre; “… Onun hayata topluma doğru dönüşü aynı zamanda da size doğru bir dönüş olacak”tır. [sy. 255]

Buradaki ‘siz’, ‘biz’ olma ve ‘kendileşme’ sürecinin son halkası olan Laurençon’dur. Roger Marroux’da, ‘iyilik’ ve ‘kötülük’ izini süren Semprun, Zapata’da ‘mutlak doğruluk’ ilkesini, Laurençon’un genelinde Sergey Neçayev’in Devrimcinin El Kitabı’ndan, ‘Devrimcinin kayıp bir adam olarak portresi’ni, özelinde ise etik problemini tartışır. Bu tartışma, metinler arasındaki gezinti bizi Guilloux’un, Kara Kan’ından, Faulkner’un Sartoris’ine, Rousseau’nun İtiraflar’ına Shönberg’in müziğine, Char’ın şiirlerine kadar ‘açık’ metinlere davet ediyor. Tabii merkezine Sergey Gennadiyeviç Neçayev’in, Devrimci’nin El Kitabı’nı alarak. Bize çok farklı ‘anlam düzeylerinde’ okuma olanağı sağlıyor. Metin tam da bu noktada kendi kendisini çoğaltıyor. Hikâye bir kuşağın ya da bir dönemin hikâyesi olmaktan çıkıp bir ‘duygunun’ ve ‘duyarlılığın hikâyesi’ olmaya doğru gidiyor. Semprun, okuyucusuna bir kapı açtığında karşısındakine yeni öneriler getirebiliyor.

edgarÖrneğin, Elias Berg takma adıyla polisiye romanlar yazan Ellie Silberberg’in hiçbir polisiye romanından parçalar okumadığımız gibi onların isimlerini de bilmiyoruz ama adli polis başkomiseri Roger Marroux’un yıllarca bu polisiye romanları okuyup bu ‘5’ kişinin duygu ve düşünce dünyalarıyla iletişim kurması ve bir tür ‘ana-izler’ yöntemiyle, şüphesi bu insanların kamuya karşı gizli ve kapalı tuttukları ‘iç dünya’larını bir okuma biçimi olarak tanıyabiliriz. Marroux, ‘içsel’ kötülüğün dışarıya vurulduğunda, görünüşte simgesel bir ‘değişim’ olduğunu tespit eder. Bu değişim süresi içteki ‘kötülük’ duygusunun metinde ‘teşhis’ edinmesidir. Roger Marroux tam da bu noktada, ‘kötülük ilkesi’ni, ‘anlatı’ düzeyinde çekip günlük yaşantının önemli bir bölümünde ‘problem’ çözme ‘ilke’sine yöneltiyor. Tıpkı Arthur Conan Doyle’un Sherlock Holmes’u, Edgar Allen Poe’nun Auguste Dupin’i, G. K. Chesterton’un Rahip Brown’u gibi.

Tabii bir de anlatanın temel yapısını oluşturan belirli ‘kritik alıntılar’ var. Bunlardan biri de Hannah Arendt’in, “hiçbir kuramsal düşünce iyi anlatılmış bir tarihin yarattığı duygu zenginliğine sahip olamaz.” [sy. 173] Yorum gücünün en iyi örneklerinden biri olan bu ‘saptama’ aslında Walter Benjamin’in, Tarih Üzerine Tezler denemesindeki ‘ana görüş’üdür.

