BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Festival

#if2016 Röportaj: Veşartî’nin yönetmeni Ali Kemal Çınar

15. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’ndeki Keşif Yarışması’nın bizim coğrafyamızdan çıkan tek filmi Veşartî’nin (Gizli) yönetmeni Ali Kemal Çınar ile gösterim öncesi röportaj yaptık.

15. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’ndeki Keşif Yarışması’nın bizim coğrafyamızdan çıkan tek filmi Veşartî’nin (Gizli) yönetmeni Ali Kemal Çınar ile gösterim öncesi röportaj yaptık.

Öncelikle tanımayanlar için kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Diyarbakır’da doğdum ve hâlâ Diyarbakır’da yaşıyorum. Bugüne kadar çektiğim bütün filmlerimin geçtiği yer Diyarbakır’dır. Üniversiteyi yine burada okudum. Sinemayla bir ilgisi olmayan Beden Eğitimi ve Spor Öğretmenliği bölümünü bitirdim. Daha sonra bedenle ilgili iki uzun film çektim. Bunla ilgisi vardır diye düşünüyorum. Üniversite dönemlerinde sinema yapma fikri ciddi ciddi oluşmaya başlamışken mezun olduktan hemen sonra Diyarbakır Sanat Merkezi bünyesinde kurulan Diyarbakır Sinema Kulübüne dahil oldum. Orası benim için ciddi bir okul oldu. Sinemayla ilgili bildiğim her şeyin zemini sinema kulübünde oluşmuştur. Zaman zaman aksasa da kulüp hâlâ aktif durumda. Kürtçemi geliştirmek ve Kürtçe sinema yapabilmek için Cegerxwîn Kültür Sanat Merkezi’ne gittim, orada da hem sinema üzerine hem de dil üzerine çok şey öğrendim. Bakınca sinemayla ilgili bütün birikimim bu şehirde oluşmuş, sadece bundan dolayı da olsa Diyarbakır benim için çok önemli bir şehirdir.

 

Her zaman anadilinizde filmler mi yapmak istiyorsunuz ve sizce Kürtçe bilmeyen, yerli  seyirciye ulaşma konusunda dil bir duvar mıdır?

Filmlerimin Kürtçe olmasını istiyorum. Bu işin en doğal yanı ama maalesef bu ülkede Kürtçe film yapmak politik bir tavır ve çabaya dönüştü. Yoksa herkes anadilinde film yapar, doğal olanı budur. Başka bir dil kullanmayı gerektiren bir hikâye çekmediğiniz takdirde bu kuralın dışına da çıkılmaz. Her ne kadar kişisel filmler çeksem de, Kürtçeyi politik alanın dışında kullanmaya çalışsam da, yaptığım filmler Kürtçe olduğundan politik alanın içinde değerlendirilmeyi zorunlu kılıyor. Kürtçe sinema yapmanın kendisi de politikleşiyor ve bir kürdün bundan kaçması da şu an için mümkün değil.

Diğer soruya gelince de; sinemada mecburiyetten altyazı denen bir şey var. Bu aslında izlemeyi zorlaştıran bir şey ama yine de insanlara diğer dillerde yapılan filmlerin de pratik ve kısa yoldan ulaşmasını sağlayabiliyor. İki yönlü de bakılabilir. 

 

Görsel tercihlerinizi biraz açıklar mısınız? Filmin siyah-beyaz oluşu, görüntülerin temizliği, konuşan karakter yerine dinleyeni göstermeniz, sabit planlar vb.?

Filmin kendisini çok da açıklamadan genel olarak söylersem; öncelikle ben de kendimi iyi bir sinema izleyicisi olarak görüyorum. İzlerken hissettiğim duygu ne ise, yaptığım filmlere de sirayet ediyor. Yani sürekli yapılan bir şeyden sıkılmışsam onun dışında şeyler yapmayı düşünürüm. Tabi bazı klişelerin de hakkını vermem lazım, onlar olmadan film yapamam. Bu sıkılma halleri zaman içinde filmlerimi hem sadeleştirdi hem de deneysel bir şeyler yapabilmemi sağladı. O yüzden bir planla çekeceğim sahneyi iki planla çekmekten imtina eder, rengi de aynı ölçülülükte kullanmaya çalışırım.  Çok konuşmanın değil de dinlemenin insanı kendine yakınlaştırdığını düşünmeden de edemem.

 

Film yerli sinemada karşımıza çıkmayan bir konuyu ele alıyor. Beden değişimi ve cinsel kimlikler çerçevesinde aşkı, evliliği, aile bağlarını konu ediyorsunuz. “Mem ile Zîn” efsanesinden yola çıkarak esin kaynaklarınızdan ve neden bu konuda söz söyleme ihtiyacı duyduğunuzdan bahseder misiniz?

