İnsan hep sevdiklerini öldürür derler ya; aslına bakarsanız insanı öldüren de hep sevdiğidir. – Dövüş Kulübü, sy. 184
Modern hayat tehlikelerle dolu bir yolculuktur. Bu yolculukta bilin[e]meyen bir sürü esrarlı hikâyenin yanında, çok bilinen statik, silik anlatılar da vardır. Yaşadığı hayatın öznesi olan kahraman, o hayata şekil verir. O hayatın nesnesi olan kahramansa kendisi dışında şekillenen hayatın piyonu olur.
Piyon olduğu için anlatılanı dinler, aktarır. Ve aktardığı şey’in parçası olur. Modern romanlar, ‘piyon’ kahramanlarla doludur. Modern roman kahramanları, ‘miş’ gibi yaparlar. Yazar, bize parçaların biriktirilerek bir bütünün ne olduğunu göstermek ister. Kopyanın, kopyasını önümüze koyar. Ve bu jargona, ‘hayatın dili’ adını takarlar! Yaşadığı hayat[lar] o kadardır çünkü. O hayat: Süpermarketlerin, billboardların ve steril hayatların hikayesini anlatır. Temiz gibi gösterir kendini, ‘miş’ gibi olmaktan ‘gibi gibi’ olmaya doğru yol alır. Hayatın hastalıklı sürecini yazıyla iyileştirilmeye çalışılır. Dahası modern edebiyatta ‘yazı’ hayata makyaj yapar. Kurgu, yalan’ın bir parçasıdır artık.
Sözün Gücü
Yevgeni Zamyatin, Biz* adlı romanında, “Silahlara başvurmadan önce sözün gücünü deneyeceğiz” der. Söz’ün esrarlı yönleri olduğu kadar, tehlikeli ve hastalıklı tarafları da vardır. Bu tür edebi metinlerin zamanın içerisinde çoğu zaman karmakarışık olan kimyasal yapısını bir türlü çözemeyiz. Sorulan soru kadar, hemen verilecek yanıt orada öylece asılı durur. Bakakalırız. Bu bakışta hep huzursuzluk, sıkıntı ve tereddüt vardır. İçinden çıkamadığımız ruh hali bizi/bizleri gittikçe ıssızlaştırır. Hemen bir söz söyleyivermek doğru olmaz. Bu yalnızlıkta yavaş yavaş kendi dünyamıza ait hastalıkları biriktirmeye başlarız. Yalnızlık tam da bu noktada, hastalıkların üreyebileceği en uygun ortamdır. Çözül[e]meyen kimyanın, ruhumuzda yarattığı sıkıntı ve bu sıkıntının getirdiği çözümsüzlük bizi bambaşka bir dil’e doğru yolculuğa götürür. Dil, hayatla hesaplaşmaya başlar. İkna etmek, onaylamak ve itaat etmekten çok uzak bir dil’dir. Ve bu dil, gittikçe -kendi içinde- sık sık öfke nöbetleri geçirmeye başlar. Kısa kesik cümlelerde ve verilen sert yanıtlarda, hayattan alınması gereken bir intikamın işaretlerini buluruz. İşte, bu işaretlerin geldiği merkezi aramaya kalktığımızda yavaş yavaş ‘yeraltıedebiyatı’na doğru ineriz. Kuralların ve kurumların olmadığı bir dünyada -kullandığımız ve yazdığımız-dil kendi özgürlüğünü yaşar. Utanmaz olduğu kadar, günahın ve deliliğin sınırında dolaşır. O artık, yerleşik olan bütün verileri altüst eden bir argümandır.
Varoluş işaret[ler]i
Kent hayatı, bu dil’i kendi içinde üretirken onu kullanma biçimlerini de şekillendirmeye başlar. Fanzinler, rock barlar, çeşitli otonom gruplar ve bu grupların kendi içlerinde kullandığı işaretler, semboller yavaş yavaş gündelik hayatın birçok alanına sızmaya başlar. Onlar artık Panteon’daki Ölü’nün sözlerini yataklarının başucuna büyük harflerle yazmışlardır: “Hayatında bir defa uçanlar, bir daha asla yeryüzüne dönmemeli.” Zaten yeryüzü dediğimiz şey de onlar için sıkıcı bir dünyadan başka bir şey değildir. Unutmamalı ki, bu kaçış sadece bir varoluş işaretidir.