Benjamin‘in İspanya sınırındaki intiharıyla, Hanna Arendht’in kendi çocuğunun “çocukluğunun prehistoryası bitince” [sy. 188] bu durumu Semprun, Daniel Laurençon’un kendi babasının imgesine yitirmesine taşır: “Ölümün labirentinde yolunu bulmasını sağlayacak çıkış yolunu sonsuza dek kaybetmiştir.” [sy. 247]

netchaiev-est-de-retour.filmin-afisiGidiş, dönüş kadar hesaplanmış bir ‘kaçış’ değildir. Gitmenin, ‘kaçış’a dönüşmesi hiç şüphesiz hesapta olmayan ‘planlar’ın ‘su yüzüne’ çıkmasıyla kendi ‘anlamına kavuşur.’ Hesaplan[ma]mış bir gidiş, hesaplanmış bir gelişe dönüşebilir mi? Daniel Laurençon’un hesaplan[ma]mış bir gidişi; hesaplanmış bir dönüşe, kaçışın kendi dışında hesaplanmasıyla / kendi iç hesaplaşmasının arasında gidip gelir. Laurençon’da, ‘kayıp insan olma’ düşüncesi bu noktada şekillenir. Babası Michael Laurençon’un, 30 yıl önce Blaninville sokağındaki bir odada Gestapo tarafından tutuklanmasıyla 30 yıl sonra Daniel Laurençon’un ‘eski bir hesap’ için geri dönmesi bir rastlantı değil; planlanmış randevudur. Babası gibi onu da ‘ele veren’ler vardır. Ve bunu bütün yazdığı polisiye romanlarda takma isim kullanan Ellie Silberberg’e [Elias Berg] bir gün Roger Marroux, “kitaplarınızda beni etkileyen yan, tümünün aynı anlatım dokusunda olması… Saplantı halinde bir durum bu… Koşullar ve olaylar değişse de, tümünde sadece ve sadece bir grubun ve ihanetin hikâyesi anlatılıyor. En azından olduğu varsayılan bir ihanetin… Kısacası hep “Fesat’ın şeması… Ama sizin Pluvinage’ınız Paul Nizan’ınkinden, daha az kararlı ve daha kapalı. Hain olup olmadığı hiçbir zaman bilinmiyor” [sy.172] dediğinde bir kitabın değil, bir hayatın tanımını yapar. Bu hayat, zamanın akışını şiddetlendirdikçe her şey ‘gecikivermiş bir gelecek’ duygusuyla yaşanır. O, ‘gelecek’ geldiğinde[!] herkes kendi kavramlarına sığınıp onların ses’lerini ararlar. Bunun için Cioran’ın, ‘itiraflar ve aforizma’larına başvururlar. Semprun’a göre Cioran, “paslı bir jilet”tir. [sy. 241] Uzaklara gidip yıllar sonra geri dönen biri için bu bir hiç’tir. Ve Semprun’a göre, “hiçlik kurguya katlanamaz: gerçeği aşar.” [sy. 241] Ama bu gerçeklikte bir o kadar karışık, yıkımlarla dolu, “itiraflarda tamamlanmamış bir gizem vardır. Cioran’ın hiçliğinden, Jean Cocteau’nun ‘gizemine’ ulaşan Daniel Laurençon, “mademki bu gizemler bizi aşıyor, onları bizler düzenliyormuş gibi davranalım” [sy. 318] der. Bu ‘hayat’ onu ‘ölümün’ labirente itmiştir. Bu labirentte yüzlerce, binlerce kişi gibi o da ‘çıkış yolu’nu sonsuza dek kaybetmiştir.

Kendi yalnızlıklarının sonsuzluğunda, ‘kaybolanların düşü’ hepimizin hayatından tam da bu noktada daha ağırdır. Bütün bunlar Semprun’un dediği gibi, “çok anlamlı bir utanç”tan [sy. 133] başka bir şey olmuyor.

Meraklıları için kısa bir not: Kitabın 1991 yılında İtalyan-Fransız ortak yapımıyla, yönetmen Jacques Deray tarafından filme aktarıldığını da söyleyelim. Başrollerini; Yves Montant, Vincent Lindon, Miou Miou ve Patrick Chesnais paylaşmıştır.

 Neçayev Dönüyor*, Jorge Semprun, Çev. Mustafa Balel, Ayrıntı Yay., 320 sy.

Fesat**, Paul Nizan, Çev. Özdemir İnce, Telos Yay.248 sy. 

İlginizi çekebilir...

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et