BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Ülkemizde ilk sinema eleştirisi 1918 yılının genç tiyatrocusu Muhsin Ertuğrul tarafından, kendisinden daha genç bir yönetmenin, Sedat Simavi’nin ilk filmi Pençe (1917) için yapılır. Ertuğrul, Berlin’de edindiği sinema bilgilerinin ışığında “Temaşa” adlı tiyatro dergisinde zehir zemberek bir yazı yazar.

Dosya

Yeni başlayanlar için sinemada eleştiri (2): Türkiye’de eleştiri geleneği başlıyor

Ülkemizde ilk sinema eleştirisi 1918 yılının genç tiyatrocusu Muhsin Ertuğrul tarafından, kendisinden daha genç bir yönetmenin, Sedat Simavi’nin ilk filmi Pençe (1917) için yapılır. Ertuğrul, Berlin’de edindiği sinema bilgilerinin ışığında “Temaşa” adlı tiyatro dergisinde zehir zemberek bir yazı yazar.

Geçtiğimiz günlerde kuramsal niteliği ve tarihsel başlangıcına dair genel bir giriş yaptığımız yazı dizimiz; Türkiye’de sinema eleştirisinin doğum yıllarından 80’lere uzanan serüvenine mercek tutmaya çalıştığımız ikinci bölüm ile devam ediyor.

 Tuncer Çetinkaya

Ülkemizde ilk sinema eleştirisi 1918 yılının genç tiyatrocusu Muhsin Ertuğrul tarafından, kendisinden daha genç bir yönetmenin, Sedat Simavi’nin ilk filmi Pençe (1917) için yapılır. Ertuğrul, Berlin’de edindiği sinema bilgilerinin ışığında “Temaşa” adlı tiyatro dergisinde zehir zemberek bir yazı yazar. Türk sinema tarihinin ilk film eleştirisinde şunlar yazılıdır:

“… Pençe namıyla ortaya atılan o saçma sapan şeylerin birbirine eklenmesinden mütehassıl şerit, memleketimizde yalnız sanayi-i nefise müntesiplerini değil, her Türk’ü utandırmıştı. Herkes, pek bi-gane, olumsuz bu sanata karşı, biraz daha az bala-pervaz olmamızı haysiyet-i milliye namına temenni ediyordu…”

1919 yılının Haziran ayında Muhsin Ertuğrul Almanya’da bulunmaktadır. Bu nedenle “Temaşa”nın “mutalaat”ı “İ.G.” imzasını kullanan İ. Galip (Arcan) tarafından kaleme alınmıştır. İ. Galip Arcan, Ahmet Fehim Efendi’nin Mürebbiye adlı filmini eleştirmiş ve yapılan çalışmayı olumlu bir adım olarak ele almıştır.

Aslında II. Meşrutiyet’in ilanıyla sağlanan kısmi özgürlük ortamında sinemaya dair faaliyetlerde hissedilir bir hızlanma olmuştur. Bu dönemden I. Dünya Savaşı’na kadar geçen süreçte art arda açılan sinema salonları (Pathe’, Eclair, Oryantal, Cine-Theatre, Santral, Oryanto’ Gaumont, Lion, Sine-Palas, Majik, Milli ve Ali Efendi Sineması) ve yapılan film gösterileri, sinema yayınlarının ortaya çıkmasını kaçınılmaz kılmıştır.

Bu süreçte gündeme gelen sinema dergilerin ilki olan ve 5 Şubat 1914’te yayınlanmaya başlayan “Sinema”, A. Cemil tarafından idare edilmekte ve Osmanlıca yayınlanmaktadır. Hikmet Nazım’ın çıkardığı “Sinema Postası” ve Mehmet Rauf’ça hazırlanan “Sinema Yıldızı” ise 1923 ve 24 yıllarında yayına başlarlar. Dergilerin ortak özelliği -doğal olarak- kapsamlı bir eleştiri içermemeleri ve daha çok filmlerin uzun konu özetlerine yer vermeleridir.

Bu çalışmalar devam ederken bu defa 1922 yılında “Dergah Dergisi”nde sinema eleştirilerine yer verilmeye başlanır. Devrin ünlü edebiyat dergisi olan Dergah’taki sinema eleştirilerini, editörü Mustafa Nihat Özön yazmaktadır. Aynı yıllarda, Burhan Felek’in de sinema yazıları yazdığını, Fikret Adil’den öğreniyoruz. Bir süre sonra 1929 yılında Sabiha Zekeriya “Sinema Gazetesi”ni yayınlayarak bu dergide imzasız film eleştirilerine yer vermiştir. Fikret Adil de o yıllarda “Vakit” Gazetesi’nde film eleştirilerine başlamıştır.

