Dar Alanda Kısa Paslaşmalar, -ki yazının bu noktasından itibaren DAKP şeklinde, yani serbest düşünce pratisyenleri tarafından alternatif yerlere çekilebilir bir kısaltmayla anılacaktır – gösterime çıktığı 2000 yılında konuyla ilgili yazı yazmamı gerektirecek bir durum olmadığından (yazacak yerim yokmuş yani), tarafımdan yalnızca keyif için seyredildi.
Ege Görgün (Landlord)
Yani bu yazıyı yazmak için filmi tekrar seyretmem gerekti. Hafızama gayet iyi bir film olarak kazınan DAKP’ın, beni bu kez hayal kırıklığına uğratması da mümkündü. Aradan yıllar geçmişti ne de olsa. Ben değişmiştim, o aynı kalmıştı. Bu beni korkutuyordu çünkü zaten Türk sinemasından 20-30 senedir doğru dürüst çok fazla film çıkmamıştı, bunun üstüne bir fire daha verilsin istemiyordum.
Korktuğum olmadı, DAKP öncekinden önemli olan ikinci basamak sınavını, ilkinden daha yüksek bir puan alarak bitirdi. DAKP benim için Serdar Akar’ın hala en güzel filmi. En iyi film payesini ise Gemide ile paylaşıyorlar.
Serdar Akar filmografisinin aydınlık yüzüne baktığımızda onun küçük mekanlara sıkışmış hikayeleri beyazperdeye taşımak konusunda ne kadar iyi olduğunu görüyoruz. İşin sırrı ise elbette hikayesinin oluştuğu o minyatür coğrafyanın insanlarını, jargonunu, duygularını, ihtiraslarını iyi bilmesi ya da iyi gözlem yapıp öğrenmesi. Gemide, Barda (en azından ikinci bölümünde) ve DAKP’nin sinema seyircisinin aklında ya da gönlünde yer etmesinin ardında bu yatıyor işte. Bunun tam tersi de geçerli ama. Akar, habitatına hakim olamadığı hikayeleri anlatma peşine düştüğünde tökezliyor. Bkz. Barda’nın ilk yarısı ve Maruf.
DAKP’nin ne kadar iyi bir film olduğunu anlamak için filmden akılda kalan replikleri ve diyalogları sıralamak bile yeter aslında. Keşke yerimiz olsa da yapabilsek. Hadi, yalnızca ikisiyle yetinelim. “Hayat futbola fena halde benzer!” Ve karşılıksız bir aşkı anlatmak için kullanılan “Kapalı dükkana kira ödemişiz işte.” Bu ve buna benzer minik metinler senaryo yazmak için her masaya oturduğunuzda değil, yıllar süren bir sürecin ardından, o da musluktan boşalırcasına değil, prostatı iflas etmiş bir ihtiyarın küçük abdesti gibi aralıklı ve sıkıntılı gelir. DAKP’ninki böyle demlenmiş bir metin işte.
DAKP’nin hikayesi yalnızca karakterlerinin söylediklerinden ibaret değil elbette. Yaşayan, yaşanıldığına ikna eden, karakterlerinin tümüne empati kurduran, ağlatan, güldüren; küçük bir kasabadaki küçük insanların küçük hayatlarını ve küçük futbol takımlarını anlatan küçücük bir hikaye. Oyunculuklarla (özellikle Erkan Can, İsmail İncekara, Sezai Aydın, Kemal Kocatürk), Akar’ın anlatım becerisiyle ve araya katılan sürprizlerle büyüyen bir hikaye. Küçük coğrafyasına rağmen evrensel ve ölmez bir hikaye.
İşte o evrenselliğin yakalandığı en güzel an: Filmin sonunda, cenaze namazıyla gömülen Hacı’nın aslında Ermeni olduğu ortaya çıkar. “Bari, o zaman akşamki mevlüdü iptal edelim” der biri. Fırıncı Hamdi, “Etme,” der. “Hepimiz aynı yere gitmeyecek miyiz. Ha bu yoldan, ha o yoldan.” Serdar Akar ta 2000 yılında atmıştır “Hepimiz Ermeniyiz” sloganını. Onunkisi oraya buraya çekilemeyecek kadar da nettir üstelik.
