Bu yazının ilk bölümünü okumak için tıklayın.
II. Dünya Savaşı’nın hızını aldığı 1941’in Geçiş Dönemi yönetmenleri mecburen sessiz kalıyorlardı. Ham film sıkıntısının yaşandığı o yıl yalnızca bir yerli film gösterime çıkıyor ve bu da gelenekçi sinemasından ödün vermeyen Muhsin Ertuğrul’un filmi Kahveci Güzeli’ydi.
Ege Görgün (Landlord)
1942 yılında ilginç bir yönetmen çıkar karşımıza. Üç film birden çeken bu yönetmen Çekoslavak asıllı bir revü oyuncusu olan Adolf Körner’den başkası değildir. Giovanni Scognamillo’nun deyişiyle “sinemadan tümüyle habersiz ve sinemacılarımızdaki Batı tutkusunun bir sonucu olarak” sinemamıza eklemlenen bu yönetmen çektiği filmlerden biri Reşat Nuri Güntekin’in Halkevi sahneleri için yazdığı Hülleci adlı oyunundan uyarlanan Duvaksız Gelin, diğeri ise Mahmut Yesari’nin Bernard Shaw’ın Pygmalion adlı tiyatro oyunundan uyarladığı Sürtük’ün sinema uyarlamasıdır.
Nijat Özon’un Türk Sineması Kronolojisi 1895 – 1986 adlı kitabında “Güldürü” sınıfına aldığı bu iki film tiyatro geleneğinin hala bir hayalet gibi sinemamızın üstünde dolaştığının kanıtıdır. Aslen bir sahne şovmeni olan fırsatçı Körner’in sinemadan bihaber olduğuna Faruk Kenç de katılır:
“O kadar berbat bir film (Duvaksız Gelin) çekti ki sansür reddetti. Çünkü adamın sinemayla hiç ilgisi olmamış. Ama Yahudi akıllı. Ben daha önce film çektim diyor. Oysa ben daha ilk sahnede anladım çekmediğini.”
Medeni Kanun’dan önce toplumda hala kabul gören hülle geleneğinin kişilerin hayatında doğurduğu olumsuz sonuçların güldürüsü olan filmde Naşit Özcan kocakarı rolündeydi. Bu filmdeki başarılı performansının beyazperdeye yansımış halini görmeye ne yazık ki ömrü vefa etmeyecekti.
Kimilerine göre “eskinin adetlerini hatırlattığı için” sansür kurulundan geçemeyen ve 3 sezon boyunca yasaklı olan Duvaksız Gelin gibi, Sürtük de planlandığı tarihte gösterime giremiyordu ama bu kez sorun sansür kurulu değil, aynı dönemde gösterime çıkan Pygmalion, Türkçe adıyla Bir Kadın Yarattım filmiydi. Aynı eserden uyarlanmış olmalarından doğacak rekabet ortamında ayakta kalmasının imkanı olmadığı için Sürtük bir sonraki sezona ertelenir.
1943’te iki, 1944’te ise tek bir film gösterime çıkar. Ertuğrul, Ferdi Tayfur’la birlikte çektiği Nasrettin Hoca Düğünde filmiyle artık tamamiyle sinemadan uzaklaşıp ortaya adeta bir gazino gösterisini andıran bir revü filmi ortaya koyarken, Faruk Kenç Dertli Pınar ile seyircisinin karşısına çıkmıştır. Dönemin ünlü tiyatrocusu Hazım Körmükçü’nün Hoca’yı canlandırdığı Nasrettin Hoca Düğünde hocanın fıkralarının canlandırıldığı müzikli, revülü bir gösteriydi. Burhan Felek’in senaryosunu yazdığı filmin çekim süreci oldukça sancılı geçmişti. Ham film sıkıntısı yüzünden ertelemelere, bir de başrol oyuncusu Hazım Körmükçü’nün rahatsızlanarak hastaneye kaldırılması eklenmişti.
Filmi, bu zor şartlarda kendi meşrebince eklemeler yaparak tamamlayan Ferdi Tayfur olmuştu. Körmükçü filmin bitmiş halinden o kadar rahatsız olmuştu ki, işi mahkemeye kadar taşımıştı. Senaryo konusunda da ihtilaf vardı. Felek ve filmin yapımcısı İpekçiler hikayenin fıkralara dayandırılmasını isterken, Ertuğrul buna karşı çıkıyor ve tek bir hikayeye yoğunlaşılması gerektiğini söylüyordu. Sonunda yapımcının isteği oldu elbette. Bu gelişme Ertuğrul’un şevkini iyice kıracak, filmin çekimlerine verilen aranın ardından geri dönmemesine yol açacaktı.