Bu dönemde yapılan eleştirileri “Sinema Gazetesi”nde imzasız yayınlanan aşağıdaki yazıyla örnekleyelim:

“…Bu haftanın filmleri içinde ‘Üç Nikah’ isimli filim bilhassa dikkate şayandır. Fakat bu filim san’at itibariyle değil muhteva itibariyle ehemmiyetlidir. Bu eser çok kötü bir Amerikacılık propagandasıdır. Harb-ı umumiyi Amerikan emperyalizmi noktai nazarından idealize eden bu filmlerin sık sık gösterildikleri vakidir. Harbı-umuminin hatıralarını, Çanakkale’den gelen top seslerini daha unutmadık, o güllelerin içinde Amerikan gülleleri de vardı. Onları yapan ve atan elleri alkışlayamayız…”

1931’de genç yönetmenlerden Sedat Simavi, Sesli, Sessiz ve Renkli Sinema adlı bir kitap yayınlar. Eser, geniş okur kitlelerine sinemayı tanıtan ve sevdiren ilk örneklerden olması nedeniyle önemlidir. 1937 yılında ise sinemayla ilgili olmayan Hasan Ali Yücel, o yıl Nazım Hikmet’in yönetmenliğini yaptığı Güneşe Doğru filmini eleştirmiştir. Cihat Kentmen ise “Sinema Objektifi”nde film eleştirileri yapmıştır. 1938 yılı sonlarında yayımlanmaya başlayan “Yıldız” dergisi eleştiri için özel yer ayırmaz, ama o yılların tek sinema dergisi olarak sinema sevgi ve kültürünü yaymak açısından yeni bir çığır açar.

1941’de “Tasvir-i Efkar” gazetesinde Sezai Solelli film eleştirileri yapmaya başlamıştır. 1945 yılında “Yıldız” dergisinde ise Rakım Çalapala yerli filmleri, Sezai Solelli ise yabancı filmleri eleştirmeye başlamışlardır. Sezai Solelli eleştirileri yaparken “Görünmeyen Adam” ve “Lüks Koltuktaki Adam” takma adlarını kullanmıştır.

Aynı yıl “Sine-Magazin” dergisinde Mahmut Ozan film eleştirileri yapmış, ancak bu alandaki çalışması pek uzun sürmemiştir. 1949 yılında “Yıldız” dergisine Tuğrul Öke, Hollywood’dan eleştiri niteliğindeki yazılarını göndermektedir.

1943-47 arasında çıkan 15 günlük “Hollywood Dünyası” ile Ertuğrul’un yayımladığı “Perde-Sahne” (1941-45) de sinemayı “Yıldız” dergisinden değişik bir açıdan görmezler. Başka bir deyişle bu dergilerde de magazin yapılıyordur.
Sanat dergilerinin sinemaya yer vermesi ancak 2. Dünya Savaşı içinde başlar. Fakat bunun da bilinçli ve düzenli olarak yapıldığı söylenemez. Aralarında bu işe öbürlerinden daha dikkatli bir biçimde “Yurt ve Dünya” eğilir. Bir başka çalışma da Erol Güney’in “Tercüme” dergisinde sinema yazılarının aktarılıp sunulmasıdır.

Böylelikle 1950’li yıllara gelinir. Sinemada eleştiri, özellikle de ‘Türk Sineması’nda Eleştiri’ bir aşama kaydetmemiştir, çünkü henüz ülkemizde sinema, sinemasal anlam taşımıyordur. Bu nedenle 1950’li yıllara dek yapılan film eleştirilerine “film eleştiri denemeleri” demek daha doğru olacaktır.

Sinema eleştirilerinin sanat dergilerine entelektüel bağlamda girmeleri 1952’ye rastlar. Attilâ İlhan ve Turhan Doyran “Kaynak”ta, Nijat Özön ise “Yeryüzü” dergisinde eleştirilerini yayınlamaya başlarlar. 1956 yılında ‘dönüm noktası’ olarak adlandırılabilecek yeni bir durum gerçekleşir. İlk ciddi sinema dergisi olarak kabul edilebilecek “Sinema” yayın hayatına başlar. Ankara’da yayınlanan derginin kurucuları Nijat Özön ve Halit Refiğ’dir.

50’lere genel olarak bakıldığında dönemin popüler unsurları spor ve radyo, kimi yayınlarda ‘eğlencelik’ olarak sinemanın yanına sokulmuşlardır. Günlük gazetelerde ise başta Tercüman ve Akşam, hemen ardındansa Cumhuriyet film eleştirilerine yer vermeye başlar. 1956-57 sezonunda göze çarpan bir yenilik de dönemin eleştirmenleri Tuncan Okan, Halit Refiğ, Nijat Özön ve Semih Tuğrul’un bir araya gelerek dönemin en iyi filmini seçmeleri olmuştur.

