BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Yann Samuell, ilk olarak 2003’te Cesaretin Var Mı Aşka? (Jeux d'enfants, 2003) ile seyirci karşısına çıkmış, hayli de beğeni toplamıştı. Yönetmenin ikinci filmi Hırçın Kız (My Sassy Girl, 2008) ise Güney Kore yapımı Yeopgijeogin geunyeo (2001)’nun vasat bir yeniden çevrimiydi. Buna rağmen yönetmen ilk iki filmiyle kendine has bir sinema dili oluşturmayı başarmıştı. Aşk, aşkın içerdiği şiddet ve sonrasında gelişen tepkiler üzerine kurulu bu yapı, yönetmenin Filmekimi’ndeki son filmi Aşka Fırsat Ver’de de kısmen mevcut. Lakin bu sefer biraz daha optimist bir çizgide ilerlemeyi seçmiş ve finali absürd bir şekilde Afrika’daki mahrumiyet gerçekliğine bağlamaya çalışmış.

Ercan Dalkılıç

Filmekimi’nden seçmeler: Aşka Fırsat Ver (L’âge de raison)

Yann Samuell, ilk olarak 2003’te Cesaretin Var Mı Aşka? (Jeux d’enfants, 2003) ile seyirci karşısına çıkmış, hayli de beğeni toplamıştı. Yönetmenin ikinci filmi Hırçın Kız (My Sassy Girl, 2008) ise Güney Kore yapımı Yeopgijeogin geunyeo (2001)’nun vasat bir yeniden çevrimiydi. Buna rağmen yönetmen ilk iki filmiyle kendine has bir sinema dili oluşturmayı başarmıştı. Aşk, aşkın içerdiği şiddet ve sonrasında gelişen tepkiler üzerine kurulu bu yapı, yönetmenin Filmekimi’ndeki son filmi Aşka Fırsat Ver’de de kısmen mevcut. Lakin bu sefer biraz daha optimist bir çizgide ilerlemeyi seçmiş ve finali absürd bir şekilde Afrika’daki mahrumiyet gerçekliğine bağlamaya çalışmış.

Yann Samuell, ilk olarak 2003’te Cesaretin Var Mı Aşka? (Jeux d’enfants, 2003) ile seyirci karşısına çıkmış, hayli de beğeni toplamıştı. Yönetmenin ikinci filmi Hırçın Kız (My Sassy Girl, 2008) ise Güney Kore yapımı Yeopgijeogin geunyeo (2001)’nun vasat bir yeniden çevrimiydi. Buna rağmen yönetmen ilk iki filmiyle kendine has bir sinema dili oluşturmayı başarmıştı. Aşk, aşkın içerdiği şiddet ve sonrasında gelişen tepkiler üzerine kurulu bu yapı, yönetmenin Filmekimi’ndeki son filmi Aşka Fırsat Ver’de de kısmen mevcut. Lakin bu sefer biraz daha optimist bir çizgide ilerlemeyi seçmiş ve finali absürd bir şekilde Afrika’daki mahrumiyet gerçekliğine bağlamaya çalışmış.

Ercan Dalkılıç

Sophie Marceau’nin canlandırdığı eksen karakterimiz Margaret, Jean-Pierre Jeunet’in Amélie’sinin iş kadını olmuş versiyonu, idealist biri. Çekmecesine tarihin güçlü kadınlarının resimlerini doldurmuş, ihtiyacı olduğunda (mesela bir ihale görüşmesi öncesi) bu resimlere bakıp güç topluyor. Resimlere bakma fırsatı yoksa da isimlerini sayıklıyor: Prenses Diana, Rahibe Theresa, Virginia Woolf…