Tayfur bu yarım kalmış filmi ancak işin içine Sadettin Kaynak, Müzeyyen Senar gibi ses sanatçılarının yanı sıra, Naşit ve Asım Baba gibi tuluatçıları, Zati Sungur gibi ünlü bir sihirbazı ve caz dansçılarını katıp, ortaya bir ‘İpek Film Melodi’ çıkararak tamamlayacaktı. (Burada gönderme yapılan The Broadway Melody olmalı. 1929 tarihli bu müzikal komedi Oscar kazanan ilk sesli film olmuştu.) Bununla da yetinilmeyecek kurguda 1933 tarihli Düğün Gecesi (Kanlı Nigar), Karagözün Şairliği ve Şeytanın Kardeşleri (The Devil’s Brother – 1933) gibi başka filmlerden parçalar da eklenecekti. Film 30 Eylül 1943’te gösterime girdiğinde olayların tamamen bir sünnet düğününde geçtiği görülür. Ne ararsanız vardır filmde. Kaynak’ın idaresindeki saz heyetinden nağmeler, Senar’dan şarkılar, Körmükçü’de Karagöz gölge tiyatrosu, Laurel ile Hardy parodileri, Sungur’dan ilüzyon numaraları ve revü. Sinema adına ise ortada pek bir şey yoktu. Seyirci de bunu fark etmiş olmalıydı ki film gişede aradığını bulamadı.
1944’ün bir diğer önemli ayrıntısı Türk sinemasında yepyeni bir yönetmenin Deniz Kızı adını taşıyan ilk filmiye seyirciye merhaba demesiydi. Bu isim Fransa’da çeşitli filmlerin setinde farklı görevler üstlendikten sonra Türkiye’ye dönen Baha Gelenbevi’dir.
1945 ve 1946 yıllarında dörder film gösterime çıkar. Köy melodramlarının artış gösterdiği gözlenen bu dönemde hiç komedi filmi yoktur. Türk sinemaseverler bu dönemde izledikleri İtalyan Yeni Gerçekçi sinemasının örnekleriyleriyle, Alfred Hitchcock’un gerilimleriyle, John Ford’un kovboy vesternleriyle; Billy Wilder filmleriyle beğeni çıtalarını yükseltmeye başlarlar. 1946 yılınuın sinema adına çok önemli gelişmesi de yapım şirketlerinin sayısının artmasıdır. Ankara Film, Sema Film, Birlik Film, Erman Film, Şark Film, Duru Film gibi şirketlerin kurulması, İpek Film’in yeniden faaliyete başlaması, Atlas Film Stüdyosu’nun açılması 1947’de gösterime çıkan film sayısının 11’e çıkmasıyla sonuçlanmıştır.
1947’de gösterime çıkan filmlerden yalnızca iki tanesi tanesi komedi filmidir. Sinemayı Muhsin Ertuğrul’un yanında öğrenen ve şeklen ustasını takip eden Ferdi Tayfur’un ilk filmi Senede Bir Gün’ün ardından Kerim’in Çilesi’yla bir komediye yönelmesi hiç de şaşırtıcı değildir. Laurel ve Hardi’nin Türkçe seslendirmelerini yapan ve bu iki karakteri olduğu gibi Arşak Palabıyıkyan (Groucho Marx), Balıkçı Osman gibi ünlü tipleri seslendirirken sergilediği üstün başarıyla bu ünlü komiklerin ülkemizde çok sevilmesini sağlayan Tayfur, aynı zamanda bir meddahtı çünkü. İpek Film’in yapımcısı olduğu ve Kerim’le Selim adlı ikiz kardeşlerin güldürüsü olan bu düşük bütçeli ve bol müzikli filmde iki rolde birden oynayan Tayfur’un filminin nispeten başarılı olması belki de sinemaseverlerin Türk komedisine olan açlıklarının da bir tezahürüydü. Bu filmi pekala sonraki yıllarda çok moda olacak ve açıkça Laurel ve Hardi’den esinlenecek – her ne kadar tek oyuncu söz konusu olsa da – “komik çift” geleneğine bir girizgah şeklinde de okuayabiliriz. Ne yazık ki Tayfur istikbal vaadetse de yönetmenliği uzun süre devam ettirmeyecekti.
