BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Festival

İstanbul Film Festivali ile Ben ve Diğerleri

İstanbulumuzda elan devam etmekte olan, bir haftasını da geride bıraktığımız festivalle ilgili ilk yazımdan iki gün sonra yoğun sessizliğime gömülüp de derin düşüncelere daldığım bir an, Numan Serteli çıkıp gelmez mi..

Numan Serteli

Biraz gergin görünüyordu.. Yanıma oturdu, çoğu zaman yaptığı gibi elini omzuma koydu.. Zorlama olduğunu hemen fark ettiğim bir gülümsemeyi yüzüne yapıştırarak, “N’aber ağbi?” dedi..

Aynı yaşta sayılırdık ama o benden daha genç görünüyordu.. Belli ki kerataya, öteki tarafta iyi bakılıyordu..

Az önceki ‘standart’ sorusuna karşılık olarak, “İyidir adaş.. Senden?” ‘default’ yanıtını vermiş, şimdiye kadar asla nedensiz gerçekleşmemiş ziyaretinin bu defa ki amacını öğrenmek için beklemeye başlamıştım..

Yüzündeki ifade hafiften ciddileşmeye başlayan Paralel Evrendeki Ben (PEB): “N’aptın ağbi sen?” diyerek, yine bir soruyla, yeni bir başlık daha açtı konuşmasına..

Bunlardan bir kaç tane daha vardı bildiğim kadarıyla, ama PEB’ler içinde en sık hatırımı sormaya geleni, ibret verici hoş sohbetiyle uyarıda bulunanı, hep buydu.. Çok severdim ben de kendisini..

Paraleldi maraleldi evrenlerimiz ama arada bir delik falan bulup gelebiliyordu işte ziyaretime..

Bunun nasıl olduğunu merak etmiyor değildim.. Uzun yıllar önce, ilk ve de son kez bunu sorduğumda, işâret parmağını sağa sola sallayarak, “Asla!” demişti.. “Bunu açıkladığım an yok olurum.. Ve sen beni -yâni seni- son kez yanında görmüş olursun”.. “Hâlâ istiyor musun öğrenmek?. Ha?”

Meraklıydım, ancak bensizliği göze alacak kadar da densiz değildim..

(Şimdi hatırladım da, böylesine olağandışı hâdisenin nasıl olup da gerçekleştiğini -bir zamanlar- Landlord‘a da sormuş, ondan aldığım cevap aynen şöyle olmuştu: “Bir şeylerin paralel olması, onların asla kesişmeyeceği anlamına gelmez ki bre Serteli!”. Târifi nâmümkün bir mantığın âdeta dışarıya koyverdiği bu Landlord tezi karşısında diyecek tek laf bulamadığımı, hemen uydurduğum bir bahaneyle, hem kendisinden, hem de bu olayın vuku bulduğu mahalden koşarak uzaklaştığımı hatırladıkça hâlâ içim ürperir.)

Paralel Evrendeki Ben: Bittin Oğlum Sen


PEB, hâlâ yanımda oturuyor, gözünü gözüme dikmiş, bekliyordu.. Bir şeyleri daha kafama vurarak sokmak için hazırlandığı konuşmasını yürütebilme şansının, az önce sarf ettiği, “N’aptın ağbi sen?” sorusuna karşılık olarak vereceğim yeni soruya bağlı olduğunun bilincindeydi..

Onu daha fazla bekletmenin de âlemi yoktu.. İsteğini ikiletmeden sordum: “Ne yapmışım ki oğlum?”

Fırsatı buldu ve patladı: “Daha ne yapacaksın!. Sitesine koyduğu bir eleştiri yazısı için, koskoca Landlord‘u bile aforoz etme cüreti gösterebilmiş bir festivaller ortamından bahsedildiği şu gerilimli günlerde, ilk kez bir festivale kabul edilmiş bir yazarın, daha ilk günlerde yazacağı yazı bu mu olmalı? Ha!.

Yok, Türvak Müzesi’nin sinema perdesinde Karagöz oynuyormuş da.. Yok, ses sistemi şöyleymiş de.. Bilmem ne! Bak buraya yazıyorum.. Sen seneye zor görürsün bir daha akrediteyi filan.”

Sustu bu.. Baya bi rahatlamış görünüyordu..

Valla ne yalan söyleyeyim, bu dedikleri benim hiç aklıma gelmemişti.. Gelse zaten yazar mıydım kardeşim.. Olayın vahametini -benim PEB söyleyince- ancak kavrayabildim.. Bir başkası -ne bileyim- bu işi onlarca yıldır başarıyla yapagelmiş bir sinema yazarı ağbimiz bu konuya değinse anlarım.. En azından lâfı dinlenir, varsa bir problem, o da çözülürdü.. Beni kim ipleyecek allasen!