Söz’ü, Chuck Palahniuk’un, Dövüş Kulübü romanına getirmek istiyorum. Yazarın ilk kitabının olmasının yanı sıra,-bir okurun- ‘yeraltı edebiyatı’na giriş biletinin en güvenilir dil’i, bu hayatı nasıl paramparça ettiğini görebileceğimiz bir dünyanın sınırında dolaştığını
-okur olarak- okumaya/anlatmaya çalışacağım. Kısacası ellerinin altında, güvenli bir yolda yürümeyi sevmeyenler için önemli bir kılavuz bulunuyor. Güven, ne tehlikeli bir sözcük aslında.
Gerçek[ler], Somut ve Acıdır
Gerçekliğin kendi kendisinden kopma isteği hiçbir çağda bu kadar özgürlüğü içermedi. Bu özgürlüğü artık tanıyoruz: O artık, sınırsızlık ve sonsuzluk duygusunu kapsayan ve gittikçe tanımlanması oldukça zor olan bir model olmaya doğru gidiyor. Pink Floyd, özünde baskı altında tutulan bir kuşağın ruh halini kendi argümanlarıyla anlatmaya başladığında, o güne kadar zihinlerdeki yerleşik konuşma evrenini de altüst etmeyi başarmıştı: “wedon’tneednoeducation… wedon’tneednothroughtcontrol...” Hayatın ve siyasetin baskıcı yanına karşı olan Pink Floyd gibi aktüel asiler, bu kültürün organize ettiği, güzel gösterilmeye çalışılan tüm uysallaştırılmış organizasyonlara isyan etmeye başladılar. Ve o kuşak, tarzını; rock’nroll, caz ve blues gibi müziklerle birlikte yeni kavramlarını da ortaya koydu: Komün, LSD, metal, asit, peace, bilinçaltı…
Evet, gerçek[ler] somut ve acıdır. Sanatın yasaları, hayatın yasalarına hükmedemeyince çoğu zaman gerçek’ler üzücüdür de. Sanat tahriktir çünkü! Pink Floyd gibi Beatles’ın şarkıları da tahriktir! The Wall şarkısından yola çıkılarak Alan Parker’ın yaptığı film de izleyiciyi tahrik etmeye yönelik bir hamledir. Tahrik etmenin yasaları, hayata karşı çıkamayınca, tahrik edenin estetik alanı üzücü bir korelasyon halini alır. Söz bu noktada modern hayata ‘alet’ olmanın ötesine gidememiştir.
Chuck Palahniuk, 1996 yılında arkadaşlarıyla birlikte devam ettiği bir edebiyat grubunun etrafında Kargaşa Projesi adlı kısa bir hikâye yazdı. Hayatını otomobil tamirciliği yaparak geçiren Palahniuk’un bu hikâyesi büyük bir ilgi ile karşılandı. Palahniuk, bu hikâyeyi kısa süre sonra Dövüş Kulübü** adında bir romana dönüştürdü. Yazar, romanında modern hayatın ‘haz yasaları’na tutsak olmuş kendi bireylerin trajik arayışlarına yeni ve anlamlı açılımlar sunmaya başlamasıyla birlikte, yeni bir özne tasarımı da sunar. Bu tasarım, model olmanın ötesine geçen bir arayış, hırs, tutku ve öfke nöbetidir.
Joe’nun kırık kalbi [sy.135], düğümlenmiş bağırsakları [sy. 60], kaynama noktası [sy.60], kasılan midesi [sy. 185], kudurmuş öd kanalı [sy. 57], sırıtkan intikamı [sy. 113], sabit diski [sy. 205] olan genç adam, yalanlarla dolu bir rakamlar dünyasında yaşamaktadır. İş gereği sürekli yolculuk eder: “Uyanırsın Air Harbor İnternational… Uyanırsın, O’Hare… Uyanırsın, LaGuardia… Uyanırsın Logan.” [sy. 23] Nefes alıp verdiği tek yer ölüm düşüncesine saplanıp takılmış kanserli hayatların bir araya geldiği dayanışma grubudur.
