Alice’in psikolojik savaşı bu. Kırmızı Kraliçe, yani Alice’in ilkel benliği bahçedeki beyaz gülleri kırmızıya boyatıyor. Bu noktada yine renk sembolizmi bize yardımcı oluyor; beyaz, yani masumiyet kırmızıya, yani şehvete dönüşüyor. Yani Alice artık masum olmak istemiyor. Büyüse de seks yapsa!
Lewis Carroll denince akla ilk olarak ne gelir? 1865 senesinde yazdığı Alice Harikalar Diyarında isimli romanı gelir elbette! Her ne kadar literatüre baktığımızda Alice’in hikayesi bir çocuk hikayesi olarak anılsa da, olaya Sevgili Sigmund Freud‘un gözünden baktığımızda Alice o kadar da masum bir kızcağız değildir. Zaten işin içine Freud girdiğinde hangimiz masum kalabilmişiz ki? Sen mesela, eğer bir erkeksen Freud’a göre cinselliğe attığın ilk adımı, anneni arzulayarak atmışsındır. Eğer bir kadınsan, küçük bir bebekken psikoseksüel gelişiminin başlangıcında babanın, evet evet öz babanın çok büyük bir rolü vardır.
Psikoanalitik kuramların babası olan Freud’u arkana alıp çocuklar için yazılmış, en az çocuklar kadar masummuş gibi görünen eserlere bir göz attığında olayın rengi toz pembeden ateşli kırmızıya doğru yol alabiliyor. 100 Yıl Uyuyan Güzel‘in dikiş dikerken parmağına batırdığı iğneye erkeğin cinsel organı gözüyle bakmayı denemiş miydin hiç? Peki o iğnenin prensesimizin parmağına battıktan sonra kanatmasını “bekaretin bozulması” olarak değerlendirmek aklına gelir miydi? Peki ya Rapunzel‘in içine kapatıldığı ince uzun kule tam olarak penisin, yani erkek himayesinin ta kendisiyse ve masallar çok küçük yaşlardaki çocukların kafasına sübliminal, cinsiyetçi ve ataerkil bir takım “kurallar”ı enjekte etmek için yazılmışsa? Kırmızı Başlıklı Kız’ın kırmızı giyinmesinin altında libidodan başka bir şey yatmıyor abiler! İşte bir aşağıdaki paragraftan itibaren sizlere Harikalar Diyarı’nda fink atan Alice’imizin gerçek yüzünü göstereceğim.
“Git git, gelme aklıma!”
İlk olarak Freud’un rüyalara yaklaşımından bahsetmek istiyorum, zira kendisinin fikirlerine göre insanoğlu gerçek hayatında bastırdığı, yok saymaya çalıştı her türlü düşüncesini rüyalarına konu edinerek su yüzüne çıkarmaktadır. Şöyle söyleyelim, gün içinde düşünmemeye çalıştığın, bilinçaltının ve bilinçdışının sen farkında olmadan “Git git, gelme aklıma!” şeklinde kovaladığı düşüncelerin ve fikirlerinin hepsi rüyalarına yansıyor! O rüyaları görmezsen psikolojin onca bastırılmış düşünceyi kaldıramaz. O rüyalar senin beynini boşaltıyor! Alice Harikalar Diyarında romanını okumuş ya da izlemiş olanlar bilirler, hikaye Alice’in dere kenarında ablasıyla otururken uyuklamaya başlamasıyla canlanıyor. Yani Harikalar Diyarı baştan sona Alice’in bastırdığı duygularını ve düşüncelerini temsil ediyor. Harikalar Diyarı bir rüya, Alice’in rüyası. Şaşırtıcı olansa şu; Alice’in bastırdığı düşünce tam olarak “Artık büyüsem de seks yapabilsem”!