Her insanın bedeniyle kurduğu ilişki bir noktadan sonra aileyle, toplumla veya devletle çatışır hale geliyor. Ayna karşısında uzun süre durup kendine bakan bir çocuk ya annesinden ya da babasından azar işitmeye başlar. Ben çocukken bize “aynaya fazla bakma, delirirsin” derlerdi. Hâlbuki insanın kendini tanımaya başlamasının en önemli evresidir bu. Bedenini, gözünü, kaşını tanımaya başlarsın. Kendin için kendin bir tahayyül olmaktan çıkarsın. Beden denen, insanın kendine ait en küçük alanı bile bir başkası için tehdit unsuruna dönüşebiliyorken ve bugün de olduğu gibi her türlü şiddet ve baskı nedenine dönüşebiliyorken bunu mesele olarak görmek ve anlatmak benim için de elzem bir şey oldu. Beden, insanın açmazlarını anlatmanın en doğru aracıdır da. Hele dünyanın erilliğini düşününce, bundan çıkan kötülüğün boyutlarıyla karşılaşınca, bunu en minör düzeyde anlatmayı denedim. İnsanın kendi cinsel kimliğiyle bağı bile sağlıklı kurulamazken bir başka cinsiyete dönüşmeyi ne kadar başarabilir? Haliyle bu toplumda bir başkasıyla kurulan ilişki trajik olabilirken komik de olabiliyor. Böyle bir düzlemde aile, siyaset ve edebiyat (Mem ile Zîn) işin içine girince, filmin üzerinde bulunduğu düzlem daha da genişledi ve anlatmak istediğime yakın bir metin ortaya çıktı.

 

İlk filminiz Antalya Film Festivali’ndeydi. Bu kez neden İf’i tercih ettiniz? Temanızın festival seçimiyle bağlantısı var mı?

Ben henüz kariyerinin başında olan, çok da takdir edilmeyen, filmleri küçük bir kesim tarafından izlenen biriyim. Haliyle festival seçme gibi bir şansım olmuyor. Her filmimi üç beş festivale gönderirim ve hangisi göstermeyi kabul ederse ancak o zaman gösterme şansı bulabilirim. Şu anki tek amacım insanlara ulaştırabilmeyi başarmak. Onlarca festival dolaştırma gibi bir amacım da hiç olmadı. Benim için filmimin dünyada ve Türkiye’de birkaç festivalde gösterilmesi yeterli. Türkiye’de bana uygun olan festivallerin başında İf geliyor, Antalya’da Kurte Fîlm gösterildiğinde hem olumlu hem de olumsuz anlamda “bu filmin burada ne işi var” diyenler oldu. Zaman içinde bunların oturacağını düşünüyorum.

Diyarbakır Sanat Merkezi ve Diyarbakır Sinema Kulübü’nde aktif olduğunuzu biliyoruz. Bölgede yaşanan savaş Diyarbakır’daki sanatsal faaliyetleri ve insanları nasıl etkiledi?

Herkes için sanat yapmak anlamsızlaştı. Biz yine de belli bir alışkanlık ve direngenlikle sanatla uğraşmaya devam ediyoruz.

Bir filmi yazıp yönetmek yeterince zor olsa gerek, başrolde oynamak isteme sebebiniz nedir?

Bu aslında Kurte Fîlm’de belirlediğim çekim tarzıyla ortaya çıkan bir şey. Arada bir çekim yaptığım için her zaman hazır olabilecek bir oyuncu bulmak zordu, o yüzden kendim oynamayı tercih ettim. Sonrasında ise daha az yorulup daha iyi sonuç aldığımı görüp oynamaya devam ettim. Oyunculuğuma ciddi bir anlam atfetmeden, elimden geldiğince filmin duygusunu ortaya koyacak kadar katkısı olmasına dikkat ediyorum.

İki filminizde de kendi bedeninizle ilgili hikayeler anlattınız. Üstelik karakterin adı Ali Kemal. Bu motivasyondan bahseder misiniz?

Her film otobiyografiktir. Ben bunun filmlerimde alenen görülmesini isterim. İster gerçekçi bir hikâyede isterse fantastik bir hikâyede olsun, fark etmez. Kendimi sinema aynasında görmeyi ve tanımayı istiyorum. Ali Kemal’in maceraları gibi film serisine dönüşür belki, hiç dolaylamadan kendimden çıkacak, insanın her haline dair bir şeyler söylemek isteği, çabası…

İlginizi çekebilir...

Vizyon

Alex Garland bize, çok da olası görünmeyen bir iç savaş filmi sunarken aslında zeminini sağlam bir temele oturtuyor.

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et