1959’da sinemacılarla eleştirmenler arasında işbirliğine gidilir; Attilâ İlhan, Lütfi Akad’la Yalnızlar Rıhtımı‘nda, Osman Seden, Tarık Dursun K. İle Düşman Yolları Kesti‘de ve Atıf Yılmaz da Halit Refiğ’le Karaoğlan’ın Karasevdası‘nda bir araya gelirler.

Türk basınında ciddi anlamda ilk sinema eleştirilerinin yayınlandığı bu dönemi ve geleceğe ilişkin beklentileri Halit Refiğ, “Akis” dergisinin 21 Temmuz 1956 tarihli sayısında şöyle özetler:

“Türk filmciliğinin kurtulmasını, Türk seyircisinin daha iyi filmler görmesini istiyorsak bu konuda film tenkitçileri ve sinema yazarlarına ağır görevler düşmektedir. Çocukluktan kalma mahalle arkadaşlığı, kompleksleri, gruplaşmaları, boş gururlar bırakılmalı, Türk sinemasının hayrı için birleşilmeli, birlikte savaşılmalıdır.”

Dönem, sinema eleştirisinde belli bir hareketliliği doğurduğu gibi, yazarlar ve yönetmenler arasında ilk tartışmaların başlamasına da neden olur. Şakir Sırmalı’nın Kamelyalı Kadın adlı filmi, eleştirmenler tarafından ‘mantık dışı yer değiştirmeler ve apayrı mekanların yan yana getirilmesi’ gibi nedenlerle yerden yere vurulunca fırtına kopar.

50’lerin bereketli ortamı 60’larda daha da üst boyuta taşınır. Ancak eleştirmenler açısından durum yine de pek parlak değildir. 1963 yılında dönemin sinema magazin dergileri ağız birliği etmişçesine eleştirmenleri yaylım ateşine tutarlar. “Yıldız” dergisi, 9 Ocak 1963 sayısında saldırıların bayraktarlığını yapmaktadır:

“Türkiye’de sinematografik anlamda bir eleştirme yazısı yazılmamış, hele bir Türk filmi için değil böyle bir yazı, yabancı filmlere gereksiz notlamaların yüzde biri bile esirgenmiştir… Bu bilgiç kişiler “vay canına, bu filme içi boş yıldız vermiş, ne kadar da sinema biliyor, hiçbir filmi beğenmiyor” diye sözlerle önemli sinema eleştirmecisi olmuşlardır. Fakat kısa zamanda maskeler düşmüş, yazılanların kendi fikirleri olmadığı anlaşılmıştır…”

Bütün bu olanlara karşın Türk Sinematek Derneği’nin kurulması ve “Yeni Sinema”nın yayın hayatına başlaması sinema yazınında devrim niteliğinde gelişmelerin yaşanmasını tetikler. Yeni Sinema’nın alternatifi gibi görünen “Özgür Sinema” (sonradan Ulusal Sinema), Halit Refiğ’in önderliğinde varlığını sürdürür.

1968 Ekim’inde yayına başlayan “Genç Sinema”; Veysel Atayman, Mehmet Gönenç, Ahmet Soner ve Mustafa Irgat’tan oluşan kadrosuyla siyasal eleştiriyi üst boyuta taşır, sinema eleştirisini militan bir tavırla tanıştırır. “Sinema 65”, “SineFilm”, “AS”, 60’ların hareketli ortamına renk katarlarken, gazetelerin 50’lerin ciddi yaklaşımını geride bıraktıkları ve ilginç biçimde eleştiriyi sinema dergilerine terk ettikleri görülür. Durumu gündelik basın anlamında sorgulayan Erman Şener, 60’lı ve 70’li yılların sinema ortamını şöyle özetlemektedir:

“Sinema eleştirisi sustu artık Türkiye’de. Bir Çetin Özkırım’la, Atilla Dorsay’ın dışında film eleştirisi yapan pek yok. Oysa 1956’larda durum ne değişikti. Her gazetede, her dergide film eleştirisi sütunu vardı. Peki bu bolluktan bu yokluğa nasıl geçildi dersiniz? Bence en önemli öğeyi, halkı unuttuk eleştiride. Brighton Okulu, yeni gerçekçilik, travelling derken halkta itibarımızı bütün bütüne yitirdik. Nüfusumuzun % 60’ı okur-yazar olmayan; okur-yazar olanların içinde de örneğin alfabede bir (i) harfi olduğunu pek çabuk unutuveren bir toplum için yazdığımız yazıları fazla teknik bilgilerle doldurduk. Üstelik bunları kolayından, basitinden değil zorundan aldık. Sonunda da bağ koptu tabii! Bununla “Eleştirinin faydası dokunmadı?”mı demek istiyorum. Ne münasebet. Çok faydası dokundu eleştirinin… Ama daha faydalı olabilirdi, üstelik yöntem-koşullar düşünülerek tespit edilseydi eleştiri bugünkü çıkmaza da girilmezdi. “Halk Sineması” ve “Ulusal Sinema” tartışmaları bir alev gibi parladı o suskunluğun üzerine. Bir takım gerçekler çıktı ortaya. Tezler, antitezler arasında sinema severler senteze vardılar. Peki, eleştiri bu çıkmazdan çıkabilir mi, kurtarabilir mi kendini? Zor, çok zor…”

60’lar, Türk sinemasının sorunlarına çözüm bulmak için bir dizi çabayı da beraberinde getirir. Türkiye Sinema İşçileri Sendikası yöneticilerinin, senaryo yazarlarının ve eleştirmenlerin o dönemde beliren sinemasal duraklamayı masaya yatırmaya çalıştıkları toplantılar, 1964-65 döneminde, süreci “Sinema Şurası”na taşır. Ne var ki şura çabaları, eleştirmenlerle sinema adamları arasındaki son bağların kopmasına neden olacaktır. Giovanni Scognamillo bu durumu Akşam Gazetesi’nin 21 Kasım 1964 tarihli sayısında şöyle özetlemektedir:

“Birinci Film Şurası engellenmek istenildi… Nedenler meydanda, nedenler her geçen gün memleket perdelerinde sırıtmakta, nedenler sanayi ismi, ticari ismi altında çevrilen oyunlarda, nedenler tenkitlerden hoşlanmayan, gerçekleri kabul etmemek için demagojiye, laf ebeliğine sığınan kişilerin davranışlarında…”

Halit Refiğ’in yanıtı gecikmeden, “Sinema 65”in 2. sayısında gelir:

“Film üzerine yazanlar, Türk filmlerini burjuva ölçüleri ile değerlendirmeye çalışıyorlar. Film yapanlar ise halk ile doğrudan doğruya temastan dolayı, bu ölçülerin yanlışlığını sezdiklerinden, kendi içgüdüleri ile yazılanları kulak arkasına atarak halka ulaşmak için kestirme yolu bulmaya çalışıyorlar…”

Siyasal rüzgarların ülke gündeminde belirleyiciliğini giderek arttırdığı 70’ler, nedendir bilinmez, ama sinema eleştirisinin suskunluğa gömüldüğü yılların başlangıcını oluşturur. Dünya, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinde yapılan film eleştirilerinin dışında gündelik gazetelerde kayda değer bir yenilik yaşanmazken, sinema dergileri ise Engin Ayça, Burçak Evren, Atilla Dorsay, Aydın Sayman gibi önemli isimlerin katılımıyla 1973 Mart’ında yolculuğuna başlayan “Yedinci Sanat”la ve ilk sayısı 1 Ekim 1973’te yayınlanan “Gerçek Sinema”yla yollarına devam ederler. Bu dönemin özetini de Nijat Özön’den dinleyelim:

“1970’lerden sonra bu dergiler ( 1960’lı yılların ikinci yarısında yayınlanan sinema dergileri) ve birkaç gazete hariç eleştirilerde kayboldu. O sırada ülkemizde enflasyon sineması hüküm sürüyordu. Herkes aynı sorunları tartışmaktan bıktı, eleştiri de aynen Türk Sineması gibi bir durgunluk dönemine girdi.”

Söz 70’lerden açılmışken sinema yazınında kayda değer üç çalışmadan bahsetmemek olmaz. Bunlardan ilki 1973 yılında yayınlanan Giovanni Scognamillo’nun Türk Sinemasında 6 Yönetmen adlı yapıtıdır. Scognamillo; Lütfü Ö.Akad, Atıf Yılmaz, Metin Erksan, Halit Refiğ, Osman Seden, Memduh Ün‘ün filmlerini incelemiştir. İkincisi Atilla Dorsay‘ın 1977 yılında eleştirilerini topladığı Mitos ve Kuşku adlı yapıtıdır. 1977 yılında ise Alim Şerif Onaran‘ın Lütfü Ömer Akad’ın Sineması adlı yapıtı yayınlanmıştır.

İlginizi çekebilir...

Vizyon

Alex Garland bize, çok da olası görünmeyen bir iç savaş filmi sunarken aslında zeminini sağlam bir temele oturtuyor.

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et