Bu noktada küçük biyografik bir bilgi ile Alice’in derdinin neden bu olduğunu vurgulamakta fayda var; romanın yazarı Carroll pedofili. Halk diliyle “sübyancı”. Alice isimli ergen bir kızcağız var Carroll’ın mahallesinde, yani Alice gerçekten gerçek! Carroll bu hikayeyi onun bilinçaltına sızmak amacıyla yazmış. E başarılı bir yazar olmak da kolay değil tabii, sonrasında iş kontrolünden çıkmış ve Alice Harikalar Diyarında romanı gelecek yüzyıllara kadar sıçramış!
“Artık büyüsem..”
Sigmund diyorki, rüyalarda tepelerden aşağı düşmek, deliklere girmek çıkmak direkt olarak “cinsel ilişki”yi temsil ediyor. Ne kadar da şaşırtıcı ki Alice’in hikayesi de tavşan deliğinden içeri düşüşü ile başlıyor! Tavşan deliğinin sonuna ulaştığında karşısına çıkan, üzerine “Beni ye” notu düşülmüş kek parçası, “İç beni” etiketi ile oracıkta bekleyen içki şişesi de Alice’in “Artık büyüsem..” düşüncesine hizmet ediyor. Çünkü Alice gündelik hayatında annesinden, babasından ya da ablasından gelen uyarılara veya emirlere uymak zorunda. Rüyasında ise emirlerin sahibi yok, o emirlere uyup uymamak tamamiyle kendi tercihine kalmış bir durum. Tıpkı bir yetişkin gibi. Evet, Alice tam olarak bunu hayal ediyor; sonuçlarına kendi katlanacağı kendi kararlarının olmasını.. Peki neler oluyor o kekten bir parça alınca? Alice’in vücudu büyüyor, büyüyor, kocaman oluyor. Tıpkı bir yetişkin gibi! Alice ne yapıyor? Ağlıyor, ağlıyor, korkuyor. Tıpkı ergenliğinde vücudu değişikliğe uğradığında panik olan çocuklar gibi. Alice üzerinde “İç beni” yazan ne olduğu belirsiz şişeden bir yudum alınca küçülerek normale dönüyor ya hani. Bu fiziksel değişim de tam olarak erkek cinsel organının cinsel ilişki esnasında ve sonrasında uğradığı değişiklikleri temsil ediyor. Aslına bakarsanız o dönemlerde romanını yazarı da migren ile savaşıyor ve sağlık koşullarını normale döndürmek için LSD kullandığına dair çok çeşitli söylentiler mevcut biyografisinde. Sizce Alice’in içtiği şey tam olarak ne olabilir? Çok daha fazlası var.
Bu büyüme-küçülme mevzusundan hemen sonra Alice’imizin anahtarlar ve kilitler ile imtihanı başlıyor. Alice’in elinde bir anahtar var, bir sürü de kapı var, fakat anahtarın hangi kapının kilidine uyduğu belirsiz. Deniyor, deniyor, zaman zaman anahtar küçük geliyor deliğe, zaman zaman çok büyük! Bu anahtar – kilit mevzusu da Freud’un gözünden bakılınca fallik olguları, yani cinsel organları temsil ediyor. Doğru penis ile doğru vajina buluştuğunda kapı yemyeşil bir diyara açılıyor; doğaya, verimliliğe, yani “kadının cinsel ilişki sonrasındaki doğurganlığına”. Renk sembolizminin edebiyattaki yerine baktığımızda yeşil verimliliktir, türlerin devamlılığını temsil eder. Harikalar Diyarı’nın yemyeşil olması ne büyük bir tesadüf öyle değil mi? Carroll’un bu sahneyi süslemek amacıyla parafraüfların arasına iliştirdiği şiire bakıldığında “Küçük balıkları içinde buyur eden minik timsah” tan bahsedilmesi de Alice’nin halet-i ruhiyesini gözler önüne seriyor bence. Küçük bir kız çocuğuna hızla hareket eder sperm topluluğunu göstersen muhtemelen “suda yüzen balıklar” olarak yorumlardı.