Gerçek ismi “papatya” anlamına gelen Marguerite’i, taşra kökenini gizlemek ve iş dünyasında iticilikten kurtulmak için değiştirmiş. Ama geçmişten tamamen kurtulmayı başaramıyor. Margaret’ın yedi yaşındayken gelecekte kendine teslim edilmek üzere mektuplar emanet ettiği noter kapısını çalıyor. Bu mektuplar gelmeye başlayınca, Margaret eriştiği statü ile çocukluğunda kurduğu hayaller arasında bocalamaya başlıyor, kendini sorguluyor ve soluğu çocukluğunu yaşadığı kasabada alıyor…

Aslında Margaret’in iki seçeneği var; ya kapitalizmin o duygusuz sert kadını olacak ve ihaleleri birer birer kazanacak, yahut taşrada mütevazı ama mutlu bir yaşama başlayacak. Bu iki yolda da bir erkek var tabii; birincisinde geleceği parlak olan bir iş adamı; diğerinde Margaret’in çocukluk aşkı olan bir kuyu kazıcısı, Philibert. Margaret, neyi seçiyor dersiniz? Tabii ki sisteme eklemlenmiş, ruhunu satıp kazanç elde eden adamı. Margaret’in yaşadığı dilemmadan çıkışı da oldukça ilginç: Kendini sistem dışında bir yere konumlamak yerine, o ofis aleminden çıkıp şirketin Afrika’daki çalışma sahasında görevlendirilmeyi yeğliyor. (Üstelik çocukluk aşkını da yanına işçi olarak alıyor. Çok bunalmış hanım kızımız anlaşılan. Philibert de nasıl bir adamsa, “Benim gibi bir yaratığa paran yetmez,” diyen çocukluk aşkının –galiba hala da seviyor- emri altında çalışabiliyor.)

Filmin söylemi böylece ortaya çıkıyor: Tek yol kapitalizmdir. Sistemin ürettiği açlık-susuzluğu da biz çözeriz. Devrim gibi çocukluk romantizmini bırakıp önce çalışalım, sonra sevişelim. Eğer mutluluğu ve böylesi bir kadınla birlikte olmak istiyorsanız bu çizgiler dahilinde yaşayın.

Samuell’in hikâyesini alternatif bir gerçeklik düzleminde anlatması daha makul olurdu sanki. Filmin biçimle de desteklenmiş masalsı bir atmosferi var zaten. Gelgelelim, yönetmen hikâyeye Afrika’daki açlık motifini katınca, iş şirazesinden çıkmış görünüyor. Hayır, iletmek istediğini daha usturuplu verebilse, farklı bir yol seçse belki bu mesajlar için daha olumlu bakabilirdik Aşka Fırsat Ver’e. Bu haliyle, kapitalizmle barış içinde yaşamamızı salık veren bir film var karşımızda kısacası. Yalnız bir yanıyla da, kendini iyi hisset sinemasında devasa bir iş başarmış da olabilir Samuell. Çünkü bu zamana kadar kimse kapitalizmle iyi hissi yan yana koymayı, aynı potada eritmeyi başaramamıştı -böyle bir şeye teşebbüs eden oldu mu ki, anımsamıyorum.

Bu sarsak söylem haricinde, Aşka Fırsat Ver için orta karar bir kendini iyi hisset filmi diyebiliriz rahatlıkla. Bu türdeki örneklerin tipik özelliklerinden; renkli kutular (Cesaretin Var Mı Aşka? ve Amélie), mektuplar, küçük sürprizler vs yine bolca mevcut. Kitsch’e yakın görüntü çalışması da gayet iyi. Dediğim gibi, en azından kendi sinema dilinden pek uzaklaşmamış yönetmen, hiç yoktan yeğdir.

Aşka Fırsat Ver
L’âge de raison
Yönetmen: Yann Samuell
Senaryo: Yann Samuell
Oyuncular: Sophie Marceau, Marton Csokas, Michel Duchaussoy, Jonathan Zaccaï
Yapım: 2010, Fransa / Belçika, 97 dk.

İlginizi çekebilir...

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et