BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Labirent, Türkiye’de büyük bir eyleme hazırlanan radikal dinci bir grup ve bu eylemi önlemeye çalışan Türk istihbarat ekibinin öyküsünü yurt dışı istihbarat örgütleriyle ilişkileri ve eyleme hazırlanan örgütün yurtiçi bağlantılarıyla da ilişkilendirerek ele alıyor. Bu ele alış teknik ustalıkla birleştiğinde oldukça keyifli bir seyirlik ortaya çıkıyor.

Bir Film Hakkında

Labirent: Türk sinemasının en iyi polisiye aksiyon filmi

Labirent, Türkiye’de büyük bir eyleme hazırlanan radikal dinci bir grup ve bu eylemi önlemeye çalışan Türk istihbarat ekibinin öyküsünü yurt dışı istihbarat örgütleriyle ilişkileri ve eyleme hazırlanan örgütün yurtiçi bağlantılarıyla da ilişkilendirerek ele alıyor. Bu ele alış teknik ustalıkla birleştiğinde oldukça keyifli bir seyirlik ortaya çıkıyor.

Öncelikle filmin teknik anlamdaki başarısının hakkını teslim edelim. Görsellik ve teknik işçilik açısından değerlendirildiğinde Labirent’in Türk sinemasının en iyi polisiye aksiyon filmi olduğu düşüncesindeyim. Bu bağlamda filmin hiç boşu yok. Etkileyici takip sahneleri, patlama sahnelerindeki başarı, yaralıların makyajına gösterilen özen, yakın dövüş sahnelerindeki inandırıcılık, kalabalık sahnelerin çekimleri, uzak çekimler saygı duyulacak kadar kaliteli… Türk sinemasında polisiye aksiyon türünün teknik anlamda en iyi örneği olduğunu düşündüğümüz filmi tüm sinemaseverlere özellikle tavsiye ediyoruz…

Memet Zencirkıran

Filmin etkileyici görüntü yönetimi ve başarılı teknik işçiliğinin yanında sorunlu yönünü, ‘yerlilik’ olarak tanımlayacağım bu topraklara ait ruh hallerini yansıtmadaki başarısızlığı oluşturuyor. Yıllar önce entelektüel derinliği olan isimlerle Türkiye üzerine yaptığım söyleşilerden oluşan Entelektüel Perspektif isimli bir kitap yayınlamıştım. Çok önemsediğim akademisyenlerden birisi olan Ahmet Turan Alkan’ın kitaptaki söyleşisinin başlığı aslında film analizimin de başlığını oluşturuyor: “Türkiye’de yerlilik kavramının yeniden tedavüle konulması gerekiyor.” Sınırların giderek aşıldığı ve her alanda benzeşmenin giderek arttığı küreselleşme sürecinde sanırım Türkiye’de öne çıkarılması gereken kavramlardan birisini yerlilik oluşturuyor. Bizi diğerlerinden ayrıştıran/farklılaştıran/özgünleştiren insanlık hallerine vurgu yapmak, hiç olmazsa biraz yansıtmak bu noktada önem kazanıyor…

Çoklu karakter ve mekanlar… Azalmayan bir tempo. Başarılı takip ve aksiyon sahneleri… Müthiş bir görüntü yönetimi… Labirent polisiye aksiyon türünün teknik anlamda Türk sinemasındaki en başarılı örneği…

Bu konuya değinmemin sebebi doğrudan filmle ilgili. Film teknik ve görsel açıdan Hollywood standartlarında bir düzeyde. Ama filmin sıkıntısı tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Labirent, polisiye aksiyon türünde uzman bir Hollywood yönetmeni filmi aynı oyuncularla çekse ancak bu şekilde çekebilirdi diyebileceğimiz kadar bir Hollywood aksiyon filminin Türk versiyonu olarak karşımızda duruyor. Filmde bu topraklara ait diyebileceğimiz çok az şey var…