Diğer film ise Mısır sinemasının kurucularından olan, ancak Türkiye’de pulp-fiction romanlar yazıp, filmler çeken Vedat Örfi Bengü’ye aittir. Uzan Yakar, Mehmet Karaca, Toto Karaca ve Halide Pişkin’in dışında, kadrosunda Şevki Şakrak, Küçük İsmail Efendi, Kavuklu Hamdi Efendi, Komik Naşit Efendi (Özcan) gibi zamanın ünlü ortaoyuncuları ve tuluatçılarıyla aynı sahneyi paylaşmış olan İsmail Dümbüllü’nün parladığı bu müzikli güldürü Kılıbıklar adını taşımaktadır.
İsmail Dümbüllü ertesi yıl Şadan Kamil’in Dümbüllü Macera Peşinde filminde bir marka, daha da önemlisi bir “tip” olarak çıkacaktır karşımıza.
“Öyle sanıyorum ki, bizde halka dönük komdi janrında, ilk filmi Dümbüllü İsmail Efendi çevirmiştir. Onun beyaz perdede sahnedekinden ayrı bir sinema tipi yaşattığı söylenebilir. Orta oyunu ve Tuluâttaki serbest oyun alışkanlığına rağmen, kumandalı ve sınırlı oyun tarzına da kolayca intibak etmekte gösterdiği zeka ve feraset Dümbüllü İsmail’in gerçek sanatçı tabiatının ve kişiliğinin bir görünüşüdür. O, tuhaflıklar ve komik laflar etmekte gösterdiği ustalığı, m,m,k ve hareketlerinde de göstermekte gerçekten usta bir sanatçıydı. Sihirli Define adındaki filmde sevgilisinin yanındaki iri kurt köpeğinin sivri dişlerini göstererek hırlaması karşısındaki hali, yine aynı filmde bir su kenarında suyun aynasına akseden ağaçtaki kızın gölgesini birden görünce takındığı tavır ve yüz mimikleri onun büyük bir komedi sanatçısı olduğunu gösterdiği kadar, aynı zamanda engin bir ruh deprentisine de sahip olduğunu göstermektedir. Korkuyu bu derece komikleştiren bir benzerinin daha, kolayca geleceğini sanmıyorum.”
( Sadi Yaver Ataman – Dümbüllü İsmail Efendi kitabından)
Agah Özgüç ise Türlerle Türk Sineması adlı kitabında Dümbüllü’yü şöyle tarif eder.
“Naşit Özcan’ın tiyatro sahnelerindeki yaşamı yavaş yavaş dönemini kapamaya başladığı günlerde İsmail Dümbüllü adı gündeme gelir. Dümbüllü de Özcan gibi tuluat oyuncusuydu. Genel bir görüşe göre Dümbüllü ‘ortaoyununun son temsilcisi’ydi. Sahnede olduğu gibi 1940’lı yılların sonlarında sinemada bir ‘halk komiği’ tanımlamasıyla yıldızlaşmıştı. Dümbüllü’ye, sinema aracılığıyla, seyirciyle bütünleşen ve en yaygın biçimde halka inip ‘yıldızlaşan ilk güldürü sanatçımız’ demek herhalde yanlış olmaz.”
İsmail Dümbüllü de halkla olan ilişkisini şöyle anlatır:
“Halk benim velinimetim. Senelerce milletime, memleketime, halkıma hizmet aşkı ile yaşadım. Hoş vakit geçirtmek için çalıştım, didindim. Tiyatro gişesin para verip de içeri gire her seyirci, bizim velinimetimizdir. İlk işimiz sahneye çıkınca onları selamlamaktır.”
(Dümbüllü İsmail Efendi kitabından)
Dümbüllü bir geleneğin takipçisi olsa da, sinemada kendinden sonra da sürecek Cilalı İbo, Turist Ömer, İnek Şaban, Recep İvedik derken günümüze kadar gelecek “tipleme güldürüsü serileri” geleneğini başlatmış olur böylece. Fikir olarak olmasa da, ürün olarak Türk sinemasında yakalanmış ilk “orijinallik”, ilk markalaşmadır belki de bu.
