BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Tanju Baran

Ödlekler Cesurdur: Dunkirk

William Saroyan’ın Birinci Dünya Savaşı’nı cephe yerine Kaliforniya’da, annesinin yatağının altında geçiren Kristofor Ağbadaşyan’ın savaştan kaçış öyküsünü anlattığı Ödlekler’in son cümlesinde dediği gibi “ödlekler cesurdur” ve zor olan ödlek olmaktır. Savaş bitince adı Kristofor Yatakaltı’na çıkan kahramanımıza üzülerek “Şüphesiz o bir ödlek; ama bir erkek, ödlek olabilmek için çok daha fazla cesur olmalı.” diyen ihtiyar Şulavari Başmanyan’ın,“Günahkâr bir hayat bile eninde sonunda bir hayattır ve ölmekten iyidir.” diyen Arşaluys’un veya “Ödlekler iyidirler, bir kuleden insanların üzerine ateş açmayı asla düşünmezler. Yaşamayı arzularlar, böylece de çocuk sahibi olacak kadar uzun yaşayabilirler.” diyerek yaşama taraf olan Saroyan’ın sözlerinde sonraki dünya savaşının en büyük kaçış öykülerinden Dunkirk’i ve onu anlatan Christopher Nolan’ın son filmini görmek mümkün. Dunkirk; 500 bin Rus’un öldüğü Stalingrad ve 250 bin Osmanlı’nın öldüğü Çanakkale gibi “kahramanlık” öykülerinin aksine; Kristofor Ağbadaşyan gibi yatak altında saklanmadığına pişman 400 bin Britanyalının dehşet sahilinden eve kaçışının öyküsü, korkaklığın destanıdır.

Dunkirk, sıra dışı ve alışılmadık bir kahramanlık öyküsünün sıra dışı ve alışılmadık filmi; ne bildiğimiz gibi kahramanlar ne bildiğimiz gibi hikâye anlatımı ne de kanıksadığımız vahşet var. Kopan uzuv, etrafa sıçrayan kan, vatan için kendini feda eden kişiler yerine bitmeyen gerilim, ölümle burun buruna olan ama bir türlü ölemeyen insanlar var. Nolan’ın gözünden Dunkirk’e bakınca yaşamak için “sıraya kaynak yapan”, başkalarını bottan iten, ölülerin künyesini çalan ödleklere hak vermemek, hayata doğru attıkları adımları desteklememek “sinema koltuğuna rağmen” imkânsız. Görünmez bir düşman karşısında görüp de erişemedikleri evlerine dönmeye çalışırken suda yanan, ateşte boğulan gençlerin şehadetine herhangi bir yücelik atfetmeyen Nolan, geride altmış bin araç, yüz binlerce silah, yüzlerce uçak ve onlarca gemi bırakarak Britanya’ya kaçan 338 bin 226 kişinin yaşama tutunuşunu kutsuyor. Belki, Nazi propaganda dergisi Der Adler’de sıcağı sıcağına belirtildiği gibi orada bulunan İngiliz ve Fransızlar hayatlarının geri kalanında Dunkirk’te yaşadıklarını asla unutmadılar ama bunun sebebinin, Nazilerin iddiaların aksine, yenilgi olmadığı –Nolan, bir çuval inciri berbat etmeyi göze alarak koyduğu final sahnesinde bunun “yenilgi bile olmadığını” vurguluyor- “kısa ve uzun vadede” anlaşıldı ve Dunkirk filminden sonra da kolay kolay unutulmayacağa benziyor.

Kaçmak için savaşması gerekenlerin öyküsü üzerinden yeni bir şey anlatmadan da yeni bir şey anlatılabileceğini ispatlayan Nolan, uzun zamandır tanık olmadığımız bir dehşetin içine sürüklüyor bizleri. Başka türlü bir kahramanlık öyküsünün başka türlü filminde, “oyunu onun kurallarıyla oynayanlar” için tatmin dışında bir seçenek yok; varsın olsun, Fransızlar Dunkirk tahliyesi için kendini feda eden yüz bin insanının ölümüne atfedilmeyin kutsiyetin hesabını sorsunlar, Ruslar korkaklığa övgü diye dalga geçsinler. Varsın olsun, dosyayı kapatırken gerekçeye “hafıza kaybı” yazmak isteyen görevliye “ödlek” yazmasını telkin eden Kristofor gibi korkaklığıyla barışıklar, bir ülkü uğruna ölmek yerine çocuklarının büyüdüğünü görmek isteyenler ve kendileri gibi olanlar “kahraman” kabul edilmesin.  Varsın Nolan’ın demek istediğiyle de bizim anladığımız farklı olsun, ne çıkar…

İlginizi çekebilir...

Vizyon

Alex Garland bize, çok da olası görünmeyen bir iç savaş filmi sunarken aslında zeminini sağlam bir temele oturtuyor.

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et