Film 11 Eylül sonrasında dünya sinemasında oldukça aşina olduğumuz bir konuya dayanıyor. Büyük bir eyleme hazırlanan radikal dinci bir grup ve onu yakalamaya çalışan istihbarat ekibinin öyküsü… Hikâyenin farkı olayın Türkiye merkezinde ele alınması. Labirent, Türkiye’de büyük bir eyleme hazırlanan radikal dinci bir grup ve bu eylemi önlemeye çalışan Türk istihbarat ekibinin öyküsünü yurt dışı istihbarat örgütleriyle ilişkileri ve eyleme hazırlanan örgütün yurtiçi bağlantılarıyla da ilişkilendirerek ele alıyor. Bu ele alış teknik ustalıkla birleştiğinde oldukça keyifli bir seyirlik ortaya çıkıyor. Filmin bir başarısının da merak unsurunu filmin sonuna kadar tetikte tutması olduğunu söyleyebiliriz. Bu bağlamda başarılı geçişlerle film kendini sonuna kadar sıkılmadan izlettiriyor…

Teknik ve görsellik mükemmel ama her şey biraz fazla Hollywoodvari olmuş… Bu topraklara ait haleti ruhiye filmde oldukça eksik kalmış…

Filmde görüntü yönetimi oldukça başarılı ve film müthiş bir görselliği içinde barındırıyor. İstanbul, Mardin, Frankfurt, Kuzey Irak’ta geçen sahneler ve bağlantılar etkileyici… Ayrıca Tolga Örnek, bir önceki filmi olan Kaybedenler Kulübü‘nde başarıyla kullandığı ekranı bölme ve her ekranda farkı olayı yansıtma tekniğini bu filmde daha çok öne çıkarıyor ve bu durum filmin görsellik gücünü artırıyor…

Film baştan sona başarılı geçişler ve iyi bir kurguyla aksamadan ilerliyor. Bağlantılar son derece iyi işlenmiş. Bu noktada nazar boncuğu olarak belirteceğimiz birkaç sahneye de değinelim: İstihbarat müdürünün birden hidayete erip bilgi sızdırdığını itiraf etmesi gerçekçi değil ve bununla terörist grubun elinde bulunan Meltem Cumbul’a ulaşılacak bağlantının ortaya çıkması biraz fazla kolaycılığa kaçmak olmuş. Özellikle Mardin’de yaşanan, her taraftan görülen boş bir binanın üst katından çok açık bir şekilde dürbünle izleme sahnesi, Mardin’in çok dar ara sokaklarında Meltem Cumbul’un izlediği grubu neredeyse hemen arkalarından açığa çıkmadan takip ettiği sahne filmin bütünlüğü içerisinde sırıtıyor. Yine terörist grubun kadın üyesinin tam Meltem Cumbul’u vuracağı anda Timuçin Esen’in olay yerine yetişmesi ve kadını öldürmesi Amerikan aksiyon filmlerinde bolca karşılaştığımız bir klişeyi oluşturuyor. Bu kadar özenli çekilmiş bir filmde bu sahnelerin sırıttığını söyleyelim.

Gönül Yarası‘ndan sonra bir kez daha birlikteler… Timuçin Esen her daim mesafeli, Meltem Cumbul iki filmdeki iki farklı tiplemede de oldukça başarılı… İkilinin kimyasının da uyuştuğunu söylemeden geçmeyelim…

Filmle ilgili birkaç noktaya dikkat çekmek gerekiyor. Hayatlarını görevlerine ve ülkelerine adamış istihbarat ekip üyelerinden herhangi birisinin ölümünün gazetede küçük bir başsağlığı mesajıyla ve sahte bir şirket ismi adı altında duyurulması, herhangi bir kamu görevlisinin hizmet ettiği ölçüde fonksiyonel olduğu, işi bittikten sonra da bir ilan kadar değer gördüğünü sonrasında ise unutulup gittiğini yansıtması açısından trajik bir durumu oluşturuyor. Bu durumun gerçekliği ise insanın daha da fazla canını sıkıyor… Filmde önemli rol oynayan bazı karakterlerin ölümü filmin duygusal etkisini artırıyor… Filmde başarılı bir müzik kullanımı olduğunu da ifade edelim.