İsmail Dümbüllü’nün eşi Feriha Hanım’ın şu söyledikleri ise bir star olmuş Dümbüllü’nün nasıl bir mazbut yaşam sürdüğüne dalâlet:
“Ekseri filmlerinde öpüşme sahneleri çok olurdu. Hele hiç unutmam, 1950-1952 yıllarında Ne Sihirdir, ne Keramet adlı bir filminde başrolü Lili Zamor adında bir Yunan artistiyle paylaşıyordu. Filmin bir sahnesi Maltepe plajında geçiyor. Tabi bütün çıplak kadınlarla beraber, aralarında İsmail Bey, rol icabı Lili Zamor’a aşık oluyordu. Film, sonuna kadar öpüşmekle geçiyordu. İsmail Bey’e: ‘Öper gibi yapacaksın, elini ağzına götüreceksin’ diye tenbih ettim. Rejisöre de öpüşme sahnelerini böyle yaptırmasını yoksa filmi bozacağımı söyledim. Buna rağmen filmin gala gecesinde kıskançlıktan baygınlıklar geçirdim.”
(Dümbüllü İsmail Efendi kitabından)
Filmin yönetmeni Şadan Kamil ise Ha-Ka Film için 1943’te Alman filmi Diel Letzte Kompagne’den (Son Birlik -1930) aparttığı On Üç Savaşçı’yı ve 1946’da Toros Çocuğu’nu çekmişti. Gelecekte de edebiyat uyarlamalarının yanı sıra bazı komedi filmleri çekecekti. Dümbüllü Macera Peşinde bu komedi filmlerinin ilki ve 1948’in ise üç komedi filminden biriydi. Diğer iki film Vedat Örfi Bengü’nün Keloğlan’ı, diğeriyse Çetin Karamanbey’in yönettiği Kanlı Taşlar idi. Bir motor gezisinde işlenen cinayetin güldürüsü olan Kanlı Taşlar’da Nevin Aypar, Vahi Öz Feridun Çölgeçen, Reşit Erkül ve Ümit Deniz rol alıyordu. Keloğlan’ın kadrosunda ise Suzan Yakar Rutkay, Mehmet Karaca ve yine İsmail Dümbüllü vardı.
Türk sinemasında film sayısının yanı sıra çeşitliliğin de artışına yol açacak çok önemli bir gelişme yaşanır 1948’de. Yerli Film Yapanlar Cemiyeti hükümetle yaptığı görüşmelerden nihayet olumlu bir sonuç alıyor ve yerli filmlerden alınan belediye eğlence vergisinde ciddi bir indirim yaptırılıyordu. 1948 yılında kabul edilen Belediye Gelirleri Kanunu’nda eğlence vergisini olarak yerli filmlerin gayrisafi hasılatının %25’i alınırken, bu oranın yabancı fimlerde %70 olacağına hükmedilir. Yapılan bu indirimin olumlu sonuçları her geçen yıl daha da artarak hissedilecekti. Sayısı hızla artan yapım şirketleriyle 1916-1944 arasında 1,46 olan yıllık film sayısı ortalaması, 1945-1959 tarihleri arasında 41,46’ya yükselecekti.
1949 yılında mizahı ve taşlamayı eserlerinden eksik etmeyen Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın cahillik ve kültür ikilemini yansıttığı, safsatalar ve hurafeler ile dalga geçtiği bir eserinden uyarlanmış olması sebebiyle komedi olduğunu kabul edebileceğimiz Efsuncu Baba filmi yılın tek komedisiydi. Aydın G. Arakon’un yönettiği filmde büyücülerin sözüne kanıp define peşine düşen bir babayla, kızının ve ona aşık olan Ermeni gencinin hikayesi anlatılıyordu. Filmin başrollerinde Müfit Kiper, Necdet Mahfi Ayral, Nubar Terziyan, Jeyan Mahfi Tözüm yer alıyordu.
Köylülere yönelik popülist politakalar benimseyen Demokrat Parti’nin iktidara geldiği 1950 yılında bir önceki yıldan iki fazla film çekilir Türk Sineması’nda. Ancak 14 farklı yönetmenin elinden çıkan 22 filmin içinde karşımıza salt güldürmeyi amaçlayan bir film çıkmaz.