İki yıl, Bob’un bedenine sarılarak onun ağlamalarını dinler. Herkesin hikâyesini bilir ama hiç kimse onun hikâyesini bilmez. İkinci yılın sonunda genç adam şunları düşünmeye başlar: “Bütün umutlarımızı kaybetmek özgürlüktü. Ben hiç bir şey söylemeyince, gruptaki insanlar en kötüsünü düşünüyorlardı. Daha beter ağlıyorlardı. Ben de daha beter ağlıyordum… Her akşam ölüyor ve her sabah doğuyordum. Ölümden geri dönüyordum.” [sy. 20] Genç adam, bu seansların birinde onu izleyen bir çift gözün farkına varır. Bu, Marla Singer’dır. Onu gördüğü andan sonra bir türlü uyuyamaz ve ağlayamaz. Bunun için Marla’ya, “Kucaklaşma zamanı geldiğinde gidip o sersem kaltağın koluna yapışacağım. Kollarını sıkı sıkı iki yanıma yapıştıracağım, dudaklarımı kulağına dayayacağım ve diyeceğim ki, Marla seni adi sahtekâr, çek git buradan. Bu benim hayatımdaki tek gerçek şey ve sen onu mahvediyorsun.” [sy. 22]
“Tyler’la nasıl tanıştığıma gelince, bir çıplaklar plajına gitmiştim… Kumsalda ikimizden başka kimse yoktu.” [sy. 30] Tanışmanın sonrasında telefonunu Tyler’a veren genç adam başına geleceklerden habersizdir. Sendikaya kayıtlı bir film makinisti olan Tyler Durden aynı zamanda bir otelde garsonluk ve evinde sabun imalatı yapmaktadır. Genç adam yine bir iş seyahatine çıkar. Geri döndüğünde, evinin yanışını ve kül olduğunu görür. Tyler’a telefon eder, Tyler, “Eğer ne istediğini bilmezsen, bir bakarsın istemediğin bir sürü şeyin olmuş” [sy. 44] diye yanıt verir. Joe’nun kırık kalbi olan genç adam, “Hiçbir zaman tamamlanmamış olmayayım ne olur, hiçbir zaman kusursuz olmayayım… Kurtar beni Tyler, kusursuz ve tamamlanmamış olmaktan kurtar.” [sy. 44] Tyler önce buluşmayı sonra da kendisine yerleşmeyi önerir. Buluşurlar. Genç adam merak eder ve kendisinden ne istediğini sorar. Tyler, “Bana bütün gücünle vurmanı istiyorum” [sy 44] der. Dövüş Kulübü, kurallarıyla kurulmaya başlamıştır. Kural: “Dövüş kulübünün ilk kuralı dövüş kulübü hakkında konuşmamaktır.”[sy. 46]
Hayat Öpücüğü
Marla Singer, genç adamı sever. Genç adam Tyler Durden’i,Tyler DurdenMarlaSinger’ısever. Gündüzleri yaşadıkları bu ruh halini, geceleri Dövüş Kulübü’nde bedenlerini öldüresiye yorarak yatıştırırlar. Haz duygusundan, öfke nöbetine doğru yol aldıkça Dövüş Kulübü’ne kontrolden çıkmış yeni Frankenstein’lar katılır. Bu durum Tyler için iştah kabartıcıdır. Nitrogliserinler, çamaşır sodaları, nitrik asitlerle yapılan her dinamit onların hayatında yeni bir hayat öpücüğüdür. Tyler’in son derece estetik olan hayal dünyası özgür bir toplum için artık iş görebilir bir hale gelmiştir.
Uykusuzluk anında beyinde uçuşan düşünceler hayata karşı Tyler Durden’ı daha da acımasız hale getirir: “Louvre Müzesini yakmak istemek”[sy. 124], “Mona Lisa ile kıçını silmek” [sy. 124], “Dünyadan tarihi söküp atmak” [sy. 125], “Amazon ormanlarını yakmak istemek” [sy. 123], “Uzaya, klorofuorokarbon gazları pompalayıp ozon tabakasında koca koca delikler açmak” [sy. 124], “Dünyanın dibe vurmasını istemek” [sy. 124], Kargaşa projesinin temel hedeflerini Tyler Durden, medeniyetin derhal tasfiyesi olarak görüyordu. Bu hemen çabucak olmalıydı. “Çünkü” diyordu Tyler, “Kendimi mahvederek ruhumun gerçek gücünü keşfedebilirim.”[sy. 109]
Dövüş Kulübü üyeleri, her kavgadan sonra gittikçe lanetlenmenin görkemini yaşamaya başlarlar. Barbar olamayacak kadar zeki, hayata öfke duyacak kadar da güçlülerdir artık. Hayata öykünmeye, itaat etmeye, başkalarının planlarının içinde küçük bir parça olmaya hiç gerek yoktur. Satır aralarında sloganları, biricik hatta tektir: Haz, insanı öldürür! Acı, insanı güçlü kılar! Dövüş Kulübü üyeleri, hayatın acısını ruhlarında yaşamaktansa, bedenlerinde köreltmeye karar verirler.Bu noktadan itibaren ruhları öfke, yumrukları şiddet kusmaya başlar.