Oyunculuk anlamında filmi değerlendirirsek bütün oyuncuları başarılı bulduğumuzu söylemeliyiz. Aksayan bir taraf yok gibi. Yan karakterlerin hepsi de filmin kendilerinden beklediği mesafeli oyunculukta iyi bir performans sergiliyor: Sarp Akaya, Rıza Kocaoğlu, Umut Kurt, Melike Güner ve özellikle de Ozan Bilen ve Altan Gördüm rollerini başarıyla yerine getiriyorlar… Filmin başrollerini paylaşan Timuçin Esen ve Meltem Cumbul’un beyazperdede kimyalarının tuttuğunu düşünüyoruz. Star ışığı taşıdığını düşündüğümüz her iki oyuncuyu da beyazperdede daha sık görmeyi dilediğimizi bu noktada belirtelim…

Bütün oyuncuların kendilerinden beklenilenleri yerine getirdiğini düşünmekle birlikte bu noktada senaryonun sorunlu olduğunu düşünüyoruz. Oyunculuk açısından filmin sorununun filmde yerlilik hallerinin bulunmaması olduğunu söyleyebiliriz. Filmdeki oyuncu karakterlerinin bir Amerikan istihbarat ekibinin ülke değiştirmiş versiyonunu yansıttığını belirtmeliyiz. İstihbarat ekibinde hiç olmazsa filmin birkaç yerinde bu topraklara ait bir espri, mimik, hareket, bir duygu, bir sataşma, beklentisi gerçekleşmiyor. Meltem Cumbul’un aşık olduğu adama sarılma, ölüm karşısındaki duygusunun bile bir batı rasyonalizmi çerçevesinde belirli bir mesafeden yansıtıldığını düşünüyoruz…

Konuyu biraz daha açalım. Meltem Cumbul ve Timuçin esen Gönül Yarası filminde de birlikte rol almışlardı. Gönül Yarası filminde ikilinin ilişkisindeki açmazlar ve çıkışsızlıkların yanında, sadece ve sadece Meltem Cumbul’un söylediği “etek sarı” türküsü ve o sahnede yansıtılan çaresizlik bile bu coğrafyaya, bu coğrafyanın insanlarının haleti ruhiyesine ait derin izler taşıyordu. Türkü sahnesinden sonraki ikilinin ölümü sinemaseverin zihinlerinde unutulmaz bir etki bırakmıştı. Aynı ikilinin başrollerini paylaştığı o filmin izleyiciye geçen bir duygusu ve ruhu vardı… Bu bağlamda Labirent filminde teknik açıdan her şey kusursuz ama film bu topraklara ait ruhu yansıtmıyor… Keyifle izleniyor ama sinema çıkışında on dakika sonra akılda bile kalmıyor… Bizce filmin temel sorununu müthiş bir görselliğe ve teknik ustalığa sahip olmasına rağmen, bu coğrafyaya ait duygusal derinliği ve insanlık hallerini ıskalaması oluşturuyor…

Son dönem Türk sinemasında bütçe ve oyuncu yönetiminde yaşanılan sıkıntı nedeniyle minimal bir tarzın hakimiyeti görülüyor. Labirent çok sayıda bazıları oldukça kalabalık oyuncu içeren sahneye sahip ve bu sahneleri büyük bir başarıyla, hiç aksamadan gerçekleştiriyor… Bu yönüyle övgüyü de hak ediyor.

Tolga Örnek, Kaybedenler Kulübü‘nde yetkin bir kamera kullanımı, sahne geçişlerindeki ve bağlantılarındaki kuvvetli görsellik, başarılı oyuncu yönetimiyle dikkat çekmişti. Labirent‘te bu özelliklerine hızlı takip, başarılı aksiyon, zorlu patlama sahneleri ve yaralı halleri yansıtmada inandırıcılığı da eklemiş durumda. Labirent filmiyle büyük bütçeli, kalabalık kadrolu, hız ve aksiyona dayalı sinema anlayışında Türk sinemasında diğer yönetmenlerin çok önüne geçmiş durumda… Tolga Örnek, son iki filmde ulaştığı görsel ve teknik ustalığı bu topraklara ait hikayeler ve insanlık halleriyle, yerlilik olgusuyla bütünleştirebilirse “yerelden evrensele uzanan” hikayelerle unutulmaz filmlere imzasını atabilir… Örnek’in teknik ustalığa ulaştığı son döneminde yüzünü biraz daha fazla bu topraklara dönmesi gerektiğini belirtelim…

Labirent

[xrr rating=4/5]

Yönetmen: Tolga Örnek

Senaryo: Tolga Örnek

Oyuncular: Meltem Cumbul, Timuçin Esen, Sarp Akkaya

Yapım: 2011 / Türkiye / 123 dk.

 

İlginizi çekebilir...

Vizyon

Alex Garland bize, çok da olası görünmeyen bir iç savaş filmi sunarken aslında zeminini sağlam bir temele oturtuyor.

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et