Aynı yıl gösterime çıkan Mehmet Muhtar’ın Turgut Demirağ’ın senaryosundan filme çektiği bol müzikli, şarkılı, revülü İstanbul Geceleri konusu ve oyuncuları itibariyle komedi unsurları taşıdığı izlenimi verir. İki taşralı hacı ağanın geldikleri İstanbul’da yaşadıklarını konu alan filmde Vahi Öz, Ziya Keskiner ve Sadri Alışık gibi isimler rol alır. İstanbul Geceleri yine sonraki yıllarda kullnımı artacak olan bir başka güldürü klişesi olan ilk kullanması açısından önemlidir. “Köyden şehire inen vatandaş” klişesinin buradaki kullanımın altında belki de biraz Demokrat Parti’yle özdeşleşen vatandaş tipini hicvetmek vardır.
“1950’ler Türkiye’de devlet eliyle yaratılan burjuva sınıfının da devletten bağımsız olarak siyasi çizgisini savunmaya ve devletin modernist, ‘devletçi-seçkinleri’nin tersi bir politikayla, kendilerini sahneye çıkardıkları yıllardır. Demokrat Parti’yi destekleyen bu sermayederler, daha çok Anadolu’da tarımsal üretimden palazlanıp büyük kentlerde sanayiye atılan zümrelerdir.”
(Gecekondu Sineması – Engin Yıldız – Hayalet Kitap)
Komedi unsurları taşıyan diğer bir film de geçiş döneminde verdiği ürünlere rağmen bu döneme dahil edilemeyen Lütfi Akad’ın, Ekrem Reşit Rey’in yazdığı, Cemal Reşit Rey’in bestelediği aynı adlı operetten sinemaya uyarladığı Lüküs Hayat’tır. Eser tiyatro sahnesinde ilk olarak 1933 yılında sergilenmiştir. Türk toplumunun Batı ile yüzleşmesi ve bu çerçevede yaşanan gülünçlükleri sahneye taşıyan oyun, soymak için girdikleri zengin evinde kendilerini bir kıyafet balosunun ortasında bulan iki hırsızın hikayesini konu alır. “Sosyal içerikli” filmlerin hikayeci yönetmeni Akad bu kez dönem sinemasının ve eserin orijinaline uygun olarak bol revülü bir uyarlama yapmıştır.
Nijat Özon bu yılla ilgili olarak “tiyatrocuların ağırlıkta olduğu son yıl” notunu almıştır. Bu yılın ardından komedi filmlerinde bir artış gözlemliyoruz. Bu güldürüler tiplemelere ve doğaçlamalara dayanan Slapstick tarzı modası geçmiş Amerikan komedilerine öykünürler. Sinemasal nitelikleri düşüktür belki ama Türk filmlerinin popülerleşmesinde, sektörün finansal açıdan güçlenmesinde önemli payları olmuştur. Seyircinin Türk filmlerine ilgi göstermeye başlaması yeni yapım şirketlerinin açılmasına yol açar. Seyirci çekme kapasitesi yüzünden tipleme güldürüleri Yeşilçam döneminde de yaygın olmaya devam edecektir.
10 yeni film yapım şirketinin açıldığı, ithalatçı Lale filmin yerli film yapmaya başladığı 1951’de sinemayı Lütfi Akad’ın yanında öğrenen yönetmen Semih Evin iki komedi filmiyle birden çıkar seyircinin karşısına. İkisi de İsmail Dümbüllü filmleridir. Filmlerden ilki olan ve saklı defineyi bulmayı kafaya koyan iki sarsak kafadarın başlarına gelenleri anlatan Sihirli Define’de ünlü tuluatçıya Rasih Ertuğ, Zeki Alpan, Feridun Çölgeçen, Orhan Erdinç ve Nurhan Nur eşlik eder. Alphan ve Erdinç dönemin tanınmış komedyenlerindendir. Diğer film ise Dümbüllü’nün Nasreddin Hoca tarzı tarihi bir kişilik olan Kayserili İncili Çavuş’u canlandırdığı İncili Çavuş’tur.