‘Kargaşa Projesi’, hayattadır artık. “Kundaklama Pazartesi’leri toplanır. Saldırı Salı’ları. Tahribat Çarşamba’ları toplanır. Yanlış bilgilendirme ise Perşembe’leri. Örgütlü kaos. Anarşi bürokrasisi…” [sy. 119] Ve hayat, Tyler Durden ve ekibi için ‘Kargaşa Projesi’ olmuştur artık. Her şeyi yok etme hırsı, hayatın önüne geçmeye başladığında, uykusuzluk ve yumruklar insanın coğrafyasını değiştiren şiddeti hayata yayılan bir müzik gibidir!
Kapitalizmin, kişiliksiz planlaması sonucunda hayatın dışında kalanlar mutlaka Tyler Durden gibi o hayatta yanılgıyı içlerindeki isyan duygusu sayesinde keşfetmişlerdir. Artık keşfedilmesi gereken ateşe giden yolun nerede olduğunu bulmaktır. Tyler, “Kaç kuşaktır insanlar nefret ettiği işlerde çalışıyorlar, neden? Gerçekte ihtiyaç duymadıkları şeyleri satın alabilmek için” [sy. 150] dedikten sonra hemen arkasından şunları söylüyor; “Kültüre karşı büyük bir devrim hazırlıyoruz. Büyük buhran bizim hayatlarımız. Biz, ruhani bir buhran geçiriyoruz.” [sy. 150] Evet, kanımca romanın kilit cümlesi bu! Şenlikli bir haz’dan öfke nöbetine dönüşen ‘Kargaşa Projesi’ Tyler Durden tarafından kontrol edilemeyecek noktaya doğru gitmeye başladığında Tyler, kenara çekilip bütün olanları uzaktan bakmak ister. Doğrunun sınırsızlığı, gerçeğin ateş gibi yanan sonsuzluğu ve iddiasının kurbanı olabilen bir kahramanın bilgisine sahiptir artık. TylerDurden, kendi yazdığı bu ölüm operasının en önemli şairidir.
Dövüş Kulübü’ne ait en iyi verileri mitolojilerde bulabiliriz. Mitolojilerdeki kahramanların tamamı güzel, kutsal ve şiirsel olana yakındır. Thanatos ve Eros güzel olana yakındır. Ama, Medusa da güzeldir. Ve kendisine karşı çıkanı taş kılar. Tyler da, Medusa gibidir, hayata doğru akar. Bu akış aynı zaman da çok şiirseldir de. Şüphesiz bu şiirsellik daha mükemmel şekillerle de ifade edilebilir. Ama roman boyunca Tyler’ın bu dünyadan estetik hazzı çok yüksek intikam alma şeklini, Chuck Palahniuk tarafından ölümsüz bir ikon gibi sunulmasını kesinlikle, ‘hayal gücü’nün zaferi olarak görmeliyiz.
Yanıta Açılan Kapı
Heidegger, “Metin hakikatin bir projesidir” der. Bu çıkarsama doğruysa ki doğru olduğuna inanıyorum. Dövüş Kulübü’nün ne olduğu sorusuna yanıt; yanıta açılan kapıdır hatta yanıtın kendisidir. Hiç kimse gerçeği ele geçirme şansına sahip değildir. Yalnızca onu görür ve peşinden koşmaya başlar. Tyler, kapıyı açmaktan öteye geçer. Çünkü bu kokuşmuş hayatın kalbine bir bıçak saplama iddiasını taşır. Dövüş Kulübü, bir hayat projesidir artık. O halde bu kapıyı açmayı başaran, yanıta ulaşacaktır! Kapıyı açma eylemi, her insanın özverisi ve yeteneğine bağlıdır. ‘Kargaşa Projesi’ gerçeğin bir parçası olduğuna göre, gerçeğin kendisini de anlamakla eşdeğerdir. Bir adım daha ileriye giderek şunu söyleyebilirim: Gerçeğin kendisini anlayamaya çabası olmayanın, gerçeğin kendisiyle sorunu olmaz, olamaz. Bu sorunu düşünmeyen bireyin, Dövüş Kulübü’nü anlaması -asla- mümkün olamaz.
Filmle ilgili söyleyebileceğim tek cümleyi zaman zaman tekrar edip dururum; ne diyordu TylerDurden, “Lanet olsun dostum hayatı sevmeme ramak kalmıştı.”
*Biz, Yevgeni Zamyatin, Ayrıntı Yay.,Çev. FusünTülek, say. 180, 1988
** Dövüş Kulübü, Chuck Palahniuk, Ayrıntı Yay.,Çev., Elif Özsayar, sy. 224, 2001