Alice’in psikolojik savaşı
Freud’un psikoanalitik kuramının en önemli teorilerinden biri de “id, ego ve süperego” kavramlarıdır. Kısaca açıklamak gerekirse id, senin ilkel düşüncelerin; süperego senin id’ine müdahele eden sosyal düzelticin; ego ise toplum içinde nasıl davrandığındır. Örnek ile açıklamak gerekirse, derste karnın acıkır, acıkmak ilkel ve evrensel bir davranıştır. Fakat süperegon devreye girerek sana “Manyak mısın derste yemek yiyemezsin!” şeklinde uyarıda bulunur ve egon ders arasını bekler.. Harikalar Diyarı’nda da aynı hiyerarşi söz konusu. Etrafına sürekli dehşet saçan, emirler savuran Kırmızı Kraliçe, Alice’in id’ini temsil ediyor. Şiddet Alice’in kanında var. Dolayısıyla rüyasında da önemli rollerden birinde yer alıyor. Araya renk sembolizmini bir kere daha sokmam gerekirse KIRMIZI KRALİÇE tam olarak şiddeti, şehveti ve uyarıcı hisleri temsil ediyor. Alice’in süperegosu ise Şapkacı. Çünkü hem Alice’e Harikalar Diyarı’na (topluma) adapte olması için sürekli uyarılarda bulunurken, hem de Kırmızı Kraliçe’yi alt etme derdinde Şapkacı. Beyaz Kraliçe ise tam olarak Alice’in egosu, yani id’ini bastırdıktan sonra oluşturduğu meleksi, bebeksi dokunuşu temsil ediyor. Hikaye boyunca hepsi birbiriyle mücadele ediyor, yani bu Alice’in psikolojik savaşı. Kırmızı Kraliçe, yani Alice’in ilkel benliği bahçedeki beyaz gülleri kırmızıya boyatıyor. Bu noktada yine renk sembolizmi bize yardımcı oluyor; beyaz, yani masumiyet kırmızıya, yani şehvete dönüşüyor. Yani Alice artık masum olmak istemiyor. Büyüse de seks yapsa!
Hikayenin sonlarına doğru toplumun çeşitli kesimlerinden bir takım insanlar Alice’i suçluyor, suçluyor ki bu da Alice’in cinsel arzularının gerçek hayatta nasıl karşılanacağını betimliyor; ve sonunda Alice uykusundan uyanarak ablasıyla konuşmaya başlıyor. Alice ablasına rüyasını anlatıyor, Freud rüyalarımızın başkalarına anlattığımız, yani hatırladığımız kısmını manifest (yani apaçık) içerik, hatırlamadığımız, yani bastırdığımız kısmını ise latent (yani örtülü) içerik olarak tanımlıyor. Alice’in ablasına rüyasının apaçık kısmını anlattığında aldığı tepki de manidar; ablası gülümseyerek “Ha ha, Alice. Sen küçük sevimli bir kızsın ve büyüdüğünde bile bir yanın hep çocuk kalacak” deyiveriyor. İşte bu da benim ne denli haklı olduğumu gösteriyor; en başında da dediğim gibi. Alice gündelik hayatında küçük bir kız çocuğu muamelesi görüyor ve bastırdığı düşüncesi bunun tam aksini istemesi. Hikayemiz ablanın ironik söylemi ile sona eriyor. Keşke abla örtülü içeriği bir bilse!
Gülümseyin ona..
Tüm bunlardan sonra kafanızda Freud ve bana dair “Ulan siz ne tür sapıklarsınız böyle!” düşüncesi oluşmuş olabilir. Fakat masallar, çizgi filmler ve çocuk şiirleri göründüğü kadar pamuk değiller. Bana göre aklı fikri libidoya çalışan Freud bile onlardan daha masum. Ve Alice, eğer rüyanızın yolu Harikalar Diyarı’na düşer de orada ona rastlarsanız hiç düşünmeyin, gülümseyin ona. Eminim karşılığını fazlasıyla alacaksınız!