Yılmaz Atadeniz’in ağabeyi Orhan Atadeniz’in çektiği Ali ile Veli, Esat Özgül’ün çektiği Ne Sihirdir ne Keramet; Muhsin Ertuğrul’un renkli çekilen kısa öykülü filmi Evli mi Bekar mı? diğer komedi filmleridir. İki güldürü klişesinin – komik ikili ve köyden şehre inenler – bir araya getirildiği Ali ile Veli’de köyden gelen iki kafadarın büyük şehirde başına gelenlerle dalga geçilir. Filmde Aziz Basmacı, Tamer Balcı, Suat Sim ve Luiza Nor rol alır.
1951 yapımı olan ama gösterim yılı net olmayan Evli mi Bekar mı?’da tanıdık isimlerin rol aldığı görülür: Münir Özkul, Fikret Hakan ve Heyecan Başaran.
İsmail Dümbüllü’nün başrolde olduğu Ne Sihirdir ne Keramet? filminin diğer oyuncuları arasında Müzeyyen Senar, Rasih Ertuğ ve Luiza Nor vardır. Yönetmenin bu ilk filminde çalıştığı kumpanyadan kovulunca evlilik planları suya düşen komedyenin hikayesini anlatılır.
11 yeni yapımevinin açıldığı 1952 yılında komedi filmlerindeki artış dikkati çeker. Özgüç’ün kayıtlarına göre 56 film için motor denildiği bu yılda gösterime çıkan komedi filmlerinde yönetmen koltuğunda tecrübesiz genç yönetmenleri görürüz. Bu da az masrafla ve kısa sürede çekilen bu filmlerin salt ticari düşüncelerle, yapımcıların ciro olarak kendilerine garanti altına almak adına çekildiklerine dair bir ipucudur. Dümbüllü, Seyfi Havaeri’nin yönettiği Dümbüllü Sporcu filmiyle yine sinemada kendi markasını ortaya koymaktadır.
Atıf Yılmaz iki filmle sinemaya yönetmen olarak giriş yaparken adeta bir film kendi (Kanlı Feryat), diğerini yapımcı için (İki Kafadar Deliler Pansiyonunda) çekiyordu. Bir genç kızdan dans dersi alan iki kafadarın komik hikayesini anlatan ikinci filmde Settar Körmükçü, Temel Karamahmut ve Luiza Nor oynuyordu.
Çetin Karamanbey’in Memiş ile İbiş Anaforcular Kralı adlı filmi de o yılların tutulan basit komedi anlayışından ayrılmaz. Bir miras komedisi olan filmin diğerlerinden ayrılan tarafı Neriman Köksal ve Muzaffer Tema isimli iki parlak oyuncusudur. Bu yıl gösterime çıkan diğer filmler ise şunlardır. Faruk Kenç’in asistanlığından gelen Mehmet Muhtar’ın İstanbul Yıldızları; Orhan Atadeniz’in Tarzan İstanbul’da; ortaoyuncu Zeki Alpan’ın hem yönetip hem oynadığı İstanbul Havası ve Yıldızlar Revüsü; yine bu yılda iki komediyle birden arz-ı endam eden Semih Evin’in Zoraki Kahraman ve Şaban Çingeneler Arasında ve son olarak Mehmet Çubukçu’nun İstanbul Geceleri.
Yapımevlerinin sayısının artışı 1953’te de devam eder. Çekimine başlanan film sayısında önceki yıla oranla %25lik bir düşüş yaşanmasına rağmen (42) Komedi filmlerindeki artış ise “patlama” denilebilecek bir düzeye erişir. Vahi Öz’ün hem yönetip hem oynadığı Kan Kardeşler ve Süt Kardeşler; Esat Özgül’ün muhtemelen önceki filminden artırdığı malzemelerle kotardığı ve Dümbüllü’nün güreş minderlerinden güzellik yarışmalarına dek uzanan yeni güldürüsü (Vur Patlasın Çal Oynasın!); Şadan Kamil’in Vasfi Rıza Zobu ve Münir Özkul’dan Lourel Hardi yaratmaya çalıştığı Edi ile Büdü ile Edi İle Büdü Tiyatro’da filmleri; Seyfi Havaeri’nin Salih Tozan, Toto Karaca ve Atıf Kaptan’lı güldürüsü Eğlence Bülbülleri; Orhan Erçin’in Çeto Salak Milyoner; Zeki Alpan komedisi Hoşgör Boşver Aldırma; Şinasi Özonuk’un Çifte Kavrulmuş’u; Mehmet Muhtar’ın Osman ve Mehdi Zıt komik ikilisine rol verdiği Zıt Kardeşler Polis Hafiyesi ve Arşavir Alyanak’ın uçan bir halı ile çeşitli ülkeleri dolaşan Marx Biraderler benzeri ekibin maceralarını konu alan Üç Baba Torik filmleri sayıca fazla da olsalar, dönemin komedilerine yeni bir yaklaşım getirmezler. Tiplemelere ve senaryodan çok tuluata dayanan; ortaoyunu geleneğinin Amerikan Slipstick komediyle birleştirildiği ticari yapımlardır hepsi. O yıl ilk kez yapılan Türk Film Dostları Film Şenliği’nde bu filmlerden hiçbirinin seçilen beş “iyi film” arasına girmemesi şaşırtıcı değildir. Zaten Türk sinemasında bir eleştirel beğeni kriterinin ilk kez oluşmaya başladığı yıllardır biraz da. Günlük gazetelerde filmlerle ilgili yazılar, eleştiriler boy göstermektedir bir süredir.