DAKP’dan her seyirci keyif alabilir ama çok keyif almanın ne yazık ki bir şartı var: Futbolu sevmek. Çünkü Rafet El Roman tarafından canlandırılan santrfor Serkan’ın bir maçta topu rakibinin üstünden aşırtmasının, abartılı bir sahne değil de aslında John Houston’un Zafere Kaçış (Victory) filminde Ardiles tarafından yapılan harekete saygı duruşu olduğunu ancak futbola en az sinema kadar gönül verenler fark edebilirler. Bunu herkesin fark etmediğini fark etmeleriyle de keyifleri katlanır tabi.
Bir maçta Esnafspor’un karşısına çıkan takımın oyuncuları arasında yer alan Tanju, Metin Tekin, Rıdvan, Rıza Çalımbay, Ali Gültiken gibi ünlü oyuncuları belki futbolla çok ilgili olmayanlar da fark edebilir. Ama orada asıl keyif veren maçı yöneten hakemin, ektirdiği saçlarla modifiye olan Sadık Deda 4.0 olmasıdır. Ve filmde verdiği anlamsız penaltının hikayeden çok, kendisinin zamanında çok takımın canını yakarak kazandığı “Penaltıcı Deda” lakabını yad etmeye, yani futbol nostaljisine hizmet ettiğinin farkına varabilmektir.
Bana sorarsınız, DAKP Serdar Akar’ın amatör futbol ruhuna yani hakiki futbola vedasıdır. Futbolun meta ve rant kaynağı haline geldiği günümüzde, futbolun, takım olmanın gerçekte ne anlama geldiğini hatırlatan, ama o günlerin artık bir daha gelmemek üzere sona erdiğinin altını çizmektir Akar’ın amacı.
Filmin “en” finalinde toprak sahadan çim sahaya geçilmiştir artık. Eski takımdan bir tek Serkan profesyonel olmuştur. Ama belli ki futbol ona eski tadı vermemektedir. Mahalleden geçerken maç yapan çocukların topuyla oynamaya başlar. Bunu gören eski arkadaşları hemen meydana doluşur. Mesaj açıktır: Hakiki futbol para için değil, gönül için, forma için, arkadaşlık için, hatta mahallenin kızları seyrettiği için oynanandır.
Filmin futbolla bu kadar iç içe geçmiş olması bizim için değil ama kendisi için hayırlı olmadı tabi. Kadınlara hitap etmeyen DAKP istediği seyirci sayısına ulaşamadı. Film için, teknik anlamda en iyi yakalayabilmek adına bir milyon dolar harcanmıştı. Bu yüksek maliyet gönüllerin şampiyonu Akar’ın resmiyette küme düşmesine sebebiyet verdi.
Kötü zamanda, iyi filmler yaptı diyebiliriz Akar için. DAKP geçtiğimiz üç sene içinde vizyona girse çok daha ilgi görür, parasını çıkarırdı.
DAKP kimilerince dönemin siyasi politik atmosferini yeterince yansıtamamakla eleştirilmişti. Öyle ya 12 Eylül sonrasında geçen bir filmde, yönetmen nasıl siyaset yapmaz, nasıl yalnızca bol bol asker göstermekle yetinirdi. Yazımın başlığı bu eleştiriler konusundaki hissiyatımı anlatmak için biraz da. Akar’ın hikayesinde 12 Eylül sonrası travmaların pek yeri yok. Futbola gönül vermiş, kendi küçük dünyalarında sıkışıp kalmış, dışarıya kapalı apolitik bir topluluğun hikayesini anlatıyor Akar. Askerler de yalnızca bir nevi saat vazifesi görüp, bizi zamandan haberdar ediyorlar ki, bence bu yeterli.
Mahallenin en güzel abilerinin hikayesini anlatan DAKP ile ilgili bir yazıyı, kendi “mahallelerinin” en güzel abilerinden olan iki ismi anarak bitirmek en iyisi. Bu satırların yazılmasından kısa bir süre önce hayatını kaybeden ve DAKP’de yükün çoğunu çeken Savaş Dinçel ve kısacık rolüne bile müthiş bir performans, etki, gerçeklik duygusu sığdırmayı başaran Tuncer Necmioğlu’dan söz ediyoruz. Mekanları, nereyi isterlerse orası olsun!
Not: Bu yazının bir kısmı SİYAD’ın hazırladığı 40 Yılın Serüveni – Sinema Yazarlarının Seçtiği En İyi Filmler kitabında yer almıştır.
Dar Alanda Kısa Paslaşmalar
Yönetmen: Serdar Akar
Oynayanlar: Müjde Ar, Savaş Dinçel, Rafet El Roman, Erkan Can, Şahnaz Çakıralp, Uğur Polat,Tuncer Necmioğlu, Sezai Aydın, Bülent İnal, Müşfik Kenter