‘Bu zıpçıktı ve acul hâlim başıma inşallah bir iş açmaz’ duasına, ‘koca festivalin ilgilisi beni mi okuyacak sanki’ iç rahatlamasını ekleyerek, kendimi de, PEB’i de sakinleştirmeye çalıştım..

Nasıl üzüldüğümü, âdeta panik olduğumu gören PEB, bu hususun üzerinde daha fazla durmayarak, “Neyse.. En azından kulağına küpe olmuştur” dedi ve ortadan kayboldu.. Size de selam söyledi desem, valla yalan olur.. Zîra bana bile bi ‘eyvallah’ demedi.. Teres!.

Hemen havaya girmekte üstüme adam tanımam ama yine de, “Bak ben yazdım da düzeltildi n’aber!” densizliğini de yapacak değilim.. Lâkin görünen o ki Türvak’ın sinema salonundaki ses ve görüntü problemlerinin giderek sıfırlandığını -diğer yazar ağbilerimden de onay alarak- bildirmekten, gurur duymaktayım.. (Yazar bu satırlarında Festival yöneticilerine seslenerek, mealen: “Ben ettim, siz etmeyin” demek ister gibidir.. Yazık lan!)

Bir Filmdir İki Filmdir Üç Filmdir Onüç Filmdir


Her gün -aç veya tok karnına fark etmiyor- üç kere ve aralıksız film izlemek, şu yaşlı bünyeme pek iyi gelmedi dostlar.. İsimleri, cisimleri ve olayları birbirlerine karıştırmaya başladım sanki..

Beni iyi tanıyanlar, son günlerde durup dururken saçmaladığımı öne sürmeye başladılar.. Bana hiç inandırıcı gelmedi ama tuvaletteki aynalarla konuştuğumu görenler dahi olmuş..

Basın gösterimlerinde günde iki film izlemeyi ben, vâka-i âdiye olarak bi şekilde tolere edebiliyordum.. Lâkin, azami şartlar altında dahi bir ayda izleyemeyeceğim film sayısına bir haftada ulaşınca, biraz bunalmış olmam normal gibi sanki.. Tabii, bir de -siz inanmasanız dahi- ‘festival filmi’ adı altında kümelenmiş, adama fazladan efor sarf ettiren, zorlayıcı ‘bir güç’ de var yâni..

Ben bu durumu, ziyafet sofrasından yeni kalkmış birini, daha yediklerini sindiremeden alıp, ocakbaşına sürükleyerek, çift porsiyon kebabı ağzına tıkıştırmaya benzetiyorum.. Ki daha sonra aynı adamı -hiç vakit kaybetmeden- bir meyhaneye sokarak, ondan, bol maydanozlu barbunya pilâkiyi kaşıklamasını beklediğinizi de düşünün..

Bunu yapabilecek -belki de dünyada tek- bir kişiyi tanıyorum ama lütfen bana adını söyletmeyin.. Lütfen!..

Konumuzla ilgisi yok ama şunu da hatırlatmadan geçmeyeyim: Ben bir Landlord değilim ve olmayı da asla düşünmüyorum..

Öte yandan, tam da böylesine film bolluğunun olduğu bir ortam arayan nice sinema manyağı, benim bu züppeliğime kızarak, üstüme yürüyebilir ve yeni tanıştığınız benim PEB de, bunu üstüne vazife bilerek, yarın yine damlayabilir.. Ama ne yapayım ki bu da işte benim!.

Ve “Herkesi ve her şeyi kendi zamanında ve ortamında değerlendirir, gereksiz kıyaslamalar yapmazsak eğer, sevinirim.” Diyerek, icâbında kıvırırım..

Bir de şu ‘son dakika’ eklememi okursanız, o kadar da ‘palavra’ biri olmadığımı, belki düşünebilirsiniz..

Bencileyin hassas seyirciye resmen vicdâni cehennemin azâbını yaşatan, PICCO filminin Atlas Sineması’ndaki gösterimi öncesi, bir koltuk arayla aynı sırada oturduğumuz Atilla Dorsay ağbimiz bana doğru uzanarak, “Neredeyse her filmde seni görüyorum.. Festivalde en çok film izleyen sinema yazarlarından biri olmandan dolayı da seni kutluyorum” mealinde konuşunca, pek şaşırdım ve ne diyeceğimi bilemedim.. İçimi dolduran sevinçle karışarak büyüyen gururumun kilitlediği dudaklarımın arasından sadece, “Teşekkür ederim” sözcükleri dökülüverdi..

Sayın Dorsay‘ın bahşettiği onur verici bu unvanı, sadece bana lâyık gördüğünü düşünerek hayallere dalmıştım ki film başladı..

İlginizi çekebilir...

Bir Film Hakkında

Giriş: Bu seride, çeyrek asır önce hayatımıza girerek kimilerimizde derin izler bırakmış ya da hâlâ bazı özellikleri dolayısıyla unutamadığımız ve üzerinde konuştuğumuz filmleri, Türkiye’de vizyona...

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et