1954 yılında gerek çekimine başlanan, gerekse vizyona çıkan film sayısında artış gözlenir. 15 yeni film yapım şirketinin daha açıldığı bu yılın ilginç gelişmesi Lütfi Akad’ın piyasa şartlarının gereklerine uyup yıllardır kulanılan – ve kullanılmaya da devam edecek – “iki kafadar” klişesine dayanan bir basit güldürü filmi çekmesiydi. Filmin oyuncu kadrosunda Neriman Köksal, Bülent Oran, Settar Körmükçü ve Feridun Çölgeçen gibi isimler vardı. (Çalsın Sazlar, Oynasın Kızlar)
Diğer ilginç bir olay aynı yıl içinde iki Nasreddin Hoca filmi çekilmesiydi. Faruk Kenç’in yönettiği Nasreddin Hoca ve Timurlenk’te Hoca’yı İsmail Dümbüllü canlandırıyordu. Hoca’nın çekiştiği belalı kadıyı ise Zeki Alpan oynuyordu. Talat Artemel’in çektiği Nasreddin Hoca filminde ise Hoca’nın ünlü fıkraları beyazperdeye taşınıyordu.
O yıl gösterime çıkan komedi filmlerinde bir doğu ve batı rekabeti vardı adeta. Bir yanda Nasreddin Hoca ve Karagöz’lü filmler, diğer yanda Muharrem Gürses’in yönettiği Şarlo İstanbul’da ve Dümbüllü Tarzan filmleri. Yapımcılar Hollywood’un dünyaya tanıttığı iki ünlü tip Şarlo ve Tarzan “reklam amaçlı” malzemeler olarak sömürmekten geri durmuyorlardı.
Semih Evin’in yönettiği Şaban Karmanın Koyunu; Renan Fosforoğlu’nun yönettiği Kokulu Film ve Esat Özgül’ün yönettiğ Bayram Gecesi yılın diğer komedi filmleriydi.
1955 yılında Memduh Ün’ün sinemaya girmesiyle Lütfi Akad, Atıf Yılmaz Batıbeki, Metin Erksan gibi sinemacı yönetmenlerin sayısı artmış oluyordu. Memduh Ün, Orhan Elmas’ın senaryosunu yazdığı Öp Babanın Elini adlı güldürüsüyle peşin peşin piyasaya diyetini ödüyordu. Bu yıl gösterime giren Sihirli Boru (Orhan A. Arıburnu), Renan Fosforoğlu’nun Lokum Sultan’ı; İhsan Sedat’ın yönettiği Basmacı Güzeli; İhsan Noyan’ın Ağam Eğleniyor; Orhan Erçin’in Çeto Sihirbaz ve Kadının Fendi adlı filmler yılın diğer güldürüleri idi. 1955’i takip eden yıllarda basit güldürülerin dönemi bir süreliğine kapanıyordu. Bu yılın ardından çekilen film sayısı her yıl aratacak, ancak 90’ları aşan sayıdaki filmlerin çoğu şarkılı melodramlar, ve roman uyarlamaları olacaktı. Melodrama kayışta Zeki Müren gibi ünlü şarkıcıların sinemaya geçmesi de etkili olmuştu.